01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 13 MAYIS 2007 / SAYI 1103 7 İsyan eden kadının dansı, oryantal... Deniz Yavaşoğulları ryantal’in Sihirli Çağrısı, Umut Eğitimci’nin son çalışması. Belgesel, Türk oryantal göbek dansını konu alıyor, bu dansın bilinmeyenlerini, tarihini, anlamını, karakteristik özelliklerini dünün ve bugünün dansözlerinin ağzından anlatıyor. Belgeselde, bir çeşit test de var, oryantalin özellikle Amerika’da “yeni metod” olarak kullanılan terapik yanı, Umut Eğitimci’nin kendisini de bu terapi sürecine katmasıyla aktarılıyor. Eğitimci, önce psikiyatriste gidiyor, sonra da göbek dansı derslerine başlıyor... Film, öncelikle Avrupa, Amerika, Avustralya ve Uzakdoğu’da çeşitli festivallere katılacak ve dünyaya Türk oryantal göbek dansını tanıtacak. Türkiye’de seyirciyle ne zaman buluşacağı ise belirsiz. Umut Eğitimci ile belgeselini konuştuk. Nereden çıktı göbek dansı üzerine bir proje gerçekleştirmek? İşçisin, işçinin filmini yap... Ali Deniz Uslu İşçi Filmleri Festivali ilk kez 1994 yılında San Francisco’da düzenlendi. O yıldan sonra her yıl 5 Temmuz’da başlayan ve bir ay süren kültür ve film festivali “Laborest” olarak anılıyor. Festival tarihinin özel bir anlamı var, San Francisco’da, 5 Temmuz 1934’te “Kanlı Perşembe” olarak anılan ve liman işçilerinin grevini destekleyen iki işçinin öldürüldüğü gün. Türkiye ise bu yıl Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin ikincisini gerçekleştirdi. 17 Mayıs tarihlerinde 20 ülkeden 40 film üç şehirde eşzamanlı olarak gösterildi. Festivale katılan Hintli, Perulu ve Amerikalı yönetmenler de vardı. Biz de festivale “Güzel Şehir” filmiyle katılan Hintli yönetmeni Rahul Roy, “Ülke, Yağmur ve Ateş: Oaxaca Raporu” filminin yönetmeni Perulu Gerardo Renique, yardımcısı Amerikalı Tami Gold ve festivale konuşmacı olarak katılan Amerikalı bağımsız televizyon programı yapımcısı Carl Bryant ile işçi filmleri üzerine konuştuk. İşçi ve sınıf mücadelesini anlatan festivallerin misyonundan bahseder misiniz? Rahul Roy: İşçi sınıfı ve emeği, günümüzde iyice görünmez oldu. 1970'lerin ve bu günün medyasına baktığımızda işçi sınıfının ve emeğin hayaletleştiğini rahatlıkla görebiliriz. Medyanın küreselleşme yanlısı haber politikaları ve televizyondaki dünya, yoksul ve işçi sınıfı karşıtı bir hal aldı. Bir yandan da işçilerin hayatları ve emek gittikçe politikleşiyor. Onları beyazperdeye yansıtmak tarihi bir görev. Festivaller ise televizyonun dışında bırakılan farklı görüntülerin olduğunu insanlara hatırlatıyor. Biz de muhalif görüntüler yaratıp, dünyadaki yoksulların gündelik hayatını mümkün olduğunca çok izleyiciye ulaştırmak istiyoruz. Gerardo Renique: Toplumların bu tarz filmleri üretmesi, çoğaltması ve yayması için birlikte çalışmaları gerekli. Bunu “militan sinema” olarak değerlendirebilir miyiz? Tami Gold: Ana akım dışındaki her şey militan sinemadır. Bu diğer tüm alanlar için de böyledir. Rahul Roy: Bilgi teknolojisi sayesinde olup bitenleri, sansürsüz ve hızlı bir şekilde insanlara ulaştırmanın yolunu bulduk. Artık olanaklarımız sınırsız. Herkes film çekebilir ve dünyanın diğer ucuna ulaştırabilir, bu da militan sinemanın bireye inişi ve herkese ulaşması anlamına geliyor. Sinemada politikanın ve siyasetin bir sınırı var mı? Carl Bryant: Ortada bir üretim varsa o politiktir. Üreten açısından da, konusu açısından da onu izleyen açısından da. Tami Gold: Yani sinema özü gereği politiktir. Tami Gold: Evet, o. Gerardo ve ben bu grev sürecinde oradaydık, yalnızdık. Acilen bu gerçekleri belgelemeliydik. Gerardo Renique: Bu film, Oaxaca’daki insanların sesi oldu. Çünkü onların seslerine medyada ve gazetelerde yer yoktu. Carl Bryant: Benim filmin burada gösterilmiyor, ama ben de ondan bahsetmek isterim. Filmim, geçen yıl Amerika’da postacılar sendikasının bir üyesinin yöneticisini öldürüp, intihar etmesini ve sonrasını konu alıyor. Zaten ben hep mektup taşıyıcıların hikâyelerini anlatıyorum. Rahul Roy: Filmim “Güzel Şehir”de şu anda Hindistan’da ve tüm dünyada görünen emeğin küreselleşerek esnekleşmesini ve taşeronlaşmasını konu alıyorum. Bu değişime maruz kalan farklı iki kuşatan ailelerin içine girip, değişim, küresel olgu ve başkalaşımı gözlemledim. da haindirler” diyor ve filmini izleyen herkesin dışarı çıkıp bir otobüs yakmasını bekliyordu. Sanırım militan sinema bu olmalı. Latin Amerika’daki sol hareketinin mayasında da bunlar var. Tami Gold: Aslında bu Amerika’da bu 1930’lara dayanıyor. Amerikan Komünist Partisi’nin bu konuda önemli deneyimleri olmuştu. İşçiler örgütlenmek için 16 mm. filmleri ve araçları çok uzun süre kullanmışlardı. 1950’lilerde yapılmış “Dünyanın Tuzu” diye bir film var. Bu film McCarthy döneminde yasaklandı, müziği de yok edildi. Her şeye rağmen Amerika bile bu tarz örneklerle dolu. Filmler, film yapımcıları, yönetmenler kendi başlarına hiçbir şey ifade etmiyorlar. Bu açıdan film yapımcıları birer örgütleyici olarak düşünülebilir, onlar fırsat sunar, gerisi izleyiciye kalır… 1 Mayıs'ı Taksim’de biber gazı ile karşılamışsınız... O “Oryantal’in Sihirli Çağrısı”, Türk göbek dansını konu alan ilk belgesel. Film, oryantalin turistik bir gösteriden ibaret olmadığını gözler önüne seriyor. Yönetmen Umut Eğitimci filminde, dansın tek başına yapılmasını kadının isyanı olarak tanımlıyor… Proje arayışı içindeydim. New York’ta yaşadığım sırada, tanıştığım insanlara Türk olduğumu söylediğim zaman, akıllarına ilk olarak ya göbek dansı ya da Geceyarısı Ekspresi filmi geliyordu. Sonra Kemal Özdemir’in “Oryantal Göbek Dansı” kitabını okudum ve bu dansın bildiğimizden fazlası olduğunu, bir felsefesi olduğunu öğrendim. Hareketlerin birtakım şeyleri temsil etmesi de bana çok ilginç geldi. Ne gibi mesela? Mesela bildiğimiz göbek atma hareketi annenin karnındaki çocuğun tekmelemesini temsil ediyor, bu yüzden cinselliği çağrıştırsa da aslında aseksüel bir dans, diğer danslardan farklı olarak tek başına yapılması ise kadının kendi kendine yettiğini simgeleyen bir durum, bu açıdan içinde bir isyankârlık da barındırıyor. Bu dansı araştırmaya başladıkça karşıma çok şey çıktı, örneğin oryantalin terapik özelliği. Yurtdışında depresyon, yeme bozukluğu, cinsel taciz hatta tecavüz vakalarında terapi merkezlerinde, oryantal yeni terapi metodu olarak kullanılıyor. Klasik belgesel yapma arayışında değildim, bu yüzden olabildiğince irdelemek istedim. Bu kadar cinsellik, isyan içeren, kadının yarı çıplak, tek başına yaptığı bir dansın, Doğu’ya özgü olması tezat değil mi? Oryantal de kendi içinde kendisiyle tezatlaşıyor zaten, hem aseksüel, hem de cinselliği çağrıştıran yanları var, hem isyankâr, hem biraz anaç, iki arada bir derede kalmış, ne Doğulu ne de Batılı olabilmiş. Tarihte etkinliğini yitirmemiş ama... Evet, fakat çengilik de, köçeklik de Osmanlı’nın kapalı dönemlerinde ortaya çıkmış kavramlar. Hatta ilk lezbiyenlik ve gayliğin de o dönem çıktığı biliniyor. Belgeselde köçekler de gösteriliyor, hatta bir kadının köçek kocasının dansını övdüğünü görüyoruz... Türkiye çok ilginç ve sevimli bir ülke... Bu yıl ikincisi düzenlenen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, “Yoksulluk, Direniş, Umut” ve “Anlattığın kendi hikâyendir” sloganlarıyla yola çıktı. Hikâyeler aynı, coğrafyalar farklıydı. Neoliberalizme karşı direniş öykülerini, işçi sınıfının yaşam koşullarını ve sorunlarını konu alan filmler, emeğin cephesinden sinema perdesine yansıdı. Soldan sağa: Rahul Roy, Carl Bryant, Tami Gold, Gerardo Renique. Fotoğraf: Uğur Demir İşsizlikleri, ekonomileri, hayata dair pek çok şeyi beraber yaşadık. Cinsler arası hiyerarşileri de bu düzlemde toparlamaya çalıştım. Bahsettiğim işçiler şehirden 25 km. uzakta belli yaşam alanlarında zor şartlarda yaşıyorlar. Bir gecede yaşam alanları buldozerlerle yıkılıp, dağıtılabiliyor. Yeni hayatlara başlamak zorunda kalıyorlar. Çözülme ve yeniden yerleşim, yeni bir hayat kurma benim filmlerimin asıl çıkış noktası. Latin Amerika'da genelde sol iktidarda. Sinemanın bu değişime, bu değişimin de sinemaya etkisini nasıl görüyorsunuz? Gerardo Renique: Sinema, Latin Amerika’daki toplumsal dönüşümün bir parçası, yapımcılar da oradaki her şeye tercüman oluyorlar. Çünkü herkes gibi baskıları yaşıyor, diktatörlüklere direniyorlar. Mesela Bolivya’da gerilla filmleri yapan çok spesifik bir grup var. 1970’li yıllarda Arjantinli yönetmen Fernando Solanas vardı, bir filminde “Filmi izleyenler, yalnızca izleyici olarak kaldıklarınCarl Bryant: Hayatımda pek çok mitinge aktivist olarak katıldım, ama buradaki bir başkaydı. Hem duygusal hem de fiziksel olarak sert bir gösteriydi. Eylemin en sert koşullarını gördüm, gazın da tadına bakmış oldum. Gerardo Renique: Carl’a hissettikleri konusunda yoldaşlık etmekle beraber bu 1 Mayıs Çin ve Pekin’de ilk defa bağımsız büyük gösterilerle kutlandı. Aynı şekilde göçmen işçiler ABD’nin dört bir yanında seslerini duyurmak için emek harcadılar. İşçiler artık politik gündemin merkezine yerleşmek istiyorlar, böyle bir talepleri var, demokratikleşme sürecinde de mücadelenin merkezinde olmayı arzuluyorlar. Rahul Roy: İşçi sınıfının eyleme gitmesi “hediye” değil, alınan bir şeydir, anlamlıdır. Aslında bunlar demokratik haklardır. İşte o yüzden sosyal demokrasinin tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Bizler de böyle amacın ve uğraşın parçası olarak İstanbul’da olmaktan çok mutluyuz. “Oryantal’in Sihirli Çağrısı” belgeselinden... Roman bir aileye de yer vermişsiniz, gece gündüz dans ettiklerini söylüyorlar... Evet, Oryantal’in Hint kökenli çingeneler tarafından yayıldığını öğrenince Roman kültürüne ait bir alanın da ziyaret edilmesi gerektiğine karar verdim. Bunun için ya Tarlabaşı’na ya da Sulukule’ye gidecektik, Sulukule’nin çok turistik olacağını düşündüm, o yüzden Tarlabaşı’na gitmek istedim. Japonların yaptığı İstanbul ile ilgili bir belgesel var, oryantal de anlatılıyor, bu aile o belgeselde de yer alıyor. Bizim dans hocamız Sema Yıldız da bu müzisyen aileyi tanıyordu, gerçekten gece gündüz dans ediyorlar, belki de bu yüzden yaşadıkları onca sıkıntıya rağmen yüzleri gülüyor. Hocamız demişken, filmde sizi dans dersi alırken gördük. Kurmaca mıydı, gerçek mi? Gerçek, o dönem depresif bir dönemimdeydim, benimle benzer psikolojik durumda olan iki arkadaşım daha vardı, onları da yanıma aldım, gittik Sema Yıldız’dan ders almaya başladık. Ders almadan önceki psikolojik durumumuzu sonrakiyle karşılaştırıp yararı olup olmadığı anlamak, belgelemek için psikiyatriste de gittik. Yararlı oldu mu? Evet, oldu zaten ben oryantalin terapik yanına inanıyordum yani inandığım bir şeyi yaptım, psikoloğa giderek de test edip onaylatmış oldum. Size kadınlığınızı hissettiren, mutluluk hormonu salgılatan, kendinizle barışık olmanızı sağlayan, çok estetik bir dans bu. Hem egzersiz olarak da faydalı. Neden fayda etmesin ki? Proje ne zaman bitti, ne kadar sürdü, bu süreçte sizi en çok zorlayan ne oldu? Yaklaşık bir yıl sürdü, mart ayında bitti. En çok bilgi bulmakta zorlandım, bu konuda Türk hayranı Amerikalı bir dansöz olan Elizabeth Artemis Mourat’ın gönderdiği videolar yardımcı oldu, Kemal Özdemir’in yazdığı “Oryantal Göbek Dansı” kitabı güzel bir kaynak oldu. Zaten belgeselde röportajlar da var, Tanyeli, Nuran Sultan, Lale Roche, Asena gibi dansözlerle de konuştuk, fakat onlar da bu dansın tarihine ve içeriğine yönelik yeterince bilgiye sahip değildi. “Oryantal’in Sihirli Çağrısı”nı ne zaman izleyebileceğiz? Türkiye’de imkânlar ve belgesellere ilgi yurtdışından daha az. Bu yüzden belki festivallere katılabiliriz. Sinema kanallarının yayımlayacağını sanmıyorum, ama belki belgesel gösteren kanallardan birinde izleyebilirsiniz. Rahul Roy’un “Güzel Şehir” filmi de festivaldeydi. “Oaxaca Raporu” festivalin açılış filmiydi. Rahul Roy: Ben bu soruyu: “Sinema politik değişimin içinde mi olmalıdır?” diye algılamak istiyorum. Buna cevabım ise “Elbette, onun içinde olmalı, onu takip etmeli”! Filmleriniz neyi anlatıyor? Tami Gold: Yeni filmim New York’taki polis terörü üzerine; üç annenin dramını anlatıyorum. Onlar değişim geçirdiler, çünkü polis saldırılarına kurbanlar vermiş, sessiz kalmayıp örgütlenmişlerdi. Normal, kendi halinde insanların bir anda nasıl aktivistlere dönüştüğünü gözlemlemek gerçekten heyecan vericiydi. Gerardo ve ben bir eğitim sendikasının üyesiyiz ve “Ülke, Yağmur ve Ateş: Oaxaca Raporu” filmini Meksika’dan ABD’ye döndüğümüzde, tanık olduklarımızı dünyaya duyurmak için yaptık. Öncelikle sana sormak istiyorum, Oaxaca’da olanları biliyor musun? Mayıs 2006’daki öğretmenler grevinden bahsediyoruz sanırım... 2. EL KISA FİLM FESTİVALİ, 19 MAYIS’TA ANKARA SANAT TİYATROSU’NDA... ÖZGÜR ARIK, ANKARA ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ’NDE “X” BELGESELİYLE İKİNCİ OLMUŞTU... Burada filmler 2. el... Deniz Yavaşoğulları kinci El Kısa Film Festivali, kısa film yarışmalarında, festivallerinde, hiçbir zaman ön elemeyi geçememiş tüm kısa filmlere kucak açıyor. Ertunç Ukşul, Bilal Bay ve Mustafa Kerem Akkoyunlu, 19 Mayıs’ta Ankara Sanat Tiyatrosu’nda gerçekleşecek festivalin fikir sahipleri. Daha önce filmleri, festivallerden hiçbir açıklama yapma gereği duyulmadan elenen bu üç kısa filmci arkadaş, “Madem” diyorlar “filmlerimizi göstermiyorsunuz, o zaman biz de kısa filmciler olarak kendi aramızda filmlerimizi gösterir, izler ve yorumlarız”... Ertunç Ukşul ile festivali konuştuk.. Kısa film yarışmalarının problemi nedir? Yapılan festivallerin kısa filme getirisi olmaması… Çoğu festivalin birkaç kişiye ödül vermek dışında kısa filmcilere yararlı olabildiğini söyleyemeyiz. Bir festival ön elemede bazı filmleri eliyorsa, zaten o festivalin en çok yardım etmesi gereken filmler o elenen filmlerdir. Bunu yapmıyorsa ki yapmıyorlar, o zaman yapılan festivallerin yararından pek de söz edemeyiz. Kısa film yarışma formatı sizce nasıl olmalı? Kısa film organizasyonları yarışma değil festival formatında olmalı. Çoğunun isminde festival ibaresi var, Bu ödülü reddettim, çünkü... Özge Özyılmaz Özgür Arık, son belgeseli “X” (çarpı) ile Ankara Uluslararası Film Festivali’nde aldığı ikincilik ödülünü reddetti. Daha önce de ödülleri vardı ve geri çevirmemişti, ama bu reddin bir nedeni vardı, sponsor firma ismini festivalin başına eklemişti. Arık’la 17 Mayıs’ta Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde gösterilecek “X" belgeseli ve ödülü reddetmesinin nedenleri üzerine konuştuk. X neyi anlatıyor? Gecekondu mahallelerindeki insanların günlük yaşamını konu alıyor. Film boyunca görülen X çarpıişareti yıkılacak gecekonduları belirliyor, ama oradaki yaşamları da simgeliyor. X aynı zamanda dışarıda bırakılmışlık, mimlenmişlik anlamına da gelir. Özetle, filmin yapmak istediği, çarpı işaretlerinin arkasındaki hayatlara bakmak. Bu proje nasıl gelişti? Kenti konu edinecekseniz gecekonduları anlatmadan bunu yapamazsınız, çünkü buralar kent içinde çelişkilerin çok daha belirgin olduğu bölgeler. Ankara’nın gecekondu mahallelerinin oranı da çok yüksek. Üniversitede yüksek lisans tezi olarak bu konuyu seçmiştim, aynı anda Ankara’da Kentsel Dönüşüm projesi başladı ve bu tetikleyici bir etki yarattı. Böylece Eşrefpaşa, Çinçin Mahallesi ve Yenidoğan’da bu filmi çekmek için gereken Özgür Arık. bağlantıları kurmaya başladım. Bu mahallelerde insanların hayatını izlemekle ilgili bir sorununuz oldu mu? Aslında buralar, dışarıda kalan insanların yaşadığı, hırsızlığın çok yoğun, suç oranının yüksek olduğu yerler. Altındağ Belediyesi üzerinden hatırı sayılır kişilere, oradan sözü dinlenen “abiler”e ve diğer kişilere ulaştım. Bölgede güven duyulan kişilerle birlikte gittiğinizde ve karşı tarafta samimiyet uyandırırsanız hiçbir sorun olmuyor. Yapımı nasıl gerçekleştirdiniz? Ben ODTÜ Gisam’da araştırma görevlisi olarak çalıştığım için, oranın kaynaklarından yararlandım, ama kendi cebimden de yaklaşık 2500 YTL civarında bir harcama yaptım. Çekimler ve filmin tamamlanması da iki yıl kadar sürdü. Ödülü reddetmenizin muhatabı tam olarak kimdi? Biz, insanları sanat ve sponsorluk üzerine düşünmeye çağırıyoruz. Bu zorunluluk ilişkisi nerden başladı? Sermayenin hamiliğinde bir sanatı reddediyoruz. İçeriğe başlangıçta ne kadar müdahale etmiyorlarsa da daha sonra onlar adına konuşuyor durumuna düşersiniz. Festival bir kamu hizmetidir, kamu çalışmasıdır. Bunu şirketler düzenleyecekse bu bir reklam alanına dönüşür. Benzer sponsorluklar başka festivallerde de var… Burada bardağı taşıran son damla durumu da var tabii ki. Sponsor firmanın ilişkileri, yılların Ankara Film Festivali’nin Limak Film Festivali diye anılması. Ankara Film Festivali’ni ayıran bir taraf var. Bu festival Antalya Film Festivali gibi bir endüstri değil. Küçük bir festival. Yeni sinemacılara, amatörlere, bağımsız sinemacılara destek olma amacını güdüyor. Bağımsız sanat temasıyla ortaya çıkıyorsanız o zaman kırmızı halı serip halı firmasından sponsorluk almanın ne anlamı var? Ret metni Yurtsever Sinemacılar adına Özgür E. Arık imzasıyla okundu. Kimdir Yurtsever Sinemacılar? Nâzım Hikmet Kültür Merkezi çatısı altında çalışmalarını yürüten bir oluşum diyebiliriz. Yurtsever siyaseti sinema ile çakıştıran, sanatın her türlü para ve metadan bağımsızlaşması gerektiğini savunan bir gündem oluşturuyor... İ Umut Eğitimci... Fotoğraf: Vedat Arık ama daha çok yarıştırma eğilimindeler. Yarışmanın pek getirisi olmaz, kazanan birkaç kişidir, diğerleri kaybedenlerdir. Asıl amaç bütün katılananların kazanmasını sağlayabilmek olmalıdır. Adil bir yarışma olabilir mi? Yarışmalarda mutlaka birilerinin hakkı yenir, bu yüzden adillikten söz edilemez, yarışma bundan dolayı format olmamalıdır. Festivaller bütün katılımcılarına yararlı olmayı, onları daha iyiye ulaştırmayı hedeflemeli. İkinci El Film Festivali’nde filmler nasıl, neye göre değerlendirilecek? Filmleri, daha önce bolca ödül almış, takdir edilmiş kısa filmci jüri üyeleri yorumlayacak. Burada zaten kimse kimseyi değerlendirebilecek Ertunç Ukşul, Mustafa Kerem Akkoyunlu ve Bilal Bay. yetkiye sahip olmayı arzulamıyor, o yüzden amaç değerlendirmeden daha çok fikir alışverişi yapılan vardır. Önemli olan bu iyi yönleri bulup artırmak, kötü olan bir festival yapmak. Puanlama yerine jüri ve halk tarafından yönlerin de düzeltilmesine yardımcı olmak. Diğer festivaller beğenilme kıstası söz konusu olacak. Gönderilen her filmin bunu yapamadığı için kısa film dalında ülkemiz hep yerinde yanında ve filmini gönderen herkesin de destekçisi bir festival sayıyor, ama bir film hem güzel düşünülmüş hem de güzel düzenledik, diyebiliriz. çekilmişse onu da takdir etmek gerekir tabii ki... Teknik imkânsızlıklarla, kötü bir kamerayla çekilen Kısa filme ilginiz nasıl başladı? çok iyi senaryolu bir film ve çok iyi teknik imkânlarla çok İlgi insana doğuştan gelen bir şey. Sadece insanın bunu iyi bir kamerayla çekilen senaryosu da kötü olmayan bir farketmesi biraz zaman alıyor. Biz de üniversiteye geldikten filmi karşılaştıracaksınız, bu durumda hangisi tercihiniz sonra bazı şeylerin farkına varabildik. İyi ki de varmışız. Kısa olur? film en güzel sanat dallarından biri, hatta 8. sanat olmayı hak Bizim demin de dediğimiz gibi kıyaslama, karşılaştırma gibi ediyor… bir konseptimiz yok. Her filmin kendin göre güzel bir yanı
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear