25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

R PAZAR 7 1/2/07 14:18 Page 1 PAZAR EKİ 7 CMYK 4 ŞUBAT 2007 / SAYI 1089 7 insanın kültürel nedenlerle Paris’te yaşamasını gerektirecek bir durum hemen hemen yok. Paris’tekilere neler sunuluyorsa Fransa’nın diğer kentlerine de onlar sunuluyor ve bunlar taşraya indirgenmiş ürünler değil, aynıları. Türkiye’de ise uçurum gittikçe büyüyor. İş bulmaktan, manevi biçimde beslenmeye kadar her anlamda İstanbul açık ara önde. Kendinizi en çok nerede İstanbullu hissediyorsunuz? Çağdaşlığa teslim olmayan pek çok yerde... Kandilli, Kuzguncuk, Rumeli Hisarı ve Adalar’da mesela. Buna karşın İstanbul’un karakteristiği ile uyuşmadığını düşündüğüm yerlerde, pek çok yeni mahallede kendimi son derece yabancı hissediyorum. Nişantaşı gibi İstanbul’un “en popüler” semtlerinden birinde oturuyorsunuz. Burada İstanbullu olmak size keyif veriyor mu? Kimseye tavsiye etmem. Ben burada neredeyse 20 yıldır oturuyorum ve burası benim kaderim oldu, ama son derece mutsuzum. Burası çok görgüsüz bir tüketim merkezi haline geldi, bir gün buradan kurtulabileceğimi umuyorum. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’a vize uygulamasını yine gündeme getirdi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu bana deli saçması bir proje olarak görünüyor. Gerçi Osmanlı’da yapıldığını biliyoruz, ama şimdi böyle bir uygulama imkansız. Zaten bu uygulama da İstanbul’u kurtarmaz. İstanbul’un sorunlarını çözmek için Türkiye’nin sorunlarını çözmek gerekir. İstanbulluların, İstanbul’dan zevk alarak yaşamaları için sizin bir öneriniz var mı? Tehlikeli bir konu, ama İstanbul’u devlet içinde devlet yani bir site devlet olarak düşünebiliriz. Demek istediğim, İstanbul’un bir belediye başkanı tarafından değil de daha yüksek bir merci tarafından yönetilecek şekilde ele alınması. Ülkenin içinde özerk bir statü sağlamak da olabilir aslında. Böyle olursa İstanbul’un daha rahat nefes alması sağlanabilir. Çünkü İstanbul yoruluyor ve tükeniyor. Ortadoğu’nun Kahire gibi iflah olmaz kentleri vardır. İstanbul da o noktaya geliyor. ENİS BATUR (Yazar) Vize: Deli saçması bir proje... “İstanbul” sizin için ne anlama geliyor? İstanbul gibi sıradan sayılmayacak bir şehirde yaşıyorsanız ve düşünmeyi seviyorsanız, İstanbul’u bir konu olarak algılamamanız kaçınılmaz. Hepimizin klişe sayılabilecek duyguları var bu şehir hakkında. Bir kere bu şehri üstün körü tanıdığımız için kalıplar üretiyoruz. O zaman da geçmişini özlediğimiz, sürekli şikâyet ettiğimiz, şimdiki zamanına yüklendiğimiz bir organizma yaratıyoruz. Elli yıl öncesine gidebilseydik, o dönemin insanlarının da benzer şikâyetlerini muhtemelen duyacaktık. Yüzyıl öncesi de böyledir, eminim. Çünkü insan içinde bulunduğu mekân ile itişir, bu bir çarpışmadır! Dolayısıyla ağzı açık ayran budalası gibi hayran olunan bir İstanbul’u düşlemek bana göre değil. Siz de kendinize “Ben niye burada yaşıyorum” diye soruyor musunuz? Bu soru hiç eksik olmuyor, ama burası kestirip atılamayacak kadar da cazip bir şehir. Kimler kendini “İstanbullu” olarak tanımlıyor ya da bu şehrin neyini sahiplenenler “İstanbullu”? İstanbul’a gelip yaşamaya başlayan birinin “Ben İstanbulluyum” dememesi için bir neden yok, ama İstanbullu olmak için şehre hazır olmak gerekir. Şehrin, sizin merkezinizde nerede durduğunu anlamalı, onu çevreleyen çemberin sınırlarını bilmelisiniz. Seçim alanınıza yerleştirdiğiniz parçalarla bir mozaik oluşturup bu ilişkiyi sürdürebilmelisiniz. İstanbullu, İstanbul’da yaşaması bile şart olmayan, onunla nerede ise tensel bir ilişkiyi uzaktan ya da yakından kurmayı deneyen insandır. Bu bir sevgi ilişkisidir, aşk bile denebilir. Yani İstanbul'un farkında olmaktan, bu farkındalıktan bir yaşama coşkusu çıkarmaktan bahsediyorum. İstanbullu İstanbul’u ne kadar kullanabiliyor? Trafik sorunu, zaman kısıtlaması ve şehrin büyüklüğü İstanbul’u rahat kullanmak için özel bir çaba harcamayı gerektiriyor. Bir de insanların keyifleri için ayırdıkları zamanı şehir ile nasıl bir ilişki içinde değerlendirecekleri önemli. Sırf bu iş için hazırlanan sayısız rehber var. Tüm bunlar, kent ile kurulan yeknesak bir ilişkiden kurtulmak için yapılıyor. İstanbul, meşrebinize göre olanakları değerlendirebileceğiniz, neredeyse sınırsızı barındıran bir şehir. 24 saat muazzam bir tempo içinde yaşamayı başarırken hiç kepenk indirmez. Evet, İstanbul 24 saat yaşıyor ama burası bir “El Dorado”da değil... İstanbul, ya cennet ya da cehennem. Ortası yok. İki ayrı ucu size dayatır. Yıpratır ve öğretir. Yorar, ama mutlu eder. Bu şehirde 14 milyon insan yaşıyor. İnsanlar arasında muazzam gelir uçurumları var. Alt grup için cennet uzak, üst gruplara biraz daha yakın ama şehir ortalama bir şey sunmuyor. Bir de gelişmiş ülkelerde büyük kentler ile kırsallar arasında sosyal açıdan dengeli bir ilişki var. Bir stanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İstanbulluluk ve kentlilik bilincini oluşturmak için 2004’te başlatılan “Kentim İstanbul Projesi”nin yöneticisi İhsan Aktaş ile İstanbullu olmayı ve İstanbul’u konuştuk. İstanbullu kimdir? Bu şehre karşı aidiyet duygusu ve yakınlık hissedendir. İstanbul'da yaşayanlara yaptığımız bir araştırmaya katılanların sadece yüzde 33’ü ben İstanbulluyum dedi, yüzde 11’i İstanbul’u hiç sevmediğini, yüzde 17’si ise İstanbul’la bir bağı olmadığını dile getirdi. Yıllarca İstanbul’da yaşayıp hiç deniz görmeyenler olduğu ortaya çıktı. Şehirler kültürel ve tarihi kimlikleriyle dışarıdan gelen Kentim İstanbul... İ insanları mutlaka dönüştürürler, fakat İstanbul o kadar yoğun bir şekilde göç aldı ki sonradan gelen insanlar neredeyse İstanbullulara hiç rastlamadı. Peki İstanbul’a uyum sağlamayan, sağlamak istemeyen hatta İstanbul’u hiç sevmeyenlerin burada kalma nedenleri sadece maddi mi? Başka bir araştırmamıza katılanların yüzde 5060’ı maddi sebepleri öne sürdü. Eğitim nedeniyle gerçekleşen göçler de var. Bu kişiler uyum sorunu çekmiyor ve İstanbul’u seviyor. Kentim İstanbul projesinde ne tarz faaliyetler yapıldı? Proje çok geniş kapsamlı. Projeye halk da entelektüeller de katılsın, halkın talebi entelektüellere, entelektüellerin talebi halka ulaşsın istedik. Sempozyumlardan kahvehanelere kadar uzanan bir çok İstanbul tartışması yaptık. Okullarda öğretmenlere İstanbul anlatıldı, liselerde Kentim İstanbul tartışıldı. 34 maddelik nasıl İstanbullu olunur diye bir kılavuz, İstanbul ve semt tarihlerini anlatan kitapçıklar dağıtıldı. Sizce İstanbul’un en büyük problemi nedir? Kent yapısı... Bu şehirde 14 milyona yakın insan yaşıyor, bu insanların iki milyonu yardımlarla ayakta duruyor. Bu da sadece kentleşme üzerine problem yaratmıyor, şiddeti de tetikliyor. Kenarda köşede kalmış bir insanın yoksulluğu en varlıklı kişi için bile tehdit oluşturuyor. Trafik ve yapısal sorundan sonra üçüncü problem ise şehrin kültürel değer üretip üretememesi. İstanbul beş asır tüm dünyaya değer üretti. Beyoğlu'na baktığımız zaman konserleri, konferansları, sergileri ile gitgide daha canlı bir hal alıyor. Bunun devamı gerekiyor. İstanbul’a vize getirilmeli mi? Yılda 500 bin kişi İstanbul'a göç etmek istiyor, bunu idare etmek zor, evet ama ben vize getirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun yerine Türkiye'nin diğer şehirlerine iş imkanları getirilmeli, sanayi kolları kurulmalı. Böylelikle yoğun göçler engellenebilir. İstanbullu olmak için İstanbul’da yaşamak yeterli. İstanbul’un keyfini çıkarmak için en iyi yer ise kuşkusuz, Galata Köprüsü... Fotoğraflar: Uğur Demir, Vedat Arık, Hıdır Durman Prof. Dr. SEMA ERDER (Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü) Nerelisin hemşerim? “İstanbullu kim?” sorusuna sayısız cevap verilebilir. Yanıt, bu kentte yaşayanların nereden geldikleri, nerede oturdukları, ne iş yaptıkları, nerelerde dolaştıkları, neleri tükettikleri, neye inandıkları, hangi partilere oy verdikleri, hangi şarkıları söyledikleri gibi farklı açılardan bakıldığında ya da soruyu sorana ve cevaplayanın konumuna göre tamamen değişebilir. Belki de, “İstanbullunun” en belirgin özelliği, çeşitliliği ve birbirine benzemezliği. Bu, diğer metropollerde yaşayanların da ortak özelliği, ama İstanbul’un farkı, baş döndürücü hızla değişmesi ve dinamizmi nedeniyle henüz ne kendisinin, ne de başkalarının bunu tam olarak algılamamış olması. Asıl sorun, belki de tek tip İstanbullu aramakta. İstanbul eskiden beri hareketli ve kozmopolit nüfusa sahip bir göç kenti. Büyük göç başladığında, eski kentin kozmopolit yaşamına alışık olanların ilk algıladıkları değişiklik, yan yana yaşamaya alışık olmadıkları, köylülerin kente gelişiydi. Bu yıllarda kentteki çeşitlilik, kentlilikköylülük ikilemi olarak belirginleşti, “İstanbullu olmak”, kentin merkezinde yaşayanlar için “kentli olmak” anlamına geliyordu. 1980 sonrasını zenginiyle yoksuluyla “yeni İstanbullu”nun oluşmaya başladığı bir dönem olarak kabul edebiliriz. Bu dönemde, farklı bölgelerden gelen, farklı kökene ve kültürel birikime sahip grupların kentte kurdukları yeni ilişkiler belirginleşti. “Nerelisin hemşerim” yeni İstanbulluların İstanbul’daki bu çeşitliliği algıladıklarını gösteren bir soru olarak dile yerleşti. “Köylülerin” gelişi, kent merkezinde yaşayanlar için hep sorun olarak algılandı, ama gecekonduların İstanbul’un ve var olan kentsel kurumların bir ürünü olduğu ve oralarda yaşayanların da artık kentli ve İstanbullu olduğu dikkatlerden kaçtı. İstanbul’un gecekondu bölgelerinde yapılan araştırmalar, birinci nesil göçmenlerin bile bu kentte kendilerini izole ve yabancı hissetmediklerini ortaya çıkardı. Diğer taraftan, kentin eski ve yeni gecekondu bölgelerinde yaşayanların bir kesiminin “kentin yeni yoksulları” oldukları ve kentte artan eşitsizliklerden nasiplerini aldıklarını da biliyoruz. Yaşadıkları mahallelerden çıkmadan günlerini geçiren kadınların; gittikçe yozlaşan ve kendilerini içine çekemeyen eğitim sisteminden kaçarak sokaklarda kendilerine yol arayan ya da sanayi sitelerinde meslek edinmeden işçileşen gençlerin ve çocukların da kentte yaşanan kutuplaşmadan etkilenen “İstanbullular” oldukları açık. Yoksulların kendilerini nasıl tanımladıklarının pek önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan, kendilerini “İstanbullu” ya da kentli olarak görenlerin, bu grupları, “ötekileştirmeleri” ve dışlamaları. Bu “ötekileştirme” ve “dışlama” her kentsel kesim için, her konjonktürde farklı olabiliyor. Bunun çarpıcı örneklerini son dönemde uygulanmaya başlanan bazı "kentsel dönüşüm" projelerinde de gözlemleyebiliyoruz. Bu noktada kentin yerlisi ve belki de en eski İstanbulluları Sulukule’de yaşayan Romanlar mı, onları “temizleme” gayreti içinde olan yeni “İstanbul severler” mi daha İstanbullu? ALİ POYRAZOĞLU (Tiyatro Sanatçısı) Bu şehri anlıyorum... B enim dünyamdaki İstanbul, “hep içimde tuttuğum, varlığını bildiğim bir şey, aynı çocukluk gibi”. İstanbullu olabilmek için belki kendi çocukluğumuza, özgürlüğümüzü bulduğumuz yere dönmeliyiz. Bu, İstanbulluluk bilincine ve dinamizmine ulaşmanın en güzel yolu. İstanbul benim için dildir, güzel Türkçe’dir. Küçüklüğümde duyduğum Rumca’dır, Ermenice’dir... Moda’da Rum ve Ermeni arkadaşlarımla büyüdüm, Fransız ve İtalyanlar bile vardı. O zaman pek çok dilin konuşulduğu, şimdikinden daha kozmopolit bir İstanbul vardı. O dönemki İstanbullu bakışı, İstanbullu yaşama biçimini yarattı. Bugünkü sorunlarla boğuşan, balta girmemiş vahşiliğiyle bize saldıran kent düzeni son yarım yüzyılda oluştu. Yine de herkesin kendisini ait hissettiği ve bundan mutlu olduğu bir İstanbul vardır. Fakat İstanbul da bireyler gibi kimlik bölünmesi yaşıyor. Takıntıları beliriyor, bilinçaltı kontrolden çıkıyor. İstanbul kendiyle barışık ol mayıp buna hiç niyetlenmeyen kimliklerin oluşturduğu bir şehre dönüştü. 1950’den sonra çok göç aldı. Türkiye’de her şeyi bildiğini iddia edip hiçbir şey bilmeyen insanlar devlet yönetimine soyunduklarından, planlı geçiş dönemi ıskalandı ve bugünkü kaosa düşüldü. Cihangir’de yaşıyorum ve Beyoğlu benim için çok önemli, ama tüm İstanbul benim diyebilirim! Bu kentin sahiplerinden biriyim, buralıyım. Kendini İstanbullu hisseden herkes de öyle. Bu şehri düşünüyorum, anlıyorum. Çıkmazlarını sorguluyorum. Büyük kentte yaşamanın sorumluluğunun ve sorunlarının farkındayım. İstanbul pahalı ve çok stresli. İnsan ilişkileri dahil tüm damarları tıkalı. Bunların yanında inanılmaz bir insan ve kültür çeşitliliğine sahip. Her kesimden insanı, düşünceyi ve sanatı besliyor. Etkileşim yüksek, ben de bir rönesans adamı gibi, farklı kültürler arasında dolaşırken besleniyorum ve üretiyorum. Her şeye rağmen İstanbul’da yaşamak büyük şans.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear