Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
10 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 4 HAZİRAN 2006 / SAYI 1054 Cahit Külebi Sokağı Ataol Behramoğlu 23 Mayıs Salı günü Antalya’da bir sokağın açılışı yapıldı. Tıpkı bir anıt açılışı gibi. Antalya Lisesi yakınında, daracık, sevimli bir sokaktı bu. Sokakla bulvarın kesiştiği köşedeki tarihsel kimlikli evin sokağa bakan cephesinde bir örtü asılıydı. Sonra tıpkı bir anıtın üzerinden kaldırılır gibi çekilip alınan örtünün altından “Cahit Külebi Sokağı” sözcüklerinin yazılı olduğu levha ve şairin “Hikâye” adlı şiirinin yazılı olduğu bir başka levha çıktı. Bahardan yaza doğru geçilmekte olan bu Antalya öğle sonrasında, Antalya’nın Muratpaşa semtinde, Külebi’nin yakınları, Antalyalı ya da konuk sanatçılar, şiir severler ve oradan geçen halk, bu unutulmayacak açılışın katılımcıları ve tanıklarıydık... Metin Demirtaş konuşmasında, levhadaki şiirin ve sokağa şairin adının verilişinin öyküsünü anlattı. Cahit Külebi 19431945 yıllarında Antalya Lisesi’nde edebiyat öğretmeni iken, demek ki yirmili yaşlarının ilk yıllarında, “Hikâye”yi bu sokakta yazmış... “Senin dudakların pembe Ellerin beyaz Al tut ellerimi bebek Tut biraz...” Külebi’nin ünlü şiirini defalarca okumamış ve hiç değilse bu ilk dizeler belleğinde yer etmemiş bir şiir sever var mıdır? Desen: SEMRA CAN Gözü yüksekte olmak, tamam. Ama en iyiyi başarmak arzumuz azgın hırsa dönüştüğünde, hem bize hem çevremize zarar verici hale gelebilir... Asıl amaçlarımızın ötesine geçmeden, aklı başında isteklerimizi nasıl gerçekleştirebiliriz? Cahit Külebi, sevgili arkadaşım Metin Demirtaş için olduğu gibi, benim de şiirde ilk göz ağrılarımdandır. Çankırı’da, lise öğrenciliğimde, dilime Türkçemizin tadını yerleştiren ilk şairlerimizdendir... “Bir nagant tabancam olsa benim İnce bilekli yar Dünyaya eyvallah etmem Altın yürekli yar....” Mesele “nagant tabanca”da, hatta “ince bilekli yar”da değil... Asıl konu dil, dilin kendisi... Türkçenin eşsiz tatları... Külebi bu dil tadını modern şiirimize en bilinçle, en çok duyguyla, en cömertçe sunmuş şairlerimizden, onların en önde gelenlerindendir... Sonradan düşündüğümde, sözünü ettiğim Orta Anadolu kentinde, Orta Anadolu’nun doğasıyla, bozkırıyla, Külebi şiirinin ne çok örtüştüğünü, ve bu şiirin (tıpkı o doğa gibi) beni ne çok etkilemiş olduğunu anlıyorum... “Tokat’a Doğru”nun, gönlüme bir düş gibi işlemiş dizelerinin yarattığı bu etkiyi başka nasıl açıklayabilirim: “Çamlıbel’den Tokat’a doğru Tozlu yolların aktığı ırmak Ben seni çoktan unuttum Sen de unuttun mu dön geri bak...” Metin Demirtaş’ın hayalini ve tasarımını yaşama geçirerek Antalya’ya “Cahit Külebi Sokağı”nı kazandıran (Sayın Süleyman Evcilmen başkanlığındaki) Murat Paşa Belediyesi, böylece simgesel değeri çok yüksek bir kültür hizmetini gerçekleştirmiş oldu. Bir ülkenin kültürel kimliğini ve siyasetçisinin kalitesini en doğru yansıtan aynalardan biri de sokak adlarıdır çünkü... ataolb@cumhuriyet.com.tr Mükemmeli kovalamak yıpratır... Ç ağımız hep daha iyiyi başarmamız için kışkırtıyor bizi... Bu da yaşamdan zevk almamızı engelliyor. Bizi tüm alanlarda kusursuz olmaya davet eden bir “zorunlu mutluluk” kültüründe yüzüyoruz. Kusursuzluk isteğimiz, en yakınlarımızı ve yaşam keyfimizi yitirmemize neden oluyor. Birçok insanın bu denli aşırılığa düşmesinin birincil nedeni, özseverlik. İnsanlar kendilerini iş yapma güçlerine göre değerlendiriyorlar, iş başarma güçleri vasatsa, kendilerini büyük güçlükler içinde buluyorlar, oysa bu bir teşvik olmalı, kendini sevmenin tek yolu değil... Her şeyde başarılı olan ama güçlü hüzün anları yaşayan bir adam. Babası üniversite mezunu, sınıflarını atlayarak geçmesini sağlamış ve ona birçok dil öğretmiş. Babasının ilgisini korumak için hırsla çalışmış. Hep sevilmek için çok şey yapması gerektiğini düşünmüş ve ufak tefek şeyler yüzünden umutsuzluğa düşmüş. Bazı kişiler de eleştirilmek korkusuyla kusursuz olmayı arıyorlar. Tıpkı evlerini temizlemek için saatler harcayıp size; “Evim pırıl pırıl olmalıydı.. Ya biri ansızın geliverirse, hakkımda kötü yargıda bulunmasına dayanamam” diyen kadınlar gibi. Bir de yenilikler bulma yeteneklerine inanmadıkları için her şeye egemen olmak isteğiyle mükemmeliyete yönelenler var. Kişiyi zehirleyen mükemmeliyetçilik ile sağlıklı mükemmeliyetçilik arasında dozaj sorunu vardır. Kişinin saptadığı amaçlar ile gerçekten yapabildikleri arasındaki ara çok azsa, amaca ulaşmak için hiçbir girişimde bulunulmaz ve yaşam donuktur. Ama bu ara çok açıksa, amaca asla ulaşılamaz ve kişi kendini sürekli bir acı çekme içinde bulur. İyi mükemmeliyetçilik uyarıcıdır, ama acı çektirmemelidir. Bu, gözü yüksekte olmak hatadır anlamına gelmez! “Hep daha iyiyi istemek” sayesinde güzellik ve coşku ortaya çıkmıştır: Dansçılar, müzikçiler, ressamlar genel olarak, saatler süren çalışmalar sonucu vardıkları mükemmellik anlarıyla bize en yoğun duygularımızı sunarlar. Ama aynı titizlik elimizi kolumuzu bağlayabilir ya da doyumsuzluk kaynağı olabilir. Çok fazla kılı kırk yardığınız için, aynı işi başarmakta başkalarından daha fazla mesai harcadığınızda tehlike var demektir. Tüm olayları denetleme gücünün yalnız sizde olduğunu düşünerek kimseye yetki vermediğinizde ya da mükemmel olmadığınız için kendinizi değersiz bulduğunuzda da... KENDİNE KARŞI HOŞGÖRÜ Güçlü baskılar doğurmayan, ulaşılabilir amaçları önceden saptamak için bizi en iyi yönlendirebilen şey duygularımızdır. Pozitif mükemmeliyetçilik içinde olanlar kendilerini huzurlu hissederler. Zaman zaman başarısızlık olabilir, bu sıkıntı yaratmaz. Öte yandan, zehirleyici ölçüde mükemmeliyetçilik içinde olanlar, mutlu değillerdir. Hep sıkıntıları zevkin önüne geçirirler, çünkü zayıf noktalarını kabul etmezler. Oysa, yaşamı sevmek için vazgeçilemez olan, kendine karşı belli bir hoşgörüdür. Peki, günlük yaşamı berbat eden bu mükemmeliyetçilik arzusundan kurtulabilir miyiz? Nasıl kusurlu olunur? Bu da bir dozaj sorunu. Mükemmeliyetçiliğimizin en az yüzde yirmisini bırakmak gerekir, çünkü geride kalan yüzde seksen bizim için yeterlidir. Yaşamda öncelik verdiğimiz amaçları bir sayfaya, bir hafta içinde gerçekleştirdiklerimizi bir başka sayfaya yazalım. Çoğu kez, sonuca baktığımızda kendimizce önemli olan şeyleri hiç başaramadığımızı fark ederiz. Önceliklerimiz örneğin, eşimizle, çocuklarımızla meşgul olmak, iş arkadaşlarımızla bir kafede zaman geçirmek ya da çalan telefonları hiç açmadan bahçeyle uğraşmak olabilir... Gerçekleştirdiklerimize bakınca, haftayı gene işimiz üzerinde titizlenerek, dosyaları evirip çevirerek geçirmiş olduğumuzu görürüz. Mükemmeliyetçilik, mutluluğu bu yüzden erteler! Psychologies’ten çeviren: EMRE ÇAĞATAY Toprak yolu seçebilirsin oğlum... Aylin Kotil oşuyorum, benim gibi koşmak isteyenler için ayrılmış dar, ama asfalt yolda. İki yanımda toprak yol var. Pek yanaşmak istemiyorum o tarafa. Çünkü ordan, toprak yoldan koşarsam neyle karşılaşacağımı bilmiyorum. Batıp çıkabilirim, çukura denk gelebilirim. Kendimi sağlama alıyorum. Asfalttan gidiyorum. Dümdüz, risksiz ilerliyorum! Bir müddet sonra asfalt yolda yürümüş olmanın aslında sağlığıma daha çok zarar vereceğini bilerek ya da bilmeyerek kendimi garantiye alıyorum! Toprak yol, sürprizlerle dolu olsa da uzun vadede bende hiçbir sıkıntı yaratmayacak. Oluşacak sıkıntılar sadece “an”lık. Ama bu anlık riskler beni korkutuyor... Kendimi sağlama aldığımı düşünüp hiçbir çukura girmeden, asfaltta ilerlemeyi tercih ettiğim hayat yolu aslında içimi kurutuyor. Toprağa batmak, sonra çıkmak, onun yumuşatıldığını hissetmek, kirlenmek, K o an için ürkütücü gelse de, tekdüzeliğin vermiş olduğu sıkıntılı hali bana yaşatmıyor. Toprak yolda ilerlemek kendi içinde sürprizler barındırmakla kalmayıp uzun vadede ruhuma da beden sağlığıma da daha iyi geliyor. Bütün bunlardan dolayı oğlumla birlikte yürüdüğümde asfalttaysak ve bir patika görmüşsem “Gel buradan gidelim” diyorum. O henüz çocuk olduğu için seviyor toprak yolu. Çünkü batıp çıkmayı ve kirlenmeyi seviyor. Bundan mutlu oluyor. Asfalt yolda sıkılıyor. Temkinli olmayı hayat ona öğretmedi henüz. Temkinli olup ama aslında solmayı... Düz yolda emniyetli gidip kirlenmemesi gerektiğini ona dikte etmek istemiyorum. Toprak yolun dokusunu, kokusunu sonuna kadar alsın istiyorum. Toprak yol değil, düz yol onun için mecbur kalınan olsun istiyorum... aylin@kotilsarigul.com CUMHURİYET 10 CMYK