Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 6 21/12/06 16:06 Page 1 PAZAR EKİ 6 CMYK 6 24 ARALIK 2006 / SAYI 1083 “Son”un korkusu Esra Açıkgöz aşak Köklükaya için oyunculuk rastlantısal bir seçimdi. 11 yılda dokuz sinema filmi ve bir o kadar da dizide oynadı. Son rolü, senaryosunu Doğu Yücel’in yazdığı, Taylan Biraderler’in son filmi “Küçük Kıyamet”in Bilge’si. 10 Eylül 1509’da Marmara Denizi’nde yaşanan ve “küçük kıyamet” olarak anılan depremden yola çıkılarak hazırlanan film, olası bir İstanbul depremini ve bir ailenin korkularını anlatıyor. Filmin oyuncusu Başak Köklükaya ile korkuları, film ve oyunculuk üzerine konuştuk. Filmin tanıtımlarında şöyle bir soru var: Bir kıyameti beklemek mi, yoksa yaşamak mı daha zor? Sizin yanıtınız ne? Zor bir soru. Her ne konuda olursa olsun, bir şekilde insanın kendini güvende hissetmeye ihtiyacı var. O güven biraz sağlanırsa, her şey, her felaket daha Başak Köklükaya “iyi” olduğu sürece oynamak istiyor. Hayattan istediği, sefil olmamak, tek ölmemek ve ondan sonra iyi oyuncuydu denilmesi. Son filmi “Küçük Kıyamet”te ise korkularıyla baş ederek ailesini korumaya çalışan bir anne rolünde. B mandım. Hazırlanırken aklıma korku filan gelmedi. İnsanoğlu tedbirini alamadığı şeyden korkuyor. Tabii ki bu korkulardan kaçış yok, ancak onlarla yüzleşebilmek ve bize verebileceği zararları en aza indirebilmek, bu korkuları biraz olsun yatıştırıyor. Küçük Kıyamet filminde yer almayı neden istediniz? Yağmur Taylan’la bir araya geldiğimizde, hikâyeden biraz bahsetti ve o anlattığı kısacık hikâyeden ben gerçekten çok etkilendim. Birbirimize inandık, güvendik. Konuya çok hâkimdi, sanki aylar önce filmi çekmiş gibiydi. Rolünüze hazırlanmak için depremzedelerle görüştünüz mü? Hayır, çünkü bu cesareti kendimde bulamadım. Onlara her şeyi tekrar yaşatacağımı düşündüm. Galiba kendim de bunları ilk ağızdan duymaya hazır değildim. 99 depreminde Ankara’daydım. Ankara, birkaç saniye sallandı, ama bu bile bana çok geldi. Felaketi, aylarca tüm kanallardan canlı izledik. Yola bunları hatırlayarak çıktım. İYİ OYUNCULUK... Filmden çıkıp, oyunculuğunuza gelirsek... Bale eğitimi alırken bir sakatlık geçiriyor, baleyi bırakıp oyunculuğa geçiyorsunuz… Artık oyunculuk tutkusundan söz edebilir misiniz? Evet, oyunculuğa başlayışım tamamen rastlantısal oldu, ama “Oyunculuk yapmadan yaşayabiliyor musunuz?” diye soruyorsanız, yaptığım işi çok seviyorum, ama baleyi de çok seviyordum ve bir gün sakatlanıp da yapamayacağım aklımın ucundan bile geçmemişti. Yaşadığı olaylar insanın düşüncelerini o kadar değiştiriyor ki, bu yüzden bu sorulara çok net bir cevap veremiyorum. İnşallah oyunculuğu uzun yıllar ve başarıyla yaparım, en azından iyi olduğum sürece bu işi yapmak istiyorum. Peki oyunculuğun size verdiği tatmin nedir? Ben kendini çok rahat ve kolay ifade edebilen bir insan değilim. Çok sinirlenirim belli etmem, darılırım, üzülürüm, hatta çok sevinirim, onu da belli etmem... Bu insanda mutlaka bir birikme, patlama yaratıyordur. Büyük ihtimalle bunu oynarken çıkartabiliyorum, atabiliyorum. Biraz klişe bir yanıt oldu, ama bu benim için gerçek bir durum. 1999’da, Antalya Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü aldıktan sonra verdiğiniz bir röportajınızda, “Daha kat edilecek çok yol var” demiştiniz. Şimdi yolun neresindesiniz? Bu, aslında sonu olmayan bir yol. “Küçük Kıyamet” filminden... kolay atlatılabilir. Eğer bu depremse, korktuğunuz şey için ne yapabileceğinizi düşünmelisiniz. Mesela, 99 depreminden sonra ev değiştirdim, çünkü güvenli değildi, bina ve zeminin sağlam olduğuna inandığımız bir yere taşındım. Yine de önünden geçtiğim apartmanların, üstünden geçtiğim yolların ne kadar sağlam olduğunu bilmiyorum, ama ben güvende olmak için ne kadarını sağlayabiliyorsam sağlarım, onun ötesinden kaçış yok, bir şekilde hayatı kabullenip kâbusa çevirmeden yaşamın güzelliklerini görmeye çalışmalıyız. Film sadece deprem değil, insanın başka korkularını da anlatıyor. Sizin korkularınız neler? Endişelerim var, ancak psikolojimi etkileyen korkularım hiçbir zaman olmadı. Çocukluktan gelen korkularım da olmadı. Film için 17 metrelik binaya tır Peki, isteklerinizin ne kadarını gerçekleştirdiniz? Buna nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum, çünkü her zaman kendimden memnuniyetsizim. Çok kolay beğenmiyorum, şimdiye kadar hiçbir zaman kendimi seyredip de “A evet burada iyi olmuş” diyemedim. Aslında bu durum beni hep çok rahatsız etmiştir. Bu, insanı itekleyici bir güç de... Evet, galiba. Sanırım, aldığım yolla ilgili sorunun yanıtını verdiğim zaman yanlış yolda ya da bitişe yaklaşıyor olacağım. O zaman belki, tatmin oldum ya da beni tatmin eden hiçbir şey yok, diyebilirim. Çok sakinsiniz. Çok sakin görünüyor olabilirim, ama şu anda çok heyecanlıyım. Hiç belli olmuyor. Üstelik öyle sakin görünüyorsunuz ki, insan acaba hiç hırsları yok mu, diye düşünüyor… Hiçbir konuda çok hırslı olmadım, çok hayalperest de. Hayatı çok mu gerçekçi yaşıyorum bilmiyorum, ama ne kadar küçük yaşarsam, o kadar mutlu olacakmışım gibi geliyor. Bu hayallerim için de böyle, belki de böylece kendimi garantiye alıyorum. Tek isteğim sefil olmamak, yalnız ölmemek ve benden sonra iyi oyuncuydu, iyi filmler yaptı demeleri, bu yeter. Yalnızlık sizi korkutuyor mu? Aslında yalnızlık değil, tek başına kalmak beni korkutuyor. Tabii ki yalnız olmak istediğimiz zamanlar olabilir. Yani kontrol edilebilir bir yalnızlık istiyorsunuz... Evet... Pek çok drama sanatçısının sonu hazindir ya, evlerinde ya da bir otel odasında tek başlarına hayata veda ederler, bundan korkuyorum. Ya ölmekten? Aslında film de insanı bu korkuyla baş başa bırakıyor. Ölmekten ziyade ne şekilde öleceğimi merak ediyorum. Bu kaçınılmaz olayın, mümkün olduğunca geç olmasını değil de, akıl sağlığımı kaybetmeden ve bakıma muhtaç duruma düşmeden olmasını istiyorum. Peki bundan sonra hangi filmde göreceğiz sizi? Henüz tam kesinleşmedi, ama Semih Kaplanoğlu’nun bir projesinde yer alabilirim. Dizi (Yanık Koza) biter bitmez, yurtdışına dil eğitimi için gitmeyi de istiyorum. Fotoğraf: Vedat Arık Katalan şarkıcı Laura Simo, 26 Aralık’ta İş Sanat’ta... Sinemanın sesi... Ali Deniz Uslu aura Simo, müzik yaşamına 1985 yılında “Pianogrosso” grubuyla başladı, “Laura Simo & Conrad Seto Sound” ve “Estamos Reunidas” gruplarıyla sesini dünyaya duyurdu. 1998’de “Stevie Wonder Şarkıları”, 2000’de “Avrupa Sineması Şarkıları” ve 2002’de ise “Amerikan Filmlerinden Şarkılar” projeleri ile “sinemanın sesi” olarak anılmaya başladı. Simo, 26 Aralık'ta İstanbul’da, “Somewhere West Side HistoryBatı Yakası Hikâyesi”, “PeopleFunny GirlKomik Kız”, “Frank Mills Hair”, “Memory Cats”, “Cabaret” gibi 40’lı yıllardan 80’li yıllara klasikleşmiş Hollywood ve Broadway filmlerin şarkılarını seslendirecek… Caz özel bir müzik. Onu sevmek de icra etmek de zor. Caz kanınıza ne zaman girdi? Üniversiteden mezun olduktan sonra, Almanya’da dilbilimle ilgili olarak çalışıyordum ve şarkı söylemenin düşlerini kuruyordum. Fırsat buldukça da soluğu caz kulüplerinde alıyor, oralardaki müzisyenlerle tanışıyordum. Sonunda ben de söylemeye başladım ve popüler bir caz triosu olan Tetemontoliu’dan teklif aldım. Kendimi birdenbire birbirinden değerli caz piyanistleriyle şarkı söylerken buldum. Sizi daha çok Stevie Wonder’ın yorumları ile tanıdık… Stevie Wonder’ın sesine ve şarkılarına hayranlık duyuyorum. 1976 yılının albümü “Songs in the Key of Life” ise en beğendiğim albümüdür. Broadway müzikalleri ve Hollywood’un aşk şarkılarına sesinizle L hayat verdiniz. Film müziklerini yorumlamaya ne zaman başladınız? Aslında 80’li yılların başlarında çalıştığım caz piyanistleriyle repertuvarımıza filmlerden ve müzikallerden şarkılar koyuyorduk. Çocukluğumda ailemle hep film izlediğimi anımsıyorum. O zamanlarda da pek çok şarkıyı bilir ve söylemeye çalışırdım. Esas olarak 1996 yılında, sinemanın doğuşunun 100. yıl kutlamalarında, Joan Vinyals’la beraber özel bir şov hazırladık ve sahnede sadece filmlerden şarkılar söylemeye başladık.1998 yılında bu konseptte bir albüm kaydettim. “De CineMy Favourite Things”, gösterilerimiz gibi büyük ilgi gördü ve “De Cine” gösterileri ortaya çıktı. Sinema tarihinin farklı dönemlerinden şarkılar söylüyorsunuz, özellikle keyif aldığınız dönem hangisi? Özellikle 1940’lar ve 1960’lar arasındaki dönemi çok seviyorum. Büyük orkestraların görkemli şarkılarını, kimi zamanda orijinal, özel melodileri olan basit şarkıları... Şimdiki Hollywood sinemasının şarkılarını müzikal nitelikleri açısından yeterince özenli bulmuyorum. Sanki her aşk şarkısı birbirine benziyor gibi, orijinal ya da otantik gelmiyorlar artık bana. Kamera önüne geçmek ister misiniz? Böyle bir isteğim yok. Çevremde birçok yönetmen ve oyuncu arkadaşım var, ancak filmlerde şarkılar söylüyor olmak beni fazlasıyla mutlu ediyor. Seslendirdiğiniz Disney animasyonları arasında en çok hangisinden keyif aldınız? Hepsinde yer almak çok keyifliydi, ama favorim Herkül. Çünkü Herkül’ün öyküsünü her zaman çok severdim, animasyonunda şarkılarını söylerken en çok keyif aldığım o oldu.