Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 6 7/12/06 16:37 Page 1 PAZAR EKİ 6 CMYK 10 ARALIK 2006 / SAYI 1081 AYNUR Müzisyen İstanbul içinde zevki barındıran, ama aynı oranda huzur veremeyen büyük ve kalabalık bir şehir. Farklı tarihi dokusu, bir dünya kenti olması ve büyüklüğü yabancılaşmayı da beraberinde getiriyor. Bu da kimliğini bulamayan veya arayanlar için bir melankoli gerekçesi bence. İstanbul Türkiye’nin prototipi ise Beyoğlu da İstanbul’un prototipi. Birçok kültür burada kendisini var edebilir ve anlatabilir… Onların karşılaşma yeri ise Taksim Meydanı, yani Beyoğlu’nun girişi, yani melankolinin kapısı… OSMAN AKINHAY Yazar Bir yatak, bir masa; emektar daktilomla kafa yora yora Terry Eagleton’ın “Azizler ve Alimler”ini çeviriyorum. Sabahtan beri Dolapdere’den doğru bir sis bulutu yağıyor sanki apartmana doğru; apartman dediğimiz de eski bir Ermeni binası. İncecik, yedi katlı; alt kattaki yaşlı kadın, “Pisa Kulesi’nde gibiyiz, her sene yarım santim eğilir bizim apartman, Tatavla’nın kaderi gibi” diyor, belini tutarak gülerken. Çatıların üstü, önceki gün yağan karın kalıntılarıyla kaplı. Derken, gündüz vakti, henüz ikindi olmadan hava zifiri karanlığa dönüyor yarım saatliğine. Helikopterler pat pat gürültüleriyle tepemizden geçiyorlar; muhtemel, aşağıdan yürütülen günlük operasyonlarını yukarıdan denetlemek için Hürriyet Mahallesi’ne, Gültepe’ye doğru gidiyorlar. İstanbul, tabelası dikilmemiş bir Texas: Bir gün siyasi suikast, öbür gün yargısız infaz. Salonun duvar kâğıtları tutkallarını çoktan atmış; uykuda basan hayaletler gibi çöküyorlar üstüme. Masadan kalkıp, buz gibi soğuğu içine alan delik deşik doğramalarını umursamadan pencereye başımı yaslıyorum. Oysa bir şenlikti o yazın ortası; on bir yıl mapusluğun ardından, 31 Temmuz’u 1 Ağustos’a bağlayan gece, Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla topluca tahliye edilmiştik. Gece yarısı, beşerli gruplar halinde nizamiye kapısından bırakıldığımızda bir yıldız cümbüşü halindeki o gökkubbe bize el değdirip okşayacağımız denli yakın ve canlı görünüyordu. Şimdi çıksam, kaldırımların buz tutmasına aldırmadan, Dolapdere’ye inip As Sineması’nın bulunduğu ara sokaktan bulvara çıkıp da yürüsem Beyoğlu’na, oradan Köprü’ye, belki “bizim olacak yokuştan” Cağaloğlu’na.... İstanbul bu, hüznü iyi tanır! NEJAT YAVAŞOĞULLARI Müzisyen Bu kent bana her zaman melankolik duygular verir. Belki de bu, doğup büyüdüğüm bu su kentine ait bütün masalları, efsaneleri işitmenin yanı sıra yaşam alışkanlıkları ve seremonilerini çocukluğumda yaşamış olmam yüzündendir. Dedemden “İpsiz Recep” ve “Deniz Kızı Eftelya” hikâyelerini, annemden “gazi”nin Küçüksu’ya gelişini, uskumru sürüsünün dereye girmesini çok dinledim. Gece sandalla Bebek Belediye Gazinosu’nun önüne demirleyip maaile “Müzeyyen Senar”, “Öztürk Serengil” dinlemelerimiz, dönüş yolunda yıldızlara bakarken uykuya dalışımız, panayır zamanında, şimdi kaçak yapılar arasında kaybolan Ayazma’daki kiliseye giderek çoluk çocuk tüm mahalle halkı papaza okunmalarımız, faytonlarımız,vapurlarımız... Bugünlerde beni bu hallere koyan şey bütün bu kültürü oluşturan insanların, ortamların kentin yaşamında artık ağırlığını hissettiremiyor olması, kenti yönetenlerin duyarsızlığı mıdır acaba? Kentin en güzel yerlerinde terk edilmiş yorgun ve vakur yapılar bile eski günleri, eski sahiplerini özlüyor gibiler... Birhan Keskin “Haliç” diyor, Nejat Yavaşoğulları “Kandilli’de yıkılmaya yüz tutmuş bir ev”… Giovanni Scognamillo için İstanbul’un melankolisi eski bağlantılarda, Orhan Pamuk. karşılaştırmalarda. Haydarpaşa, Dolmabahçe, Tünel, Çengelköy, Kurtuluş, Moda… Herkesin melankolisini asacağı bir yer var İstanbul’da… Çoğu Orhan Pamuk’un romanlarına sızan mekânlar ve haller… Pamuk, işte bu nedenle bugün Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken, bize bu melankolik ruhun izlerini sürmek kalıyor… Derleyen: Berat Günçıkan CENAP GÖK Borsacı Acayip bir yerdir Moda sahili, doldurulmuş, defalarca düzenlenmiş şekilden şekile sokulmuştur. Sahil boyunca bir metre yüksekliğinde dökülmüş kayalar denize gitmenizi engellemek ister gibi dururlar. Bomboş görünür hep, sahil boyu yürüyen insan sayısı ne kadar çok olursa olsun. Akşamları berduşlar ve sokak köpeklerinin yatağıdır, gündüzleri sokak köpekleriyle ev köpekleri burada karşılaşır, selamlaşır, itilen hep sokak köpekleri olur. Kentin parıltılı ışıkları görünür denizin öte yanından ve bir gurultu gelir, İstanbul Moda’ya guruldar. Sakin bir sahil kasabasından şehre artist olmak için kaçmayı planlayan genç kız gibidir sahili. Yürürsünüz yürürsünüz, denizi çok az duyarsınız, ağaçları çok güdüktür, çalılıklarında boş bira kutuları ve yer bulamadığından orada öpüşen çiftler görürsünüz. Kadıköy’ün en mutena semti bilinir ya Moda, sahili bir o kadar fakirdir, ama sonuna doğru, o fakirliğin içinden çıkmanızı sağlayan ve üye olmayanların giremediği Moda Deniz Kulübü’nden şen kahkahalar gelir. Düşünürsünüz, bu sahilde insanı, özellikle pazar akşamları, insanı bu kadar yalnız hissettiren nedir? Karanlık olan Moda sahili midir, yoksa kendi içiniz mi karartır sahili?