Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 EKİM 2005 / SAYI 1019 Demokrasi nerede? RONİ MARGULİES, Şair. Ingiltere'de Sosyalist Işçi Partisi, Türkiye'de Devrimci Sosyalist tşçi Partisi üyesi. Tercüman. 32 yıldır Ingiltere'de. Sosyal demokrasinin, işçi sınıfı içindeki egemenliği nedeniyle, tngiltere Komünist Partisi, Avrupa'nın en küçük partilerindendir. Ama bu Türkiye'de böyle değil. Sosyal demokrasi geleneği ve sosyal demokrat partinin politikaları, her zaman solunda boşluk bırakıyor. îngiltere'de sendikaların içinde devrimci bir mücadele yapmak, taban kazanmak da zordur. 1946dan bu yana ilk kez bu yıl tşçi Partisi'nin solunda bir milletvekili seçildi. Türkiye'de bütün sol partiler, sendikalarla ilgilenir, ama bence böyle bir taban yok. Türkiye'de 1980, darbe nedeniyle daha fiziksel olarak yaşandı, ama Ingiltere'de de 1978'de işsizlik 2. Dünya Savaşı'ndan itibaren ilk kez 1 milyonun üzerine çıktı, ardından bu rakam 3 milyona geldi. Sonuçta orada insanlar işkence görmedi, ama işsiz kaldı. İşsizlik, işçi sınıfını disiplin altına almanın en etkili yöntemi. O süreçte tüm dünyada, rüzgârlar sağa doğru eserken, örgütler de savrulmanın önüne geçebilmek için, içlerine kapandılar. Marksistlerin dinozor diye anılmaya başlanması da bu döneme denk geldi. Ingiltere'deki pub, buradaki meyhane nüfuiu arttı. Orada Thatcher, burada Özal, sosyal devletin tüm kazanımlannı eritmekle meşgulken, demoralize, çaresiz, umutsuz işçilcr ve muhalifler vardı. Seattle'da başlayan 2000'lerin hareketi, îngiltere'de büyük bir heyecan yarattı, ancak Türkiye solunda böyle bir hareketlilik olmadı, aksine küçümsendi ve bu tutum sürüyor. Her iki ülkedeki partim, bu yeni harekete dahil. Îngiltere'de devasa bir savaş karşıtı hareket ortaya çıktı. Bu Türkiye'de tam olarak böyle olmadı, ama 1 Mart'ta tezkereyi durdurduk. Uzun çalışma saatleri ve... YELDA REYNAUD, Avusturya'da doğdu. Almanya'da büyüdü. Fransa'da tiyatro eğitimi aldı ve oyunculuk yaptı. Sonra da Türkiye'ye döndü. tşte Reynaud'un AB ülkeleri ve Türkiye'deki oyunculuk, sinema ve televizyon anlayışı üzerine anlattıkları: Fransa'da sinema ücreti 8 Euro, ancak ayda en az bin Euro kazanıyorlar. Burada sinema 56 Euro, asgari ücret ise 350 milyon lira. lşte fark burada başlıyor. Diğer bir fark da, Türkiye'deki organizasyon bozukluğu. Sette yönetmen bir şey, asistan başka bir şey, asistanın asistanı bambaşka bir şey söylüyor. Her kafadan bir ses çıkıyor, kimse kendi görevini yapmıyor. Fransa'da oyuncu, kameraman, yönetmen yılda 512 saat yani günde 8 saatten 64 gün çalışınca, çalıştığı yerlerden aldığı iş kamesini bir birliğe götürür. Orada kazandığı para hesaplanır ve buna göre bir yıl boyunca her ay belli bir miktar para alır. AB'de de starlar dışında oyuncular az para kazanıyorlar, ancak bu yöntemle açlıktan ölmüyorlar. Fransa'daki bütün oyuncular iki mesleklidir. Burada çok ciddi paralar kazandığı halde hâlâ şikâyet ediyor insanlar. Geldiğimde hemen vergi mükellefi olduğum için benle dalga geçtiler, "Ne güzel bir kuşsun, yoluyorlar seni" diye. Oysa bu bir eğitimdi. Setlerde insanlar sigortasız çalışıyor. Fransa'da 8 saatten fazla çalışılmaz, bir film 8 haftada bitirilir. Eğer yönetmen bir saat daha fazla çalışacaksa, o zaman aldığınız paranın iki katını öder. Burada bir film 6 haftada çekiliyor. Üstelik de günde 20 saat çalışılıyor. Onlar daha hızlı, ancak kazasız çalışıyorlar. Çünkü yorgun bir beden, yorgun bir zihin, konsantrasyon kaybı, büyük kazalara yol açıyor. Fransızlar, Almanlar çok organize çalışır, hiçbir şey tesadüflere bırakılmaz. Eğer yağmur, kar yağarsa ya da başka bir şey olursa her şey hazırdır, ona göre hareket edilir. Türkiye'de para o kadar sevildiği halde, zamanın para olduğu anlaşılmıyor. Ben AB'ye girmemizi olumlu görmüyorum, çünkü Türkiye'ye faydası olacağmı düşünmüyorum. Ayrıca, AB'deki sosyal devlet anlayışı da çöktü, eğer sosyal taraflarından faydalanmak amacımızsa... Gazeteci mi, entelektüel mi? BELKIS KILIÇKAYA, 18 ydlık gazeteci. 5 yıl Milliyet'te çalıştıktan sonra Fransa'ya gitti. Fransa'da yayımlanan dergiler için Türkiye haberleri ve röportajlar yaptı. Şimdi NTV ve Sabah gazetesi için çalışıyor. Meslek açısından iki ülke arasında önemli farklar var. Fransız basınında başyazı hariç, Türkiye'deki gibi bir köşe yazarları geleneği yok. Yani aynı kişinin spordan, dış politikaya kadar hemen her konuda yazı yazması söz konusu değil. Önemli bir fark ki ilk kez bir Fransız gazetecinin tepkisi sayesinde fark ettim, Türkiye'de entelektüellerle röportaj yapmak istediğini her söylediğinde, ona birtakım gazetecilerin ismi verilmişFransa'da gazeteciler, entelektüeller sınıfına ait değiller. Muhabirlerin uzmanlaşmasına çok önem veriliyor. Konusunda yorum yapacak ehliyete sahip muhabirlere bazen yorum yazıları yazdırılıyor. Burada da halkın gözünde gazetecilerin çok itibarlı ve güvenilir olduğunu söyleyemeyiz. Fransız basını Irak Savaşi'nda çoğu zaman duymayı arzu ettiği vcya gerçek olmayan haberler duyurdu. Ayrıca, medya genel hadarı itibarıyla her konuda olmasa bile, ıktıdara muhalefet ediyor, muhalefete de destek veriyor. Elbette medyanın iktidar indirip çıkarma gücünün Türkiye'deki kadar güçlü olduğunu söyleyemeyiz. Neticede medya ülkedeki siyasi muhalefet partileri ve harekctleri üzerinden, onların çözüm önerileri üzerinden muhalefet yapabilir. Bu da şimdilik Türkiye'de görünmüyor. Burada gazetecilik mesleğini icra ederken bir mesleğiniz olduğundan eminsiniz, iyi yaptığınız takdirde hayatınızı bu işten sağlayacağınızdan da. Ama Türkiye'de gazetecilik kendimi de katarak söylüyorumhiçbir zaman ertesi gününden emin olunmayan nadir mesleklerden biri. tşe kolay girebiliyor.ama o kadar da kolay çıkarılabiliyorsunuz. Burada basın kartı devlet tarafından verilen ve sigortalı çalışmak kaydıyla alınan bir kart değil. Geçiminizin önemli bir bölümünü medyadan sağlamanız yeterli. Üç aylık bir çalışma döneminin ardından, başvuru yaptığınız takdirde, gazetecilerden kurulu bir komisyon tarafından kartınız veriliyor. Basın kartının avantajları müzeler ve sergilere girişin bedava olması, bir de vergi indirimi söz konusu. Fotoğraf: Uğur Demir Türkiye'deki partimizin merkez komitesinin 8 üyesinin 4'ü kadın. Bu anlamda Ingiltere'deki örgütten daha ilerideyiz, ama orada da yarıya yakın. Bence Türkiye solu, tarih içinde kadın erkek eşitliği anlamında çok gelişti. Hem yönetim kadrolarına gelmek hem de gündelik hayattaki ayrıntılar anlamında. Geriye dönüp bakarsak, Türkiye'deki 68'de Marx'ı orijinal metinlerden okuyan kaç kişi vardı? Orada raf raf bütün klasikler vardı. Ama son 20 yılda, o kitaplar her iki tarafta da satılmadı. Türkiye'de toplanacak yer olmadığı, belediye salonları vs. az olduğu için partilerin hatta illegal örgütlerin bile bir yeri vardır. Îngiltere'de pub'ların üst katlarında iki odası vardır ve toplantı için kiraya verilir. Ingiltere'deki partinin bir merkezi vardır, şubelerin binaları yoktur. Toplantılar orada yapılır. Türkiye'den gelenler partinin yerini sorarlar, ben de yok derim. Onlar bunu prestij düşürücü bir durum olarak algılıyorlar. Medya taraf tutma görevini, polis gibi daha dikkatli yapar. BBC, prestijini korumak için, dikkatli davranır. Tarafhlığı çok açık olan bir medya egemenlerin işine yaramaz, çünkü izlenmez ve güvenilmez. Bildiri dağıtırken, kendimi şimdi Türkiye'de de rahat hissediyorum. Ama îngiltere'de hiçbir zaman bir kaygı hissetmedim. Fransa'da olduğu kadar olmasa da îngiltere'de de faşistler var ve cesaret edebüirlerse saldırırlar. Bunlar daha dönemsel şeyler tabii. Türkiye'de sol harekettekiler ceza yasalarını iyi bilirler, ama orada böyle bir şey gündeme gelmez. Çünkü illegal örgüt tanımı yok. Orada adam öldürmek dışında her istediğini yapabilirsin. Adam öldürdüğünde de sadece bu suçtan yargılanırsın, yoksa bunun örgütle bağlantısı tartışılmaz. Sosyalizm mücadelesi anlamında, illegal bir pozisyon yok. Îngiltere'de Terörizmle Mücadele Yasası hep vardı, ama bu IRA içindi. 11 Eylül'den sonra artan tutum, bugün tamamen Müslümanlara yönelik yasalar çıkarılmasıyla sürüyor. Örneğin gözaltı süresini 3 aya kadar çıkarmayı düşünüyorlar. Bugüne kadar nüfus cüzdanı diye bir şey yoktu, şimde dijitallerini çıkarmaya hazırlanıyorlar. Son olarak, 11 Eylül ve Londra'daki bombalama eylemlerinden sonra her iki ülkenin neredeyse Türkiye'deki sıkıyönetim döncmlerinc döndüğünü söyleyebilirim. Yakın /amanda Türkiye demokrasisi orayı geçerse hiç şaşırmam! Fransa'da yakın zamana kadar özel hayata son derece saygılı bir medya geleneği vardı. O kadar ki, bütün Fransız medyası Cumhurbaşkanı Mitterrand'ın evlilik dışı bir çocuğu olduğunu bilmesine karşılık, cumhurbaşkanı bizzat kendisi onu kamuoyuna sunmazdan önce, 1819 yıl yazmadı. Ama bu, burada da değişiyor ve özelliklc son yıllarda özel hayat üzerine kurulu dergilerin satışında bir artış olduğu söyleniyor. Bir diğer kıyas, Fransa'da söylendiğine göre 1920'lerde yaşanmış bu olaylar kimse oturduğu yerden filanca kişi yolsuzluk yapıyor diye yazı yazamaz. Halbuki Türkiye'de neredeyse adı bilinen, ekranda bir şekilde gözüken herkes yolsuzluk ithamlarından nasibini alıyor. Yolsuzluk korkusunun son derece istismar edildiği, bu yüzden de kurunun yanında yaşın da yandığı, hatta kurunun yanmadığı anlaşılıyor. Fransa'da da siyasetçilerin işadamlarının yolsuzluk davaları elbette var. Ama bunlar soruşturma sürecindeki iddialar ve mahkemenin kararıyla eşzamanlı yapılıyor. Yani gazeteciler bizzat savcı iddianamesi gibi suç duyurusunda bulunan manşetler atmıyor, yazılar yazmıyor. Suç duyurusunda bulunulmuş, savcılığın soruşturma açtığı davaları duyuruyor. Hukukçular siyaset yapmayı bırakırmı? SİMEL GUNDEM, ELSA Türkiye'nin stajyer öğrenci değişiminden sorumlu başkan yardımcısı. AB'nin yeni üyelerinden Slovakya'da staj yaptı. Slovakya'da baro başkanının ortağı olduğu, uluslararası hukukla uğraşan bir büroda staj yaptım. Büro işleyişi açısından çok büyük farklar yoktu. Orada da Kıta Avrupası hukuku geçerli. Bu anlamda, hukuksal olarak yabancılık çekmedim. Ayrıca Slovakya'da da davalar en az buradaki kadar uzun sürüyor. Bu anlamda da yabancılık çekmiyorsun! Avukat stajyerinin görevi buraya benziyor; kısaca adliyeye evrak götürmek, getir götür yapmak. Ama orada her avukatın kendine ait bir çalışma ekibi var. Uzmanlaşma ve kıdemine göre şirketteki payının artması uygulaması var. Hukuk eğitimi ise 5 yıl. Hukuksal yorum açısından komünist sistemin etkileri görülmeye devam ediyor bence. Hukukçular, Türkiye'de daha fazla siyasetle ilgileniyorlar. Orneğin benim bürosunda çalıştığım avukat baro başkanı olmasına karşın, hiç siyasetten konuştuğunu, siyasi yorumlar yaptığmı görmedim. Burada baro başkanının bürosunda çalışsam herhalde hukuktan çok siyasede ilgili olurdum. Avrupa'nın genelinde de siyasetle hukuk yorumları çok birbirine kanşmıyor bence. Sonuçta hukuk siyasal bir olgu, ama işleyiş burada olduğu kadar üst üste binmiyor. Ayrıca orada kural, kuraldır. Delinmesi, arkasından dolanılması mümkün değil. Şimdi staj yaptığım büro, daha çok yabancılarla çalışıyor ve adliyedeki süreçler onları çok şaşırtıyor. Ayrıca mevzuattaki ani değişikliklere de çok şaşırıyorlar. Örneğin yabancılara mülk satışının, nasıl bakanın talimatıyla askıya alınabildiğini anlatmak mümkün olmuyor. Ayrıca kendimi AB'ye hazır bir avukat adayı olarak hissetmiyorum. Altyapımın yeterli olduğunu düşünmüyorum. Spor kültürü... SERKAN ERDOĞAN, îspanya'nın TAU Ceramica Basketbol Takımı'nda oynuyor: Avrupa'da profesyonel yaşam daha gelişmiş. Ayrıca, çok gelişmiş spor kültürleri var. Bu kültür sayesinde, spor ne magazin ne de şiddet olarak algılanıyor. Türkiye'de ise sporun magazin yönü daha fazla haber yapılıyor. Bunun değişmesi için eğitim gerek, ama bence eğitim bile bu sorunlan tek başına çözmeye yetmez. Babam beden eğitimi öğretmeniydi. Hem onun anlattıklarmdan hem de kendi öğrenciliğimden hatırlıyorum, bize beden eğitim derslerinde hep matematik gösterirlerdi. Beden eğitim derslerl de oradan atla, buradan geç diye yapılır, sporun kültürü öğretilmezdi. Orada her yaşta insanın, istediği her sporu yapabilmesi için uygun alanlar var. Ayrıca, takım arkadaşlarım arasında en yaşlı ben olacağım. Sporcu kendine ne kadar iyi bakarsa o kadar uzun zaman oynar, ancak Türkiye'de sporcu da olsan, iyi para da kazansan yıpranma payın daha fazla. AB'de öğrenci olmak... EMRE OZDEMtR, ÎÜ'de çift anadal öğrencisi olarak uluslurarası ilişkiler ve sosyoloji okumuş. Şimdi Belçika'da Leuven Üniversitesi'nde Avrupa Politikaları Yüksek Lisansı yapıyor. îşte anlattıkları: Avrupa Komisyonu ve TC Dışişleri Bakanlığı'nın AB'nin çeşitli alanlarmda uzman yetiştirilmesi için verdikleri "Jean Monnet Bursu"nu kazandım. Türkiye'deki eğitimimden memnundum. Ancak burada öğrencinin derslere katılımına daha çok önem veriliyor. Burada öğrenciysen akan sular duruyor. Örneğin şehir içi ulaşım ücretsiz. Sadece ydlık 17 Euro'ya yüzme havıızu dahil pek çok spor imkânından yararlanabiliyoruz. Her şeyden önemlisi yıllık 13 Euro'ya kapsamlı bir sağlık sigortasına sahibiz. Üniversite kafeteryasındaki yemekler kaliteli. 3 ile 6 Euro arasında değişen fiyadara bir öğün yemeğinizi yiyebilirsiniz. Öğrencilerin siyasete ilgisi Türkiye'ye göre daha az. Gündemi yakından takip ettikleri söylenemez. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, biz ülkemizde çeşitli eksiklere, aksakhklara rağmen iyi bir eğitim görüyoruz ve kadın akademisyen sayısının Avrupa'dan fazla olduğunu söyleyebilirim. Avrupa'nın diğer ülkelerindeki yaşdaşlarımızdan eksiğimizin değil, fazlamızın olduğunu düşünüyorum. Ancak buradaki sistem daha oturmuş ve düzenli. 7+