23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

ZUHAL MANSFIELD Bu dünya ona dar geliyor... Soyadını kendisi seçmiş, sürekli yanlış yazmalardan kurtulmak için, Zuhal Mansfield. Hayatına da evlenip bir çocuğu olduktan sonra kendisi yön vermiş. Bütün kıtalarda dolaşmış, ticaretin her türünü ve rekabeti denemiş... Miyase Ilknur R öportaja Mansfield soyadının nereden geldiğini sorarak başladık. Zuhal Mansfield "Oof neden ilk soru bu oluyor?" diyerek pas geçti. Üstelemedik. Bu konudaki merakımızı arşivdeki bilgilerle giderdik. Yurtdışında ticaret yaparken banka hesapları, çekler ve sözleşmelerde noktalı harflerin sürekli yanlış yazılması nedeniyle soyadını değiştirmek zorunda kalmış. îşte Mansfield'in sıfırdan zirveye uzanan öyküsü: Her §ey sofraya konmak üzere yıkanan üzüm salkımından kopan bir taneyle sohbet ederken başladı. Henüz yirmili yaşlarda bile değildi. Ama evli ve bir erkek çocuk annesiydi. Yaşamı; ev temizlemek, cam silmek, yemek yapmak gibi rutin işlerin her gün sil baştan yinelendiği bir monotonluğun üzerine kuruluydu. Kendisini işe yaramaz görüyordu. Oysa şu iki parmağı arasında tuttuğu üzüm tanesi öyle miydi? Yaşı, kurusu, şarabı, sirkesi, şırası ve pestili yapılıyordu, ilaç sanayiinde kullanımı da cabasıydı. "Ey üzüm tanesi senin kadar bile olamıyorum" diye iç çekti. Kocası iyi biriydi, kabına sığamayan kendisiydi. Töreler, bu maceraperest ruhu bastırıvermişti ama okulu bırakmamıştı. Evlenirken kocasını "eğer nikâh masasında 'Hayır' deyip bir skandala neden olmamı istemiyorsan okumama izin verirsin" diye tehdit etmese belki ondan da mahrum olacaktı ya... Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoterapi Bölümü'nde okuyor, mutlu olduğunu düşünüyordu, ama yaşamında iz bırakan hocası ona "kızım nen var, neden bu kadar mutsuz görünüyorsun" diye sorunca, kendi kendine yaptığı terapinın pek de işe yaramadığını anladı. Biz yine dönelim üzüm tanesiyle sohbet ettiği ana. Üzümleri meyve sepetinde bırakıp bir koşu yatak odasına gitti. Bavulunu hazırladı, oğlunun elinden tuttu ve kapıyı çekip çıktı. Baba evine vardığında "biz sana bu eve ancak kefenle girersin" demedik mi, sözü elbetteki hatırlatıldı. Ancak kararlıydı, boşanacaktı. Baba evinde sığıntı gibi yaşamak ona göre değildi. Hem çalışıp hem okuyacak, çocuğuna bakacaktı. THY, o aralar hostes arıyordu. Tam da ona göre bir işti. Seyyahlık çocukluktan beri onun yaşam biçimiydi. Astsubay babasının görev yerinin sık sık değişmesi nedeniyle göçebe bir hayat sürmüşlerdi. Iskenderun'da doğmuş, Diyarbakır, Aydın, Erzurum gibi illerden sonra Ankara'yı mekân tutmuşlardı. Küçükken ne olacaksın sorusuna "keyfimce gezeceğim" yanıtını veriyordu. GİMA'NIN ÖNÜNDE... Dolaştığı kentlere göre devasa büyük lükteki Ankara'da da yeni yerler keşfetmek için zaman zaman alıp başmı gidiyordu. Ama en çok Kızılay Meydanı'ydı onun durağı. Kızılay Meydanı'ndaki dev GİMA binasını seyre doyamıyordu. Dersleri kınp soluğu GtMA'nın önünde alıyor ve park etmiş bir arabanın kaputunun üzerine boylu boyunca uzanarak göğe doğru uzanan bu dev binayı seyre dalıyordu. Bir gün bu kaçamakları ortaya çıktı. Babası hiddetten köpürürken, "Sen derslerden kaçıp nereye gidiyorsun, merak ettim. Beni de götür" diyen dedesini kolundan tuttuğu gibi Kızılay'da soluğu aldı. Böyle dev bir binayı ancak uzaylıların yapabileceğine inanan dedesi ile son kez GlMA'yı seyretti. GÜNEYAFRİKAVE... Hosteslik yıllan uzun sürmedi. Aslında amacı kapağı yurtdışına atmaktı. Ama nereye? îsveç'e yerleşti sonunda. Telekomünikasyon sektörünün dev firmalarmdan Ericson'da ofisboy olarak bir iş buldu. Büro elemanlığı, ufak tefek kaynak işleri derken bir yılın sonunda çalıştığı bölümle birlikte, Güney Afrika'ya Botswana'ya gitti. Altı ay sonra proje bitti. Şirket çalışanlarının biri hariç hepsi îsveç'e döndü. Sıcak hoşuna gitmişti. îş için ilk kapısını çaldığı yer bir altın madeni oldu. Madenleri, özellikle de altını tanımaya çalıştı. Türkiye'de iken evin reçellerini, bahçedeki dutları, üniversite yülarında ise Kıbrıs'tan getirdiği pijama takımlarını satarak ticarete başlamıştı, şimdi yeryüzündeki en değerli metanın tüccarlığına terfi ediyordu. Altının adı büyük, ama kâr marjı sınırlıydı. Ticaret yaparken Afrika'da irili ufaklı tam 16 ülke dolaştı. Iki yılın sonunda okyanusu aşmaya karar verdi. Bu seferki durağı Avustralya'ydı. Önce Ingilizce, sonra Japonca öğrendi. Melboume'de Swıngburn Harthourn Üniversitesi'nin Basın Yayın Bölümü'nü Japonca okudu. Ne kadar kurs varsa hepsine yazıldı. Şarap uzmanlığı, bilgisayar... Türkçe yayın yapan radyoda gurbetçilerin dertlerini dinleyen ve öğütler veren "Zuhal Abla"lığa soyundu. Belediyede kadın hakları konusunda sosyal delege olarak çalışırken boş durmayip bir de kitap yazdı. "Yeni Ülke Eski Anılar". Sandviç ve kek ticarctinden sonra Avustralya'daki son işi bir tasarımcının yanmda bulduğu asistanlıktı. Çin'de örgü işlerinin kalite kontrolünü yapma görevini üstlendi ve bu ülkeyi komşu kapısı yaptı. Bir Çin seyahati dönüşü uçağı kaçınnca HongKong üzerinden uçmak zorunda kaldı. Yıl 1989'du. Istanbul'abenzettiği HongKong onu çok etkilemişti. Dönüşte yanında çalıştığı Antia'nın karşısına dikildi: Ben HongKong'a gidiyorum. Ne yapacaksın HongKong'ta? Ne bileyim, ticaret yaparım. Bak HongKong çok karmaşık bir yerdir, yapamazsın. lyisi mi ben sana üç ay ücretsiz izin vereyim. Üç ay sonra kararını değiştirirsen gelıp bıraktığın yerden başlarsın. O gün bugün hâlâ eşyaları Avustralya'da duran Mansfield, HongKong'ta da ticareti denedi. Külçe altın alım satımıyla uğraştı. HongKong'da açılan bir fuarda mermer işinde faaliyet gösteren bir Türk işadamıyla tanıştı, tercümanlığını üstlendi. Sonra da altın işini bırakıp şirketin acentesi oldu. İki yılda 15 milyon dolar olan Türkiye'nin mermer ihracatı Uzakdoğu pazarı nedeniyle ikiye katlanırken o zarar etti. Çünkü "benim acentem ol, bağlantılarımı yap, komisyonunugönderirim" diyen işadamı sözünü tutmadı. Ortada ne resmi bir sözleşme, ne de verilen sözlerin cezayı müeyyidesi vardı. Karar verdi, işadamını kurduğu pazarı elinden alarak cezalandıracaktı. Neyi var neyi yoksa satıp sermaye yaptı ve Türkiye'de bir ocak kiralayarak mermer ihracatına girişti. Gelen parayla yeni mermer ocakları, makine parkı aldı. Krom, kereste alımsatımına da girdi. Yetinmedi, müteahhitliğe soyundu. Otel ve i§ merkezleri inşa etti... Zuhal Mansfield KAGÎDER'in de kurucu üyesi... Fotoğraf: SERKAN YILDIZ Akıl hocası Başan için gereken iş disiplinini ve azmi kendisini aldatan Türk işadamından, sabırlı olmasını ise HongKong'da tanıdığı bir işadamından almış Zuhal Manfeild. Kendisine sabır telkin eden HongKonglu işadamı ile tanışma öyküsü ilginç: "Çin'de bir işadamı tanıdım. O yıllarda sürekli onun kapısındayım. Ne iş yaparsam yapayım, her işten sonra mutlaka ona gidiyordum. Çünkü biliyorum ki, o benim müşterim olursa garanti bir cirom olacak. Adamcağıza üç yıl gittim. Bir gun beni çağırdı ve şöyle dedi; 'Sen birşeyi öğrenmeden bana satış yapamazsın.' 'Neyi öğrenmem lazım?' dedim. 'Bambu yetiştirmeyi' dedi. 'Bambu nasil yetişir büiyor musun' diye sordu. Bilmediğimi söyledim. 'Bak ben sana anlatayım, bana nasıl satış yapacağına da sen karar ver' dedi. 'Bambu bir avuç gübre ile ekilir. Beş yıl çapalanır... Beş yıl doğru güneş, doğru yağmur, doğru iklim... Sonunda tohum çadar ve altı haftada 27 metre uzar. Sen kaç yıldır bana geliyorsun?' Üç yıl oldu dedim. 'Demek ki bir iki yılın daha var' dedi. Bunu söyleyen kişi şimdi benim ortağım. Demek ki bır pazara girmek için önce sabırlı olmak lazım. Yolda mutlaka engeller çıkar, siz yeter ki kök salacak kadar orda kalın... Işadamlığı böyle bir şey..." En iyi madenci Zuhal Mansfield, bugün hem DEÎK'nin (Dış Ekonomik tlişkiler Konseyi) Belarus İş Konseyi Başkanı, hem de KAGİDER (Kadın Girişimciler Derneği) kurucu üyesi. 1999'da Çin'de yaptığı Marco Polo Oteli en iyi proje ödülünü aldı. 2000'de yurtdışında faaliyet gösteren 55 bin Türk firması arasında en iyi girişimci olarak ödellendirildi. En büyük gururu ise 2002'de aldığı "En iyi madenci ödülü"... Elbette bir gururu daha var, Ingiltere'deki eğitimini tamamladıktan sonra yüksek lisans için Newyork'taki bir üniversiteye Türkiye'den kabul edilen 6 öğrenci arasına giren oğlu. Geçen yıl yeniden evlendi, eşi için "Beyaz atlı prenslerin sadece masallarda olduğunu sanırdım. Ama eşimi tanıyınca gerçek yaşamda da olduklarına inandım. İş seyahatlerine giderken havalimanında arkanızdan mendil sallayan, dönüşlerde de elinde çiçekle sizi karşılayan birinin olması ne güzelmiş meğer. O gerçek bir şövalye" diyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear