Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA 8 25 AĞUSTOS 2018, CUMARTESİ 10 bin adımda Üsküdar‘Her manasıyla Şark’ın bir köşesi olarak kalmış’ bir eski semt Burak Kuru buribaker@gmail.com İstanbul’u son birkaç yüzyıl içinde ziyaret edenler Üsküdar’ı gördüklerinde özellikle bir konuda büyülenmişler: Mezarlıklar. Biz şehirde durmayan değişim, yıkım ve kalabalık nedeniyle mezarlıkları onların o gün gördüğü gibi göremiyoruz ama onlar bu beğenilerini kayıt altına almışlar. Etkilendikleri mezarlıkların bir kısmı hâlâ burada olduğuna göre Üsküdar özelinde düştükleri notlara bakabiliriz şimdi. Entomolog Guillaume Antione Olivier 1790’daki ziyaretinde şunu yazmış: “Üsküdar mezarlıkları, genişlikleri, mezarlarının ihtişamı, servi ve diğer ağaçlarının azametiyle, bütün Osmanlı İmparatorluğu’nun en ünlü ve güzel mezarlıklarıdır. İstanbul’un en zengin Türkleri bir nevi büyüklük ve övünme hissi veya din bağlılığıyla gerçek Müslümanların oturdukları ve adeta mukaddes saydıkları Asya topraklarında gömülmek isterler. Kimbilir? Belki de Avrupa yakasının bir gün yine Hıristiyan devletlerin hâkimiyeti altına geçeceğinden ve dolayısıyla mezarlarının kâfirler tarafından çiğneneceğinden endişe ediyorlardır.” İstanbul’un en çok mezarlıklarını sevmiş olan şair Gerard De Nerval’in 1843 seyahatinden: “Üsküdar’ın uzaktan beliren mavimsi dağlarına, mezarlığının porsuk ağaçlarının dizili bulunduğu uzun yollarına ve servilerine bakarken Lord Byron’ın şu cümlesi aklıma geldi: ‘Ey Üsküdar, beyaz evlerin, paylaşılmamış bir sevgi gibi binlerce mezara hâkim; bu mezarların üstünde, yaprakları sonsuz bir yasın izini taşıyan ince, koyu renkte, her zaman yeşil ağaçlar görülür’.” 1857’de La Baronne Durand De Fontmagne “Her manasıyla Şark’ın bir köşesi olarak kalmış bu eski semtte iki ayrı dünya yaşıyor; ölüler âlemi ile hiçbir ihtirası olmaksızın yalnızca ölümü bekleyen diriler âlemi. Bu tepede derin bir sükunet var. Mezarlıkları uçsuz bucaksız. Uzaktan bakınca, büyük bir çam ve servi ormanı gibi görünüyor” demiş. Sanat eseri gibi taşlar “Üsküdar toz ve unutulmuşlukla örtülü bir kabristan” diyen muhteşem mimar Le Corbusier, 1911’de daha 24 yaşındayken bir Şark seyahati yapıp Osmanlı topraklarını gezerken İstanbul’da konakladığında mezarlıklar hakkında ne yazmış peki? Şunu: “İstanbul mezarlar altına gömülü. İnsanlar seviyor mezarları. Evlerin avlularına kadar girmiş mezarlar... Konstantiniye ıssız bir yer, evler yapılıyor, ağaçlar dikiliyor, geriye kalan yere de insanlar ölenlerini gömüyor. Mezarlar sokaklara kadar giriyor, ağaçların dalları altına, camilerin çevresinde hazirelerine yerleşiyorlar; padişahlar büyük türbelerde yatıyor; mavi devedikenleri yetişiyor bu toprakta... Türk’ün hayatı, cami ile başlar, konuşmadan tütün içilen kahvelere uğrayıp mezarlıkta son bulur.” Karacaahmet, Selimiye’deki İngiliz Mezarlığı ve cami hazirelerindeki mezarlıkları bir kenara bırakıp buradaki ilgi çekici başka bir mezarlığa yollanacağız şimdi biz. İskele Meydanı’nda Mihrimah Sultan Camisi ve önündeki III. Ahmed Çeşmesi’ni geçip Selmani Pak Caddesi’nde ilerlerken Selanikliler Sokağı’na girince hakkında en çok araştırma yapılan Bülbülderesi mezarlığına geleceğiz. Basit bir internet araması size burasıyla ilgili neşriyatın neden bir kitaplık doldurabilecek kadar çok olduğunu gösterecek. O araştırma size kalsın. Biz şimdi içeri girer girmez, dik bir yamaçtan üzerinize doğru gelen, biraz ürkütücü, ilgi çekici peyzaj ve sanat eseri gibi duran mezar taşları arasında gezinelim. Sözler, fotoğraflar, simgeler, detaylara bakarak merdivenleri tırmanalım. Sabah 8’de açılan mezarlık, 18’e kadar ziyaret edilebiliyor. Bütün süreyi mezar taşı inceleyerek geçirmeniz muhtemel. Bir tanesini okuyayım mı? “Babasıydım bu mezarın, bu hayalin, bu taşın. Bende gördüm güneşin yerde sünüp battığını. Basma ey yolcu bu gün göğsüne toprak diyerek, daha dün yirmi yaşındaydı bu toprak yığını. Fırtınaysan bile ey yolcu basıp çiğneme. Dur. Bu mezar oğlumdur!” Hikmet Ethem, 7 Ocak 1930’da henüz 20 yaşında hayatını kaybedince babası Doktor Ethem Bakar bu mezarı yaptırmış. Dr. Bakar, evlat acısını 15 yıl yaşayıp 1945’te hayatını kaybetmiş. Bülbülderesi mezarlığının her adımı böyle detaylarla bezeli. Hangi açıdan bakarsınız, ne gibi düşüncelerle gezersiniz bilmiyorum, ama burayı mutlaka görmelisiniz. Cazın devi burada Bülbülderesi’nden çıkıp hemen karşıdaki Kirişçi Sokak’a giriyoruz. Sağa dönüp Osman Dede Sokak’ta gökyüzüne uzanan merdivenleri tırmanmaya başlıyoruz. Merdiven bitiyor, sağa dönüyoruz, ilk sol, sokağın sonundan sağ. Karşımızda Özbekler Tekkesi. Burası şu anda İSAR İhtisas Merkezi. Ama zamanında Kurtuluş Savaşı’nda işgale karşı direnişin en önemli noktalarından bir tanesiymiş. Halide Edip Adıvar, İsmet İnönü, Mehmed Akif Ersoy burada saklanıp, Anadolu’ya buradan gidenler arasındaymış. Tekkenin olduğu sokağa adını veren Münir Ertegün’ün oğlu, Atlantic Records’ın sahibi Ahmet Ertegün burada yatıyor. Üsküdar’ın engebeli yolları sayesinde, birazdan alacağımız kalorileri peşinen yaktık. Patso Burger, Amerikan filmlerinde gördüğümüz abartılı sandviçleri ayağımıza getiriyor, hem de uzun süredir: Ekmek arasında, bir ekmek ne kadar patates alabilirse ondan daha fazla patates kızartması ve üzerinde sosis (Cumhuriyet Caddesi, No: 115). İskeleye doğru inerken, şanını İstanbul’da duymayanın kalmadığı, şekerparesinin tadına doyum olmayan Kanaat Lokantası sağda, benim denemenizi önereceğim Öz Bolu Lokantası, balık pazarının girişinde solda. İkisinde de benzer şeyler yiyeceksiniz, ama Öz Bolu’nun döneri başka. Üsküdar, geniş bir alana sahip, İmparatorluk döneminin bütün mimari gelişimini görebileceğiniz yapılar bulunuyor ve bunların her biri kısa sürede geçilecek yerler değil. O yüzden bugünlük bu yöndeki son durağımız son haseki Sultan Emetullah Rabia Gülnuş Sultan’ın Kayserili Mehmed Ağa’ya yaptırdığı Yeni Valide Camii olacak. Cephesindeki kuş evini, avlusundaki harika şadırvanını ve Emetullah Rabia Gülnuş Sultan’ın kuş kafesine benzeyen emsalsiz türbesini incelemek, kısıtlı zamanınızı yeterince kaplayacaktır. Kalanı bir sonraki Üsküdar gezisine... Sahil Çarşı İmparatorluk döneminin neredeyse bütün mimari gelişiminin izlenebildiği bir semt Üsküdar. Üstelik ‘bu dünya’ kadar ‘öte dünya’ya dair mekânlarıyla da! #negüzelbina: Mimar Sinan’ın narin eseri Bülbülderesi mezarlığı. Osman Dede Sokak. Yeni Valide Camii’ndeki kuş evi. Geçen yıl hemen önünde yapılan proje nedeniyle duvarının çatlamasıyla gündeme gelmiş, tartışma başlamıştı. Mimar Sinan’ın 1580 yılında inşa ettiği Şemsi Ahmet Paşa Camii’nin bir diğer adı da kıyıda bulunup rüzgâra açık olması nedeniyle yaşanan bir durum sonucu ortaya çıkmış. Rüzgâr yüzünden minarelerine de, kubbesine de kuşlar konmuyor. Bu yüzden Kuşkonmaz Camii olarak anılıyor. TUBA ŞATANA Tuzlar sırtında kurur bu kadar kolay değilkenki zamanı hatırlarsın, denize karşı otururken... Hasır şemsiyeler ve tahta şezlonglarda geçen yazları. Tadı farklıdır yazın. Kumsalda sepetle in tersin, hatta görünmez olsan daha iyidir ama o cir satan amcaları hatırlarsın, evinin bahçe Hani sırtın kavrulur ya, tuzdan sıcaktan, hani uzaktan bir dalga sesi gelir, çocuk çığlıklarını duyarsın; sesler rüzgâr ıslıklarına karışır... Bu Ege’dir, sabahı, öğleni, akşamı, gecesi karışıktır ya, seni de sersem eder de sen farkına varana kadar. Mavinin her tonu gökte ve denizde önüne serilmiştir, elindeki kitap kayar yavaşça, bazen o uykuya karşı koyamazsın. O sesler de erir gider... Güneşin sıcağını soğuk bir kahve serinletir belki, belki de bir buz bira. Suyun iki tarafında da deniz filmlerde olur ancak. Bozmak istemezsin o anı delerek. Çocuklara ve büyüklere farklıdır yaz. Onlar ne güneşin sıcağını hisseder ne de kumun fazlasını. Ne güneş yağı ister ne de şezlong. Bir kova, bir kürek ve kum ile geçirebilir tüm yazı o minik eller. Hoş bazen babalar çocuklardan daha çok kaptırır ya kendilerini kumdan kalelere, taşlarla yapılan yollara ve kazılan havuzlara, yaz hepimizin içindeki çocuklara göredir... sinden getirmiştir incirleri ya da civardaki ağaçlardan... Hasır sepetlerden incir yapraklarının üzerinde bal incirler çıkar ve üç beş paraya satılır, soymadan yersin, dişlerinde çıtırdar, mutlulukla gülümsersin. Kumsalda kazan içinde satılan süt mısırın tadı gelir aklıma... O mısırın eğri büğrülüğü de gerçekliği de tadı da. Güneşte ısınmış şeftaliyi ısırdığında etrafa yayılan kokuyu duyarsın, kolundan akan şeftali suyunu yıkamanın en iyi yolu yüzmektir za aynı mavidir, gök de. Kavruktur yaz. Cırcır böcekleri ile geçer. Onların Tadı farklıdır yazın ten. Bir dilim soğuk karpuz varsa ya da... Hem yazın domates zamanıdır, üzerine zeytinyağı ve tuz sesidir arabayı takip eden, klimayı kapatıp doğaya ile bir öğün olur, çıtır kıl biberle tam bir tezat bir o açarsın camını. Geçtiğin bahçelerde zaman dur O kumu ne yaparsan yap temizleyemezsin. De kadar da birliktedir. Saksıdaki fesleğenden koparıp muştur, uzun servi ağaçlarının uçları kâh dalgalanır niz bile yetmez bazen. Üzerinden, ayağından çık üzerine serpme zamanıdır domatesin. kâh uyur. Cırcırlarındır yaz... maz yaz. Bırakmaz seni... Ege’nin kıvrılan yollarında incir ağaçlarının önün Evlerin gölgelerinde masalarda oturur köy aha Kumsallar bu kadar dolu değilken ve ayağının al de durup incir toplarsın, yoktur plajda incir sa lisi, sıcaklık aynı zamanda sessizlik de getirir. Ara tına serilen o ince altın kumlarda kimseyle bu tanlar artık. Ağaçlarda sıcaktan patlamıştır incirler lardan geçerken arabayı daha da sessiz sürmek is run buruna gelmezken, tatile gitmek o zamanlar ya da kurumuştur, o kuruyanlara gözün kayar, da ha da yükselirsin parmak ucunda onlara yetişmek için, bilirsin dalında kuruyan gibisi yoktur. Üzümlerden de nasibini alırsın, gözünün önündeki minik salkımı koparmaktan sakınmazsın, hep o yakalanacağım korkusu ile tadı daha da lezzetlenir. Öğlen olduysa o kumda karnın acıkır, kalamar tava istersin, olabildiğince basit olsun yemeğin. Ayağının kumuyla lokantaya gidersin, mavi masaya oturur yemeğini söylersin. Kokuları değişiktir yazın. Kurak, sarı, ferah, çam, deniz, toprak kokar. Kumsalda rüzgâr her türlü güneş yağının kokusunu birbirine karıştırır, o koku denizde bile asılı kalır. Sabah güneş doğmadan uyanırsan eğer denizin o koyu rengine, gökyüzünün uyanmasına bırakırsın kendini, uzaktan bir balıkçı motor geçer, dalgaların ve kuşların sesini bastırarak. Merak edersin ne tutmuştur diye. Bir gariptir yaz, kış çocuğuna bile bu yazıyı yazdırır, ayağı kumda, mavi masada, denize karşı otururken. Arkamda birazdan açılacak lokantadan gelen tabak sesleri, güneş dağların arasından doğarken, ılgının altında... C MY B