26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

18 TartışmaEditöre Mektup CBT 1477/10 Temmuz 2015 ‘Yeni orta öğretim’ ‘Yeni üniversite’ Ülkemiz dışında da bir çok ülkede –ABD dahil gündemde olan bir konu var: gelişen ve değişen dünya koşulları altında, varolan orta öğretim ve üniversiteler nasıl yapılanmalı? “Yeni Lise ve Yeni Üniversite” nasıl yerler olmalı? Eleştiri ve bilim Priv.Doz.Dr. Özkan Eroğlu Mehmet Emin Özel emekli öğretim üyesi ([email protected]) 2 010’da Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi tarafından düzenlenen “Dünya Üniversiteler Konferansı” sırasında ele alınan ve toplantı konuşma ve tebliğleri kitapları (Akdemir ve ark., 2010) bu yoldaki ciddi arayışların Türkiye bağlamındaki ilk denemelerinden biri kabul edilebilir. Bizim için en aydınlatıcı “yeni lise ve üniversite” kavramı arayışları arasında ABD’de ki tartışmaların birinde (Crow, 2012) başlangıç cümlesi aynen şöyle: “Sık sık iş âlemi, sanayi ve hükümet kesiminden, ‘ABD’nin giderek azalan bilimsel ve teknolojik gücü’ karşısında, üniversitelerden daha iyi ve fazla sayıda mezunlar vermeleri yönünde istekler yükselir! Buna karşı, üniversitelerden de, ‘ilk ve orta öğretim sisteminin ortanın bile altında öğrenciler yetiştirdikleri ve bu öğrencilerin de bilim ve teknolojiye yeterli ilgi göstermedikleri’ yolunda savunmalar duyarız. Yani ‘suçlular’ (herkes için) başkalarıdır!” Anlaşıldığı kadarı ile, ABD’de sorumluluk büyük ölçüde üniversitelerindir, çünkü öğretmenleri yetiştirenler de onlar. Orta öğretimde matematik ve bilim öğrenmeyi bir atletizm yarışına dönüştürenler ve sonuçta sadece birkaç parlak ‘yıldız’ın yetişmesini sağlayanlar onlar (bu öğretmenler) değil mi? Burada ABD ile Türkiye arasında önemli bir fark ortaya çıkıyor: Bizde bu yarış, ortaöğretimde, okullar ve öğretmenler arasında değil, hemen hemen tümüyle dershaneler arasındadır ve çoğu lisede, özellikle son sınıflara doğru, öğretmenlerin önemli bir bölümü, öğrencilerine bizzat dershaneleri işaret etmekte ve boşuna okulda vakit kaybedilmemesini önermekteydiler! Şimdi, paralelcilerhükümet kavgasında okkanın altına giden dershaneler sonrasında, hızla birer “özel lise” statüsüne geçen “tercihli” dersaneler, durumu fazla değiştiremeyecek. Yarışma sistemi sürecek, öğretmenler kadar, ailelerin, sistemindeki çatlaklardan yararlanıp, çocuklarını ön plana çıkarma becerileri yarışmaya devam edecek. Tabi bu sonucun üzerine tüy diken diğer bir konu, hemen hemen tüm sınavlarda “kopya çekilmesi” olaylarıdır. Defalarca ortaya çıkan kopya iddialarının hiç birinin ciddi şekilde araştırılamaması veya ısrarla sonuçlandırılmamasının anlamı nedir? Tahmin edilen, “kendi yandaş çocuklarının” yaptığı ortaya çıkabilecek hırsızlıkların elbette ortaya çıkarılmayacağıdır! Kamu oyunda giderek, haklı haksız, yerleşen kanı bundan daha hafif değildir. Sayın genel müdür, ÖSYM sonuçlarını açıkladığı diğer basın toplantısında, bu sınavda birinci gelenlere odaklanarak, hangi özel ve resmi liselerin kaç “yarış atı” yetiştirdiği konusunda kamu oyunu bilgilendirmekle yetinmiş ve kopyacılar hakkında en ufak bir açıklama yapılmamıştı. Ne yazık ki, akla ilk gelen, kopyaların zaten “yandaş” gruplarca planlanıp organize edildiği ve olayın göz ardı edilmesinin en yararlı bir çözüm olacağı konusunda, en tepelerle görüş birliğine varıldığı olmaktadır. Yine aynı ABD’li yazarın kendi ülkesi ile ilgili değerlendirmelerine dönelim: Ona göre: “ABD’de var olan bilim, teknoloji, mühendislik veya matematik eğitimi (STEM) sistemi, bilim ve matematiğe zaten eğilimli öğrencileri teşvik düzeyinde kalmaktadır. Bu elit öğrenciler grubu, öğretmenlerini (Türkiye’de buna dersaneleri ekleyebiliriz!) mutlu etseler de öğrencilerden geri kalan %90’lık bölüm ihmale uğramaktadır. Ancak, bilim ve matematik, (sadece fen alanları için değil) sosyal bilimler öğrencileri için de çağdaş iş bulma pazarında giderek artan oranlarda talep altında olan temel konulardır. Fakat, ortalama öğ renci için, bu konular üniversitede de uygun üsluplarda ele alınmadıklarından, öğrenciler bu konulardan kaçmaktadırlar. ABD toplumunun her kademesinde matematiksel performansın giderek düşmesine şaşmamak gerek. Bu performans düşmesi, ilham kaynağı olamıyan ve kendi konularında donanımsız yüzbinlerce öğretmen için de geçerlidir. (ABD için) Küreselleşen ekonomide ulusal rekabet edebilirlik de benzer şekilde, yerlerde sürünür durumdadır.” Ülkemizde de, öğrencilerimizin bilim ve matematik alanlarındaki aşırı düzeylerdeki performans eksikliği az da olsa tartışılmaya başlamış görünmektedir. Ancak, bulmaya çalıştığımız çareler ne kadar da farklı: ABD’de var olan matematik ve bilimler eğitimini (STEM) geliştirmek için çareler düşünülürken, ülkemizde, temel bilim dersleri (derslerin bir çoğu seçmeli yapılarak) fiilen müfredattan çıkarılmakta, yerine, din dersleri ve Arapça dersleri konmaktadır! Aslında yapmamız gereken, ABD’ninkilerden farklı değil. Üniversite’ye girişi sınavlarında sıfır çeken öğrenci sayıları ile her yıl yeni zirveler yaptığından, bu Amerikan yakınmaları bize yabancı değil. Tek fark, ülkemizde bu durumun hükümetimizce ve ilgili bakanlığımızca henüz önemli bir sorun olarak algılanmamasıdır. Tersine, ABD, Avrupa ve Uzakdoğu ülkeleri ile aramızda giderek artan açığın, arttırılan Arapça ve din dersleri ile kapatılabileceği düşüncesine dayanan 4+4+4 düzeniyle, geriye, Ortaçağ’a doğru koşarak gidiyoruz! Bu anlayışa göre geri kalışımızın nedeni, insanlarımızın yeterince namaz kılıp oruç tutmaması! Aslında, sıfır çeken öğrenci sayısının gözardı edilen en önemli diğer bir nedeni, bu konulardaki öğretmenlerimizin kendilerinin matematik ve bilim alanlarındaki yetersizlikleridir. Ortaöğretim için son 20 yıldır, en önemli fen öğretmenlerin kaynağı üniversitelerin eğitim fakülteleridir. Bu kurumlarda, 4 yıla yayılan geniş kapsamlı “eğitim formasyonu” çalışmalarından arta kalan saatlerde verilen “branş dersleri” ile, öğrenilmesi 4 yıl süren matematik, fizik, kimya, biyoloji, sosyal bilimler, edebiyat gibi alanların bilgilerinin öğrenilmesinin yetersiz olacağı açıktır. Bu nedenle, ülkemizdeki öğretmen yetiştirme düzeninin, fen ve edebiyat fakültelerini işlevsiz bırakmayacak ve eğitim fakültelerini de kendi asli alanlarına geri çekecek şekilde yeniden ele alınması bu yolda atılacak ilk ve en önemli adım olacaktır. Aslında, böylelikle, fenedebiyat ve eğitim fakültelerinin farklı birikim, beceri ve deneyimlerinden en iyi şekilde yararlanmayı hedefleyen bir perspektif, ülke için en doğru yol olacaktır. Anaokulu, ilkokullar ve hatta ortaokulların bir bölümü için, eğitsel, psikolojik ve benzer öğretmenlik becerileri çok çok önemlidir. Ancak lisedeki matematik ve bilim derslerinin, bir bölümü konuya hakim olma fırsatı bulamamış eğitim fakültesi çıkışlı öğretmenlerimize yüklenmesi haksızlıktır. Çünkü, öğretmen enerjisinin büyük bölümünü, konuyu anlamaya ve ona hakim olma çabalarına ayırmaktadır. Bilim ve matematik konularıyla ilgili eğitim fakülteleri müfredatı, konunun sahibi bölümlere göre oldukça sulandırılmış ve bazen da özet halinde paket matematik ve bilim programları durumundadır. Bu konuda benim görev yaptığım farklı üniversitelerdeki yaklaşımlardan edindiğim izlenim budur. KAYNAKÇA (1) A.Akdemir, ve O.Koç, Genel Editörler, “2010 World Universities Congress, Proceedings I, II”, xxxvi+1936 s., Çanakkale 18 Mart Üniv. Rektörlüğü, 2010, Çanakkale. (2) M.M.Crow, 2012, Scientific American, October 2012, s.40. A Habilitation in Philosophie der Kunst [email protected], 1 Ö. Eroğlu, Bir Resme Nasıl Bakmalıyız?, İstanbul, Tekhne Yayınları, 2013, s. 25. 2 A.M.Celâl Şengör, Bilgiyle SohbetPopüler Bilim Yazıları, İstanbul, İş Bankası Yayınları, 2015, s. 30. .M.Celâl Şengör’ün “Bilgiyle SohbetPopüler Bilim Yazıları” isimli kitabını okurken, bu bilim adamıyla uzunca zamandır yakından ilgilenen biri olarak neler düşünmedim ki. İlk aklıma düşenlerden biri, bir bilim adamının zihnindekileri sürekli yenilemesi gerektiğiydi ki, bu bir bilim adamının eleştiriyi de yanına alarak elemelerde bulunması ve sürekli zihnindekileri boşaltması, yenileriyle de boşalan yerleri doldurabilmesi özelliğini gerekli kılıyordu. Bu özellik, “ben bildiklerimi saklamam, onları paylaşırım, yerine yenilerini koyarım”ın bir bilim insanı için ne kadar gerekli olduğunu bir kere daha göstermesi adına önemliydi. Bir diğeri ise, kutsal kitap ve mitolojilerin inandırıcılıklarının bilimsel gerçeklerle kimi bağları olabilir, fakat asıl bilgiye Tanrı veya Tanrılara gerek duymadan ulaşılabileceği konusunun altının çizilmesi ve böylece tek ve çok tanrılı dinlerin ilişkili her kombinasyona şüpheyle bakmanın bir bilim insanının yegâne özelliklerinden biri olduğunun vurgulanmasıydı. Özetle mesele bilimle ilgili olunca, din kılıfından çıkarıp atmak gerekiyor her şeyi. Böylece Şengör’ün de verdiği örnek; Thales’in tanrıların izni veya yardımı olmadan, yalnızca aklını kullanarak “doğru” bilgiye ulaşması da boşuna değildi. Bu yönde, insanın doğayla diyaloğa girmesinin de en önemli yol olduğuna işaret edilmesi; bilim ve doğa ilişkisinin rolü üzerinde yeniden düşünmemizi sağlıyordu. Doğayla olan ilişkide en değerli konu, kuşkusuz gözlem; bu aynı zamanda en sağlam yöntem de. Gözlem ile birlikte “göz” konusu da bambaşka düşünsel silsilelere sürüklemekte ve şöyle bir zincirin oluşmasına da neden olmakta: “bakmak görmek algılamak almak içselleştirmek sunmak.”1 Bilim ve eleştiri sözcüklerinin yan yana gelmesi durumuna Şengör’ün yazılarında sıklıkla rastlıyoruz. Başından beri bilimin eleştiriyle sürekli kendini yenilediği ve bu yenilemeler sırasında eskilerin yerine yenilerin gelmesi de işin doğası veya evrimi gereği. Bir toplumun çanına ot tıkayanların da, eleştiriye tahammülsüz öğretiler olduğunu bir kere daha anlamamızı sağlıyor Şengör yazılarıyla. Bilimde “kesin bilgi” diye bir şeye inanç göstermemek gerektiğine, Şengör’ün kitabını okurken bir kere katılıyorsunuz; hem de büyük bir içsel zihinle. Eleştirilmek arzusu ile gerçeğe ulaşabilmek arzusu arasında ciddi bir bağ olduğu, yanı sıra eleştiriden çekinen veya korkan bir kimsenin gerçeğe ulaşmak gibi bir amacının bulunmadığı ve böylesi bir insanın bilimsellikle bir ilişkisinin olmadığını bir kez daha anlıyorsunuz. Dolayısıyla eleştiriyi istemek ve eleştiriden yana demek, bilime dayalı bir insan uygarlığından da yana olmakla eş bir hale geliyor. Dünyada ve toplumlarda eleştiriye, dolayısıyla bilimsel düşünceye ihanet edenlerle etmeyenlerin bir mücadele içinde oldukları sonucuna dek gittiğimizi yeniden fark ediyoruz; Şengör’ün popüler bilim yazılarını okurken. İhanet edenler, her türlü değişime önlem almakta ve özellikle de sanata ve bilime tahammül etmemek özellikleriyle kendilerini belli etmekteler. Dolayısıyla bilime ihanet edenler ve böyle bir eğilimden yana olanların, tartışılamaz bilgiden yana olmaları da temel özelliklerinden biri olmakta. “Kendini emniyette hissedebilmek için inanmak eğiliminde olan insanoğlu, kesin bilgi vaat eden bir ekolü, bilginin her zaman geçici kalmak zorunda olduğunu söyleyen bir ekole tercih etmiştir. Bir diğer deyişle insan, kesin ve elinde olan bir yalanı, elde edilebilirliği kuşkulu ve doğruluğu hep şüpheli olacak bilgiye tercih etmiştir.”2 Kesin bilginin mümkün olmadığını bilerek yaşamanın insan yaşamına ve yaşama sanatına kattığı olumlulukların sayısı tahmin bile edilemez. Bilimsel aklın bir önemi de, inancın yerini bir sorunu çözmek için çıkış yolu arayan akla bırakmasıdır. Gelinen noktada şunu da vurgulamak gerekir: Bilimin kesin bilgiyle ilişkisinin, dinin kesin bilgiyle ilişkisinin yerini almaya başlaması da tehlikeli bir durumdur; çünkü mesele yine dogmatik bir hal almaktadır. Buradan şöyle bir yargıya varılabilir: Her dogmatik yaklaşım şüpheyle karşılanmalı, ele alınan her düşünce, her tahmin nasıl bir gözleme dayanır diye sorgulanmalı, bunun nasıl bir mantıkla değerlendirildiğine dikkat edilmelidir. Gözlemler en mantıklı kuram çerçevesinde açıklanmalı, sürekli sınanarak elden geçirilmelidir. Bütün bunlar yapılırken en acımasız eleştirel kıstaslardan asla vazgeçilmemelidir. Bilim, eleştirel bir akılcılığın peşinden gitmek zorundadır ve her zaman önerisini sunan bir “eleştiri” de toplumun reflekslerinden biri haline gelmelidir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear