26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Bilim ve Düşünce Tarihi CBT 1477/10 Temmuz 2015 12 OOOF OFF LİNE Tanol Türkoğlu [email protected] Bilim ve büyü Osman Bahadır Büyünün insanlar üzerindeki etkisi, bilimin gelişmesiyle azaldı. Ancak günümüzde de varlığını sürdüren büyünün tarihi, bilimin tarihiyle aynı uzunluktadır. [email protected] cülüğü suç sayan yasa İngiltere’de ve İskoçya’da 1736 yılında kaldırıldı. Bunun anlamı, büyücülüğün artık toplumsal öneminin azalmış olmasıydı. Fransa’da en son 1718’de, İspanya’da ise 1780’de bir büyücü yakıldı. İrlanda’da büyücülüğe karşı olan yasa 1821’e kadar yürürlükte kaldı. Büyücülük günümüzde de tamamen yok olmuş değildir. Fakat toplumsal etkisi ve önemi artık çok düşük düzeydedir. Büyücülüğün etkisi, bilimsel düşüncenin ve bilginin gelişmesiyle gerilemiştir. İnsan vücudunun, organlarının, dokularının yapısı ve çalışma biçimi bilinmeden hastalıklarla ilgili bilimsel tedavi yollarının bulunması mümkün değildi. Ancak vücut yapısının bilimsel bir incelenmesi ilk kez 1543’te Vesalius tarafından yapılabildi. Üstelik o da ölüm cezasından güçlükle canını kurtarabilmişti. Çiçek hastalığına karşı aşı geliştirildiğinde din adamları bu uygulamaya sert bir şekilde karşı çıktılar. Sorbonne Üniversitesi, çiçek aşısı uygulamasının tanrıbilime aykırı olduğunu açıkladı. Ancak aşılama yoluyla çiçekten korunmayla ölenlerin sayısında o kadar çarpıcı miktarda azalma oldu ki, teologların aşıya karşı saldıkları korku etkisini yitirdi. Meteoroloji alanında elde edilen yeni bilgiler, fırtınaların ortaya çıkışında bastonlu kocakarıların payını artık yok derecesine indirmişti. Paratonerin kullanımı konusunda da benzeri bir durum yaşandı. Paratoner kullanan “günahkâr” insanlar ölmezken, kullanmayan “masumların” ölmesi, paratonere olan güveni ve bu aygıtın yayılmasını sağladı. Öte yandan, büyünün geriletilmesi, bilimin büyüyü eleştirmesi veya çürütmeye çalışması yoluyla olmamıştır. Bilimsel düşüncenin gelişmesi ve dolayısıyla doğa ve dünya hakkında geçerli bilgiler edinilmesiyle, mucizelere olan inanç da giderek zayıfladı. Büyü işlemlerinin doğanın akışını değiştirebileceğine olan inanç ölünce, büyücülük de ölmüş oldu. Dolayısıyla büyücülük, kendi ritüellerinin geçersizliğinin çürütülmesinden ziyade, artık ciddiye alınacak bir ritüel olmaktan çıkması nedeniyle önemini yitirdi. Büyücülük 18. yüzyılın sonlarında artık Avrupa’da önemini yitirmişti. Bu dönem bilimsel düşüncenin artık kıta çapında etkili olmaya başladığı bir çağdır. Newton’un bilimsel keşifleri ve evrenin çalışması hakkındaki düşünceleri popüler düzeyde yayılmış durumdaydı. Newton’dan sonra insanlar, Tanrı’nın başlangıçta doğayı yarattığına ve istediği sonuçların bir daha kendi aracılığını gerektirmeden ortaya çıkması için gerekli yasaları koyduğuna inanmaya başlamışlardı. Büyücülüğün gerilemesi, sekülerleşme sürecinin önemli bir parçasıdır. Sekülerleşme, insanlık tarihinde düşünsel gelişmenin temelini oluşturmaktadır. Veri Akıp Gidiyor... Bugün bir birim veri üretildiği bilinen bir süreç yarın (hiç değişmese bile) daha gelişmiş teknolojilerle ve vizyoner bir bakış açısıyla irdelendiğinde bin birim veri üretebilir hale gelecek. Büyük verinin ortaya çıkması için dijital hızlı teknolojilerin bu denli yaygınlaşması mı gerekiyordu? Yoksa büyük miktarda veri insanoğlunun yaşamının her anında yer alıyordu da onu “yakalayıp, kayıt altın almak” mı ancak o teknolojiler sayesinde yapılabilir oldu? İkincisi daha makul bir açıklama gibi geliyor. Yaşamın her alanında aslında yoğun bir veri akışı söz konusu. İnsanın eylem sahası geliştikçe, üreyen veri hacmi de artmakta. Dolayısıyla öncelikle veri akışını sağlayacak devinimleri oluşturmak gerekiyor. Devinimi artırmak için bir yandan daha çok insana bir yandan da daha çok amaçlı eyleme gereksinim var. Gerek dünya nüfusu gerekse de dijital teknolojiler sayesinde insanın birim zamana sığdırdığı eylem hacmi arttıkça, veri üretimi de dramatik bir şekilde yükselmiş oldu. Öte yandan bu hacimli veri ilk günden itibaren eksiksiz olarak yakalanıp kayıt altına alınmadı. Bu durum ancak son yıllarda yapılabilir hale geldi. Teknolojinin ulaşmadığı yaşam alanlarında bile aslında veri üretimini sağlayan devinim mutlaka var(dı). İnsanoğlu genellikle bu veriyi tamamen olmasa bile seçici olarak kısmen ve beyin kapasitesini kullanarak kayıt altına alıyordu. Zaman içinde nicel artış bu saklama ve yeniden kullanma işi için insan beynini zorlamaya başladı. Sıkıntı aslında insan beyninin kapasitesinin yetersiz oluşu değil; daha ziyade insanoğlunun beynini tam kapasite nasıl çalıştırabileceğini (henüz) bilmemesi. Burada bilgisayar, internet vb devreye girerek paradigma sıçraması oluşturdu ve yeni bir modeli insanın emrine sundu. Eskiden mahalle bakkalı kendisinden alış veriş yapan diyelim ki yüz düzenli müşterisinin tüm profilini bilirdi. Bugün ise hipermarketler çıkardıkları indirim kartlarıyla binlerce müşterinin alışveriş profilini eksiksiz olarak tutabilmekte ve ona göre müşterilere farklı kampanyalar sunabilmekte. Veri akışı köyün çeşmesinden akıp giden sebil su gibi. İnsanlar ancak zorunluluk gerektiren işler için bu veri akışından istifade edebiliyorlar. Ancak neye zorunluluk duydukları konusunda ise sınırlı imkalara sahipler. Örneğin büyük bir şehrin trafik verisini ele alalım. Günlük trafik akışı ile ilgili çok ciddi veri toplanmakta. Anlık veriler incelenerek o an ile ilgili çıkarımlar yapılabilmekte (örneğin ana artellerin hangilerinde trafik akıcı, hangilerinde sıkışıklık var vb). Bu da trafikteki kişilerin alternatif rotalara yönlenmesini olanaklı kılmakta. Ancak bu veriler daha uzun soluklu amaçlar için kullanılmakta mı? (Kullanılıyor olsa aynı problemlerle sürekli karşılaşılır mı?) Ya da vücudun ürettiği verileri ele alalım. Sağlık açısından bu verilerin ne kadarına güncel olarak ulaşabiliyor ve buna göre anlık tedbirler alabiliyoruz? Çoğunlukla vücut sağlığı ile ilgili veriler sağlık bozulduktan sonra ve kısmi olarak elde edilebiliyor (kan tahlili, idrar tahlili, vb). Oysa bir sıkıntıya yol açan devinimin daha başlangıç anında bu veri tespit edilebilse ve bir uyarı mekanizması sürecini başlatabilse. İnsanoğlu ellerinin arasından kayıp giden değerli verinin idrakine daha fazla varmaya başladı ve bu sayede de daha çok veriyi kayıt altına alır hale geldi. Unutmamalı ki verinin kendisini kayıt edebilmek hikâyenin sonu değil. Asıl macera ondan sonra başlıyor. O veriden bilgi üretebilmeli ve o üretilen bilgi ile yaşam kalitesini artıracak şeyler ortaya çıkarabilmeli. Bugün bir birim veri üretildiği bilinen bir süreç yarın (hiç değişmese bile) daha gelişmiş teknolojilerle ve vizyoner bir bakış açısıyla irdelendiğinde bin birim veri üretebilir hale gelecek. Ç ok eski çağlarda hastalıklar bir günahla ilgili ve çoğunlukla da cinlerin işi olarak görülüyordu. Bu yüzden de “ermiş” kimseler aracılığıyla ya da kutsal nesnelere başvurarak, dualarla ve dinsel ziyaretlerle, eğer cin işi olarak görülüyorsa bu durumda da hastalık cin kovma işlemleriyle geçirilmeye çalışılıyordu. Hıristiyanlık öğretisinin büyük kurucusu St. Augustine, “Hıristiyanların bütün hastalıkları bu cinlerden ileri gelmektedir. Bunlar (cinler) özellikle yeni vaftiz edilmiş Hıristiyanlara, bu günahsız yeni doğmuş körpelere işkence ederler” demişti. Kutsal nesnelerin etkilerinin gücüne olan inanç, özellikle de ortaçağ boyunca yayılmıştı. Ortaçağda çok sık görülen veba salgınları bazen cinlere, bazen de Tanrı’nın öfkesine bağlanıyordu. 1348’deki Kara Ölüm sırasında Tanrı’nın öfkesini yatıştırmak için en çok başvurulan yollardan biri de Yahudileri yok etmekti. Bu yıl içerisinde bu gerekçeyle binlerce Yahudi öldürülmüştü. Hastalıktan sorumlu görülen eğer cin ise, bu durumda hasta kutsal bir nesneye dokunmakla ya da “ermiş” (kutsal) bir kişinin, cine hastanın vücudundan çıkmasını emretmesiyle ancak “iyileşebiliyordu”. Bu yollardan hasta iyileşmezse, vücuttan kovmak için (cine elbette onu taşıdığı düşünülen hastaya) işkence yapılıyordu. Büyü ile din ritüelleri birçok durumda iç içe geçebilir. Büyü ile dindeki ortak yan, her ikisinde de doğaüstü güçlere inanılmasıdır. Ancak büyüde, dinden farklı olarak doğaüstü güçlerin bazı insan davranışları aracılığıyla etkilenebileceği inancı vardır. (Bu nedenle de büyücülük dinen yasak ve suç sayılıyordu). Bunun için de büyünün kendine has çeşitli etkileme yöntemleri vardır. Karşılaşılan kötülüğü yok etmek için başvurululan büyücülük, ortaçağda dinsel bir suç olarak görülüyor ve sert bir şekilde cezalandırılıyordu. 15. yüzyıla kadar kadın veya erkek büyücüler arasında bir fark göze çarpmıyor. Fakat bu yüzyıldan başlayarak yaklaşık iki asırdan fazla bir süre boyunca büyücülük adeta kadınlara özgü bir suç haline getirildi ve cadı kavramı ortaya çıktı. Kadın yüreğinin doğuştan kötülüğe eğilimli olduğu ve bu yüzden de büyücülüğe daha uygun olduğu ileri sürülüyordu. Bu asırlarda (15. asırdan 17. asrın sonlarına kadar) cadıların en çok suçlandıkları şey, havaları bozmaktı. Sadece Almanya’da 1450 ile 1550 yılları arasında 100.000 “cadı”nın öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Denizlerdeki fırtınaların bile cadıların işi olduğu ileri sürülüyordu. Büyücülük suçlamasıyla bir kişinin son olarak öldürüldüğü tarih, İngiltere için 1682 yılıdır. Büyü
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear