01 Temmuz 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Tartışma CBT 1461/20 Mart 2015 19 Dar kültürler, dar benlikler İslam dünyasında din sadece uygulama –ibadet, merasim ve muamelat düzeyinde yaşanıyor, dinin ahlaki ve manevi boyutu ihmal ediliyor. Tek boyutlu bir çember.. ler, ahlaki kısmını görmezden gelmişler.” (Milliyet, 2.11.2014). Bekir Onur, [email protected] G ünümüzün son derece karmaşık dünyasında hiçbir olayın ya da olgunun tek bir nedenle açıklanamayacağı biliniyor. Ama böyle olsa bile, dünyanın gerçekliklerini herkesin kendi fıtratına, meşrebine, mezhebine (ideololojisine) göre açıklamaya kalkıştığı da açıktır. Her olayı “dış mihraklar”la, “provokasyon”la, “komplo”larla, “öteki”lerle, “İslam düşmanlığı” ya da “islamofobi” ile açıklamaya hazır olanların zihinsel yapısını analiz etmek bu nedenle önemli. Manevi konuların nasıl yaşandığına ilişkin gözlemler hem bu yaşantının özelliği hem de toplumun zihinsel yapısı hakkında pek çok ipucu verebilir. Kanımca aşağıdaki üç tanıklık bu alanda isabetli bir gözlem ve çıkarsama örneğidir. Mehmet Tezkan, Türkiye’de toplumu “muhafazakârlaştırma”, “mutaassıplaştırma” politikalarından söz etmekte ve bunun sonuçlarını irdelemektedir. “Türkiye muhafazakarlaşıyor ama ahlaki değerler yücelmiyor” diyen Tezkan bunun nedenlerini şöyle açıklamakta: “Dinin ibadet boyutuyla ilgilenilmiş… Dinin ibadet boyutu öğretilmiş, ahlaki boyutu görmezden gelinmiş… Din, oruç tutma, namaz kılma, zekat verme, hacca gitmeyle sınırlandırılmış. Adil olma, dürüst olma, kibirli olmama, insanların hakkını yememe, haram yememe kısmına hiç girilmemiş…” (Milliyet, 9.11.2014). Tezkan, bir önceki yazısında da, “din ibadetle sınırlandırılmış.., Din camilere hapsedilmiş” diyor, sonra ekliyordu: “Aslında dinin ibadetten daha önemli boyutu var.. Ahlaki boyutu var.. Bu boyut insanların pek işine gelmemiş.. Gelmediği için ibadet kısmını yüceltmişler, ibadet kısmına yüklenmiş lar listesinden silindiğini bildirdi. Thomas Mann’ın bu mektuba verdiği cevabın şu satırları, büyük edebiyatçının yüksek kişiliğini yansıtır ve sonraki yıllarda bir ahlak ve tarihi öngörü örneği olarak çokça tartışılmıştır: “Alman üniversitelerinin, tarihin akışını korkunç bir biçimde ters anlayarak, ülkeyi ahlaki, kültürel ve ekonomik yönlerden perişan eden ve şimdiki felaketlere sürükleyen bugünkü kudret sahiplerinin iktidara gelmelerinde ağır suçları vardır. Bu ağır suçlar, beni zaten, bir zamanlar bana verilen bu unvanı, herhangi bir biçimde kullanmak zevkinden alıkoymuştu.’’ Bugün, Thomas Mann ismi Alman edebiyatının unutulmaz bir yıldızı olarak parıldarken, Frankfurt Üniversitesi’nin o günkü yetkilerinin isimleri çoktan unutuldu. Almanya gibi, Amerika ve İngiltere’nin de dünyaca ünlü bazı üniversiteleri sonraki yıllarda, şeref doktorası verme ve/veya geri isteme konularında, zamanın politik baskılarına boyun eğerek onurlu geçmişlerine zarar vermişlerdir. ABD’de 1950’li yıllarda çok yoğun yaşanan, Joseph McCarthy (Cumhuriyet Partili senatör) ve J.Edgar Hoover (FBI Başkanı) öncülüğünü yaptığı, solcu ve sosyal demokratların cadı avına uğradıkları dönemde çok sayıda sanatçı ve sendikacının yanında bu düşüncede olan bilim insanları da zarar görmüş ve işlerini kaybetmişlerdi. Az sayıda üniversite ise, bu politik baskılara direnç göstererek akademisyenlerini korudu. THOMAS MANN’IN MEKTUBU Öte yandan Ege Cansen, günümüzün egemen politikasının, “Cumhuriyet’in üzerine inşa edildiği üç sütunun en önemlisi olan ‘laiklik’ ilkesini ortadan kaldırmak” olduğunu belirtmekte, “dine bilim kapısından girilir” diyen felsefenin de laiklik olduğunu vurgulamaktadır. Cansen’in daha geniş çaplı analizi şöyle: “Piyasada din diye pazarlanan şeylerin onda dokuzu, dürüstlüğü değil, günahların vebalinden kurtulmak için yapılması gereken ve adına ibadet denen merasimi anlatır. Zannedilmesin ki yalnız İslam’dan bahsediyorum. “Reforma kadar Hıristiyanlığın da işlevi çoğunlukla buydu. Dinlerin gelişmesi, bilimin gelişmesi sayesinde olmuştur. Dinler, bilimle çatışmaya girmiş ve girdiği her çatışmada yenilmiştir. Bu yenilgiler, dinleri hurafelerden arındırmış, olgunlaştırmış ve ortaya ‘ibadeti azinancı çok’ çağdaş dinler çıkmıştır.” (Sözcü, 14.11.2014). devrin sakıncalı isimleriden olan öğretim üyeleri LiCansen’in sözünü nus Pauling’e bütün baskılara rağmen bir yaptırım ettiği çağdaşlaşmanın uygulamadı. Nobel ödülünü hem kimya hem barış İslam dünyasında hiçbranşlarında iki defa kazanmış olan bu olağanüstü bir zaman kabul edilinsan, bilimsel erkinin yanında insancıl ve sosyal demediği, bugünkü geri mokrat düşüncelerini ülkenin bu karanlık devrinde kalmış tablonun da korkusuzca dile getirdi ve üniversitesi de kendisini bunun sonucu olduğu yalnız bırakmadı. İngiltere’den de enteresan bir ördüşünülebilir. Bu dinek verelim. Mezunu olup ülke başbakanlığına yükrenmenin nedenini de selme başarısı gösteren bütün öğrencilerine prensip sormak koşuluyla! olarak bu unvanı veren ünlü Oxford Üniversitesi, mezunları olan ve otoriter davranışları yanında üniversitelerin kaynaklarını kısan Margareth Thatcher’e 1985 yılında bu unvanı vermeyi reddetti. EGE CANSEN VE ÇAĞDAŞ DİNLER zeysel bir dindarlık ortaya çıkarıyor hem de kendilerinden, kimliklerinden ve hatta inançlarından emin olmayan bu yüzeysel İslamcılar her türlü eleştiriye tam bir ‘ergen tepkisi’ verip bütün tartışmaları ‘islamofobi’ kilidi ile kapatmak istiyorlar.” (Cumhuriyet , 10.01.2015). Yukarıdaki üç yazarın gözlem ve analizleri, İslam dünyasında dinin sadece uygulama ibadet, merasim ve muamelat düzeyinde yaşandığını, dinin ahlaki ve manevi boyutunun ihmal edildiğini vurgulamaktadır. Nitekim radyo ve televizyonların dinsel sohbet ve soru alışverişi proğramlarında bu durum açıkça görülmekte. Gerek halkın sorduğu soruların gerek din adamlarının açıklama ve yanıtlarının hep bu günlük pratikler düzeyinde olduğu, felsefi bir boyut taşımadığı kolayca görülmektedir. Bunun birçok nedeni sayılabilir: Tarih boyunca bilim çağları dışında dinin böyle anlaşılması; bağnaz ve sofu düşüncenin manevi yorumun önüne geçmesi; insanların ahlaki boyutu görememesi ve/veya ihmal etmesi; bilimde geri kalmanın dinsel düşüncede de geri kalmaya yol açması vb. Bütün bunlar toplum düzeyinde dar bir din kültürüne, birey düzeyinde de dar benliklere yol açtı. Bugün Türkiye’de de din merkezli bir yaşam tarzı önerenlerin hatta dayatanların kendilerinin de dar bir kültür içinde toplumsallaştıkları, ideolojilerinin de dar ve sığ olduğu düşünülebilir. Böylece kendini ve dünyayı tek bir açıdan gören, tek bir boyutla açıklayan insanlar yetişir. Nitekim sözü edilen din proğramlarından tutun da okullarda her düzeydeki din derslerine, çocuklara ve gençlere yönelik dinsel öğüt kitaplarına kadar, genel olarak hepsinde bu sığlık, tek boyutluluk, çağdışı kalmışlık egemen görünmektedir. CALTECH’İN BÜYÜK ÜNÜ California Institute of Technology (Caltech), Türk üniversitelerinde, onursal doktora verilmesine 50’li yıllarda başlandı, ancak başta bu en eski üniversitemiz olmak üzere bugün sayıları 200 civarına yükseltilen yüksek eğitim kurumlarımızda bu unvanların önemli bir kısmının, objektif ölçülere uymayacak şekilde, politik veya ekonomik nedenlerle verilmekte olduğunu görmekteyiz. Örneğin eski Endonezya Cumhurbaşkanı Ahmet Sukarno ve İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’ye geçmiş yıllarda İstanbul Üniversitesi’nin vermiş olduğu payeler tamamiyle politik niteliktedir. Tabii, adı geçen bu iki ödülün, bugün genelde üniversitelerimiz dünya prestij sınıflandırma listelerine giren az sayıdakileri tenzih ederek tarafından hatır, yaranma, menfaat amaçlı siyasi liderlere dağıtılanlara nazaran masum olduğunu söylemek gerek. Umalım ki, 82 yıl önce cesur bir devrimle başlatılan üniversite reformu ile gelinen noktadan daha fazla geri gitmeyelim. Fazla mı iyimseriz yoksa? YA BİZ? Paris olaylarının da İslam toplumlarının dar ve yüzeysel din anlayışının sonucu olduğu söylenebilir. Nitekim Samim Akgönül de, Müslüman toplumların “yakın tarihte görülmemiş bir bağnazlık ve dogmatiklik dönemine girdiğini” vurgulamakta. Akgönül’e göre; “Genel olarak bütün İslam dünyası gittikçe koyulaşan bir sofuluk sürecine girmiş durumda. Bu sofuluk hem İslamın derin ruhani yorumlarını ikinci plana atıp yü BAĞNAZLIK VE DOGMATİKLİK Bu durumun tarihseltoplumsal kökleri kadar psikolojik boyutu da önemlidir. Eğitim ve okullaşma düzeyi düşük toplumlar bilişsel gelişimde de somut düşünce düzeyinde kalırlar; soyut kavramlarla düşünemez, başka olasılıkları araştıramaz, analiz ve sentez yapamaz, felsefi düzeye ulaşamazlar. Böyle bir ortamda dinin ve ahlakın nasıl yaşanacağı da açıktır. Durum böyle iken, okullara, hastanelere ve diğer kurumlara din adamı yerleştirme çabalarının anlamı eğer binlercesine iş alanı yaratmak değilse, toplumu bu dar ve sığ kültürle eğiterek yönetmekten kimilerinin sevdiği deyişle, toplum mühendisliği yapmaktan başka bir şey değildir. Sonuçta insanların iç dünyaları ruhsuz bir kurallar bütünü olup çıkar. Bilimi, felsefeyi, dini bu dar çerçevede öğrenen kuşaklar ne uluslararası bilimsel başarı gösterebilir, ne özgün dinsel yorumlar yapabilir, ne de birey olarak dünya nimetlerinden pay alabilirler. Sonra gelsin öfkeler, düşmanlıklar, bağnazlıklar, hoşgörüsüzlükler… Ve acımasız cinayetler, katliamlar! PSİKOLOJİK BOYUT
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear