Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN ‘Trafik Var!’ Deyiminin ‘Yol Tıkalı’ Anlamına Geldiğini Biliyor musunuz? İstanbul’da otomobille sabah işine giden ve akşam evine dönen insanların trafik serüvenleri usta bir kalem bütün boyutlarıyla anlatırsa James Joyce’un Ülis’i gibi, bir günlük bir yol serüveninde Türkiye’nin pek çok boyutunu görebilirsiniz. İstanbul’da trafik tehlikeli, komik, dolaşık, düzensiz, kuralsız, sürekli dikkat, zekâ, çabukluk, açıkgözlük isteyen, insanı yoran ve asabını bozan bir serüvenden öte, yoğun fiziksel ve psikolojik bir egsersizdir. Sürücüler ulaştıkları yerde tükenirler. Yolların bazılarında tek tarafta park izni var. Ama yollar İstanbul’daki gibi otopark olarak kullanılmıyor. Kent’in nüfusu 350 000. Metrosu yok. İstanbul’dan farkı şu: kentin her sokağını içeren bir trafik planı var; yani belediye var. Ve herkes kurallara uyuyor; yani uygar bir halk var. Otomobilin geleceğini en iyi gören 20 .yüzyılın en büyük mimarlarından biri olan Le Corbusier idi. Çağdaş kentlerde yaya ve motorlu trafiği kökten ayıran kent planı önerilerini ilk kez o , bir şema olarak 1922 tarihli ‘La Ville Contemporaine’ adlı şemada geliştirmişti. Bu bütün yüzeyin yayalara bırakıldığı ve otomobil trafiğinin yükseltilmiş yollarda ve yapıların gökdelenler olarak tasarlandığı bir ütopik öneriydi. Kentler bunu gerçekleştiremediler. İstanbul gökdelen yapan bir kent ama yolları yerlerde. Filadelfiya belediyesi bir zamanlar kent içi trafik yoğunluğunu benzer bir sistemle çözmeye çalışmıştı. Kuşkusuz bu öneri sadece yeni yerleşmeler için tasarlanmıştı. Otomobil güzel bir objedir. İnsana sahip olmadığı nitelikler kazandıran bir araçtır. Bir adam gaz pedalına bastığı zaman bir tondan ağır bir kütleyi 150 km hızla yürütebilir. Direksiyon arkasında bir şişko bir gazel gibi koştuğunu, ufak tefek ve sıska biri arabasının büyüklüğü oranında güçlendiğini hissedebilir. 20 yüzyılın ortalarında sonra sıradan Amerikan ailesinin mutluluğu hep araba (car) sahipliği ile simgelenmiştir. Bu simgesellik dünyaya da yayılmıştır. Fakat kent yaşamı bağlamında otomobil dev bir karasinektir. Havayı kirletir, kent mekânını çirkinleştirir, insanı öldürür. Homurtusu ve ekzosu ile size dünyayı zehir eder. Bu sinek dünyayı istila etmeği sürdürüyor. Avrupalılar metroyu icat ederek buna kısmi bir çözüm getirdiler. Çok ayrıntılı trafik planları hazırlıyorlar. Ve trafik kurallarına uyan bir halk var. Uymadığı zaman verilen cezalar çok ağır. Bizde ise ne doğru dürüst metro var, ne trafik planı, ne de kurala uyan halk. Ama (trafik var!) İçki ve sigaranın zararını vurgulayan hükümet bu otomobillerin yarattığı insana zararlı kirliliği de hatırlıyor mu acaba? E NİHAYET EVE GİDEN YOL!!! Yeniden Zincirlikuyu’ya vardığımız zaman, arabanın benzini bitmişti. Bereket bir benzincinin yakınında oldu. Büyük yolun trafiğinden yıldığımız için Birinci Levent’e saptık. Yolların bir kenarları her zaman araba parkı olduğu için engebeli ve labirent gibi bir yol dokusu içinde inip CBT 1375/5 / 26 Temmuz 2013 ğer Belediye sorumluları benim izlediğim yollardan aynı saatlerde geçerlerse çözmek zorunda oldukları sorunların bir bölümünü gözleriyle görürler. Belki bilenleri de vardır. Bu türlü yollardan binlercesi olduğunu düşünmek koşulu ile, gerçekten en yararlı trafik dersi budur. Bunun sıkıntısını hissetmemek için özel bir vurdum duymazlık gerekir. İzmir’den uçakla bir saatte geldik. 17.30 da Etiler’ e gitmek üzere havaalanından yola çıktık. Telefonda Belediye haritaları trafik yoğunluğu az yönleri göstererek yararlı bir iş görüyorlar. E5’in görece yoğun olmayan ilk bölümünden zorlanmadan geçtik. Fatih sapağından Haliç Köprüsüne yaklaşırken trafik yavaşladı. Fakat ( akıcı !) imiş. Dakikada bir metre giderseniz yine akıcı oluyor. Bu, durmuyor ve sıkıcı değil, anlamına geliyor olmalı. Trafik jargonu halkın psikolojisini de anlatıyor. Kâğıthane’de oturan şoförümüz Sütlüce’den Kâğıthane’ye geçersek bir az daha çabuk gidebileceğimizi söyledi. Kağıthane’ye geldik. Burada yepyeni bir İstanbul oluşuyor. Gecekondu apartmanlar, dönüşüm alanları, lüks bürolar, alışveriş merkezleri, Başbakanlık arşivi benim gibi bir İstanbullunun bile bilmediği bir Kağıthane tanımlıyor. Anadolu halkının ilk yerleştiği alanlardan biri burası. Eski Kağıthane sadece hikaye. Bir iki tane park yapılmış. Buradan Yahya Kemal mahallesine çıkılıyor. Bu ad neden Boğazda değil? Oradan Çeliktepe’ye geçtik. Fakat yollar akıcı değildi. Bazen tek, bazen çift taraflı park eden arabalar arasında bizim yokuş yukarı çıktığımız şerit 1520 dakika kadar kımıldamadı. Şoför yukarıdan gelen bir arabanın sürücüsüne ne olduğunu sordu. Adam büyük bir ciddiyetle ‘Trafik var!’ dedi. Trafik olması arabaların hareket edememesi anlamına geliyordu. Ben şimdiye kadar bu deyimi bir ulaşım sorunu anlamında algılıyordum. Şoförler trafiğin hareket etmeyen bir şey olduğuna karar vermişler. Yol açık olunca trafik olmuyor. O zaman herhalde gezinti sayılıyor. Bir ara yola saptık. Büyük bir alışveriş merkezi yanından, sapmamız gereken yön tıkalı olduğu için, ters yöne döndük. Gayrettepe’ye doğru gittik. Mecidiyeköy’e doğru bir yerde yeniden Etiler’e doğru yola çıktık. Kendi evinize doğru gidemediği zaman, trafik sizi oraya buraya götürüyor. Böylece sizin aracınız da akıntıya kürek gidiyor. Ya da, ‘trafik olduğu için’ hiç bir yere gidemiyor. çıkarak giderken yokuşta karşımıza yolu tıkayan bir kâğıt toplayıcının tekerlekli aracı çıktı. Zavallı önde, biz arkada bir süre ‘trafik var’mış gibi gittik. Kâğıt toplayıcı bir delik buldu, önümüzden çekildi. Akatlar’da boş bulduğumuz yollara sapa sapa Alkent’e gelmişiz. Sonra eve giden yolu bulduk. Son tıkanıklık bir yokuşta olduğu için şoför sanki koşuyormuş gibi terlemişti. Yüzü asılmıştı. Bütün bu kargaşadan kurtulup eve geldiğimiz zaman 30 yıllık neşeli şoför kan ter içindeydi. Bütün neşesini yitirmiş, dayak yemiş birine benziyordu. Havaalanından yola çıkalı 2.5 saat olmuştu. Yani İzmir’e bir kez daha gidip gelmiştik. Bunu İstanbullu milyonlarca kişinin günlük kaderi olarak kabul etmek, Tanrı’nın insana neden akıl verdiğini unutmaktan öte, hiçbir trafik düzeni olmadığını anlamak demektir. Uçakları uçurmak için gerekli bakım ve tedbir alabiliyorlar. Kentlerde ulaşım ve trafik için aynı başarıyı gösteremiyorlar. Çünkü Kent içi gök gibi boş değil. Bilgi disiplin, politik irade gerektiriyor. Ben bu mahallelerin ve yolların adlarını bilmediğim gibi, kent haritası içindeki yerlerini de, eğer tesadüfen tarihi bir referans yoksa tahmin edemiyorum . Yani İstanbul’a tümüyle yabancı bir İstanbul tarihçisiyim. O zaman Anadolu köylerinden gelen vatandaşların İstanbul’u ne kadar bildiklerini tahmin edebilirsiniz. Otomobil çağdaş yaşamın en büyük maddi simgesidir. Çağdaş yaşamın muskası, ikon’udur. Fakat bu onun bütün kenti işgal etmesini ve yaşamı cehenneme çevirmesini kabul etmeyi gerektirmez. Sevgili arabanız yaşamı burnunuzdan getiriyor. FLORANSA İSTANBUL FARKI Tayfun Akgül Ben sokaklarında hiç otomobil olmayan kentlerde büyüdüm. Otomobil ara sıra görünen bir merak nesnesiydi. 1943’de liseyi bitirdiğim zaman, evler önünde otomobillerin park ettiğini hatırlamıyorum. O zamanlar kimse bize otomobille gelmiyordu. Geçenlerde dünyanın en güzel ve en çok korunmuş kenti olan Floransa’da bir taksi şoförü yakınıyordu: “Belediye hiçbir değişikliğe izin vermiyor. Park edecek yer bulamıyoruz. Otopark sorununu çözmek için yeni planlar yapmalı.” İtalyanlar da bütün dünya gibi oto hastası. Ama Floransa ve tarihi İtalyan kentlerinin tek yönlü yollarla çözülmüş trafik planları var. Trafik kilitlenmiyor. Yirmi dakika birbirine geçmiş bir araba düğümünde ‘La havle’ çekmiyorsunuz.