05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

JeanJacques Rousseau: Erdemsiz bir bilim ve akıl düşmanı JeanJacques Rousseau bilimsel çevrelerde dikkatle incelenmiş bir düşünürdür. Bunun sebebi, on sekizinci yüzyıl sonundan beri Avrupa ve Avrupa uygarlığının etkin olduğu toplumlar üzerinde yarattığı büyük yıkıcı etkidir. Rousseau hakkında yazan ciddi felsefeciler, felsefe tarihçileri ve bilim tarihçileri arasında onu metheden tek bir tane yoktur. A. M. Celâl Şengör B u yazıyı, İstanbul’daki büyük kütüphanemden uzakta, Rousseau’nun nefret ettiği insan uygarlığının doğduğu Ege’nin Anadolu sahilindeki evimde kaleme aldığım için elimdeki bu konuyla ilgili tek eserden size aktarımlar yapacağım. Bu eserin özelliği, çağımızın en büyük bilim insanlarından ve felsefecilerinden sayılan barış, insanların mutluluğu ve emniyeti için, hatta hapise girmekten bile çekinmemiş olan Lord Bertrand Russell tarafından yazılmış olmasıdır. Bütün dünyada büyük bir hayranlıkla okunan Batı Felsefesinin Tarihi adlı bu muhteşem eser, pek çok konuda (mesela Sokrates konusunda) uygar ülkelerdeki okuyucuların gözlerini hiç ummadıkları yönlerde açmış, popüler bir kitap olmasına rağmen felsefe tarihçiliğinde önemli bir iz bırakmıştır. İlk defa 1945 yılında yayımlanan bu önemli eser pek çok dile çevrildi ve yeni basılımları sürekli yapılır. Lord Russell’ın çizdiği Rousseau portresi genel olarak bilim dünyasında yaygın bilinen bir portre olup, benim Ro temlerin yaratıcısı olarak görmektedir. «Günümüzde», diyor Lord Russell (yani 1944’de), «Hitler Rousseau’nun bir türevidir». Buna karşılık Roosevelt ve Churchill’i John Locke’un izinden gidenlerden sayıyor. Rousseu’nun yaşamı hakkında İtiraflar’ından bilgi edinilebileceğini söyleyen Russell burada da okuyucuyu dikkate davet ediyor, zira yazarın gerçeğe çok da büyük bir saygısı olmadığına, otobiyografisinde gerçekleri çarpıttığına dikkat çekiyor. «Kendisini aslında olduğundan daha büyük bir günahkâr olarak tanıtmaya gayret ediyor», diyor: «Ancak şu muhakkak, Rousseau’nun her türlü erdemden yoksun bir kişi olduğuna şüphe yoktur». Cenevreli olan Rousseau 12 yaşında okuldan ayrılıyor. Parasız kaldığı için gidip kendini bir Katolik papazına mezhep değiştirmek isteyen birisi olarak takdim ediyor ve Katolik oluyor. Kendisi bu olayı, «yaptığım bu kutsal iş, aslında bir haydutun yapacağı bir işti» diye anlatıyor (para uğruna papazı aldattığı için). Turin’deki manastırdan cebinde yirmi frankla sepetlendikten sonra, Madam de Vercelli adında bir kadının uşağı oluyor. Üç ay sonra Madam de Vercelli ölüyor ve Rousseau’nun üzerinde bu hanıma ait, Rousseau’nun çaldığı bir kurdele çıkıyor. Fakat Rousseau bunun kendisine aslında sevdiği bir odacı kız tarafından verildiğini iddia ediyor. Kendisine inanıldığı için zavallı kız cezalandırılıyor. «Bu zalimce işi yaptığım an içimden hiçbir kötülük geçmiyordu.. Ona attığım bu iftira tamamen ona olan sevgimin neticesiydi. Suçlandığım zaman, aklımda o vardı ve suçu ilk aklıma gelene attığım için, onu suçlamış oldum.» Bu olaydan sonra Madam de Varens’in yanına sığınıyor. Onu metres edindikten sonra bile kendisine «anne» diye hitap ettiği bu kadını, kadının uşağı ile «paylaşıyor»! Uşak ölünce Rousseau’nun ilk aklına gelen uşağın elbiselerinin kendisine kalacağıdır. Gençliğinde Rousseau sık sık, evsiz ve işsiz olarak oradan oraya sürüklenmiştir. Bu olayların birinde birlikte seyahat ettiği bir yoldaşı Lyon’da sokak ortasında sara nöbetine tutulunca, Rousseau toplanan kalabalıktan yararlanarak zavallı adamı sokak ortasında terk edip kayıplara karışıyor. Bu arada Rousseau uzun bir zaman birlikte yaşadığı ve kendisinden beş çocuk sahibi olduğu, kaldığı oteldeki hizmetçi kızlardan olan Thérèse le Vasseur ile tanışıyor (1745). Thérèse çirkin, kaba ve okuma yazma bilmeyecek kadar cahil bir kadındır. Annesi açgözlü bir kaynana olan bu kadın ve anası Rousseau’yu (ve arkadaşlarını) bir gelir kaynağı olarak kullanmışlardır. Rousseau ise bu kadına okuma bile öğretmemiştir. Ondan olan çocuklarının hepsini ise yetimler yurduna teslim etmiştir, çocuk eğitimi hakkındaki meşhur (!) Émile kitabının yazarı. Şimdi gelelim fikirlerine ve eserlerinin bazılarına. Roussau’yu şöhretle tanıştıran Dijon akademisinin açtığı bir yarışma sonucu yazdığı Discours sur les Sciences et les Arts adlı yazıdır. Bu yazı akademinin «Bilimler ve zanaatler insanlığa faydalı olmuşlar mıdır?» sorusuna olumsuz bir cevap veriyordu. Bu yazı ile ödülü kazanan Rousseau’nun iddiası bilimin, edebiyatın ve o zaman sanatı da içeren zanaatlerin ahlakın en büyük düşmanları olduğu, İTİRAFLARI insanlarda muhtelif şeylere istek yarattıkları için, köleliğin de kökenini oluşturduklarıydı. Yazısında totaliter Sparta’nın toplumsal düzeninin kurucusu olan Lycurgus’a büyük hayranlık duyduğu görülen Rousseau, savaşta (Sparta gibi) kazanmayı, değer ve hünerin ölçüsü olarak gördüğü halde, teknolojik üstünlükleri nedeniyle Avrupalılar tarafından sürekli mağlub edilen ilkel yerlileri en değerli ve hünerli insanlar olarak addediyordu. Bilimle erdemin birbiriyle uyumlu olmasının mümkün olmadığı kanısındaydı. Astronominin bâtıl inançlarla dolu olan astrolojiden çıktığını, hitabet sanatının hırsın eseri olduğunu, geometrinin aç gözlülüğün neticesinde oluştuğunu, fiziğin ise boş merakın eseri olduğunu savunuyordu. Ahlak bile insanın boş kibirinin doğurduğu bir şeydi. Eğitim ve matbaa savunulacak icatlar olamazlardı. Uygar insanı barbardan ayıran her özellik Rousseau için fena bir şeydi. Bu başarısından cesaret alan Rousseau’nun ikinci eseri «Eşitsizlik Üzerine» ise herhangi bir ödül kazanamadı. Burada Rousseau doğal insanın temelde iyi olduğu ve her kötülüğün insanın yarattığı kurumlardan öğrenildiği tezini ileri sürüyordu. Tavsiyesi doğaya dönülmesiydi. Bu doğa hali neydi ondan haberi yoktu. Diyordu ki «doğal hal artık mevcut değildir, belki hiçbir zaman mevcut olmamıştır, belki de asla olmayacaktır, ama buna rağmen onun hakkında sağlam fikirlere sahip olmalıyız ki, şimdiki durumumuzu iyi tartabilelim.» Doğal kanunların bu doğal halden çıkacağını savunuyordu ama, bu doğal hal hakkında bizzat kendisi hiçbir şey bilmediğimizi söylediğine göre, bu yasaları nasıl bilebileceğiz, bunu söyleyemiyordu. Bu doğal yasaların yaratacağı eşitsizliklere itirazı yoktu. Sadece insan kurumlarının yarattığı eşitsizliklere karşıydı. Tabiatın sunduğu pek çok eşitsizliğe rağmen insanlık nasıl eşitlik yaratacak veya yaratılabilse bile böyle bir eşitlik hakkaniyetli olabilir mi, bu belli değildi. Özel mülkiyetin her türlü fenalığın babası olduğu fikrindeydi (onun için solcular Rousseau’yu yere göğe koyamaz). Özel mülkiyet medeniyetin eseri olduğundan, yapılacak iş her türlü uygarlıktan uzaklaşmaktı. İnsan doğal olarak iyi olduğu için ve hele ilkel insan hepsinden iyi olduğu için, karnı doymuş olduğu sürece (bunlar Rousseau’nun sözleridir!) insanın çevresiyle bir kavgası olamazdı. Rousseau bu eserini büyük düşünür Voltaire’e yolladı. Voltaire’in verdiği cevap meşhurdur ve buraya alınmaya değer: «İnsanlığa karşı yazdığınız eserinizi aldım ve size onun için teşekkür ederim. Hepimizi dangalak olarak göstermek için bugüne kadar bu kadar beceriklilik hiç kullanılmamıştır. Kitabınızı okurken insanın dört ayak üzerinde yürüyesi geliyor. Fakat bunu altmış yıldan beri yapmadığım için tekrardan başlayabilmem ne yazık ki mümkün görünmüyor. Kanada’nın yerlilerini aramaya gitmem ise imkânsız, zira duçâr olduğum hastalıklar, Avrupalı bir doktorun yakınlarında bulunmamı gerektiriyor. Üstelik oralarda savaş var. Bir de bizim sunduğumuz örnekler, yerlileri de en az bizim kadar kötü yaptı.» Büyük dâhi, Rousseau’nun tutarsızlıklar ve saçmalıklarla dolu kitabına bundan güzel bir cevap veremezdi. Russell, sonunda Voltaire ile Rousseau’nun kapıştıklarını söylüyor ve «daha önce kapışmamış olduklarına hayret etmek lâzım» diyor. Ana vatanı Cenevre Rousseau’yu davet ettiği için, Rousseau tekrar Kalvinizme döndü. Ama Cenevre’de Voltaire olduğu için ortalığı karıştırmaktan da geri durmadı. VOLTAİRE’İN YANITI CBT 1327/18 24 Ağustos 2012 usseau hakkında lise çağlarımdan beri geliştirdiğim düşüncelerimle birebir örtüşmektedir. (Rousseau’nun ilk okuduğum eseri Lise II’de İngilizce öğretmenimiz Bay James Lovett tarafından ödev olarak verilen, İtiraflar’ı, ikincisi de gene aynı ders çerçevesinde okuduğum Émile’di.) Önce Rousseau’nun hayatından bazı çizgiler. Dediğim gibi, aşağıda anlattıklarımın hepsi Russell’in eserindendir. «Biz kendisinin bir düşünür olarak değeri hakkında ne düşünürsek düşünelim, bir toplumsal güç olarak muazzam etkisini kabul etmek zorundayız» diyor Russell. Benim Rousseau’yu insanlık tarihinin tehlikeli bireylerinden biri olarak görmemin nedeni de zaten bu toplumsal etkisidir. Rousseau’nun önemi, akla değil, kalbe hitap etmesinden ve ‘hassasiyete’ verdiği önemden kaynaklanır. Russell, romantik hareketin, yani insan hislerinden insan ile ilgisi olmayan gerçekler türetmeye çabalayan düşünce sistemlerinin babası olarak görülen Rousseau’yu mutlak monarşilere karşı, yalancı demokratik politik sis “BİLİM EDEBİYAT AHLAK DÜŞMANI”
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear