28 Haziran 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

HUKUK POLİTİKASI Altay kurganlarında yapılan kazılardan elde edilen eşyaların günümüze kadar bozulmadan gelebilmesinin nedeni permafrost (kutba yakın bölgelerdeki sürekli donmuş toprak tabakası) tabakasına yakın olmalarıdır. Buzullar, mezarların içindeki organik malzemeleri bozulmadan uzun süre dayanmasını sağlamış. Kazıları yürüten Murgulan Arkeoloji Enstitüsü’nden Zainolla S.Samashev, kazıları yalnızca yaz mevsiminde yapabildiklerini ve bu nedenle yılda ancak bir mezarı inceleyebildiklerini söylüyor. Kurganlardan birden fazla at iskeletinin çıkması, ölenin sosyal statüsünün göstergesi olarak kabul ediliyor. Bu atların eyerlerindeki deri işlemeleri genellikle doğadaki bir hayvanı simgeliyor. Bu da göçerlerin doğa ile ne kadar içli dışlı olduklarını gösteriyor. BUZULLARIN KORUDUĞU EŞYALAR vada sergileniyor. Nomadların göç sahaları genişledikçe yabancılardan etkilenme olasılığı da arttı. Bu yabancıların başında Persler geliyor. Pers etkisinin en yoğun olduğu dönem MÖ. 6. ve 4. yüzyıllar Tahta, kalay ve altın vaarasındaydı. Nomad raktan yapılmış bir kedigil kafası. MÖ 4.3. YY lar bugün İran sınırları içinde kalan bölgede ele geçirdikleri eşyaları, daha sonra kendi olanaklarıyla taklit ederek kendi sanatlarını oluşturmaya çalıştılar. MÖ. birinci bin yılda varlıklarını hissettiren nomadlar, diğer kültürlerden kopyaladıkları hayvan Bakır alaşımdan, konik figürlerini, üzerinde ayaklı bir tepsi çalışarak daha farklı hayvan şekilleri haline getirdiler. Bu sembolik figürler, nomadların yazı öncesi dönemde kendilerini ifade edebilmelerine yardımcı oldu.. Kısaca nomadlar, ne bu geniş fakat çorak bölgeyi ehlileştirebildiler, ne de bir toprak parçası üzerinde yerleşik bir yaşam kurabildiler. Türkçesi: Reyhan Oksay Kaynak: http://www.nytimes.com/2012/03/13/science/fromtheirgravesancientnomadsspeak.html?pagewanted=all Hayrettin Ökçesiz [email protected] http://okcesizhayrettin.blogspot.com DIŞ ETKİLER Yaratırken, kendimizi efendisi sandığımız “teknoloji”nin bizi ne denli acımasız ve aralıksız yoğurduğunu; biz bunu yaşarken birbirimize ne denli kurt, sırtlan kesildiğimizi gözden ırak tutmamalı. İçerdekiler Buhar, demir, kömür derken, sömürünün bugün bu dijital devrimle ne mene bir niteliğe ve niceliğe bürüneceğini kim nasıl kestirebilirdi ki? Maddenin toplumsal değişimi ve dönüşümü bizi, sömürünün öngöremediğimiz biçimlerini de yaratmamıza zorluyor. Bir derenin içerisinden katırlarıyla kaçakçılığa gidenlerin akıllara durgunluk veren bir teknolojiyle imhası; böyle bir teknolojinin en uçuk “luxus” olanaklarını arzulayan varsılların saraylarını yaparken işçikölelerin naylon çadırlarda suçsuz, günahsız yanması; Anadolu çocuklarının Afgan ülkesinde, düşen Sikorsky’lerin içerisinde can vermesi; Hiroşimalar, Çernobiller, Fukuşimalar; Silivri duruşmalarının türlü elektronik casus kulak ve gözleri; dosyalara çöreklenen dijital sahtecilikleri… Derelerin, çadırların, zindanların içindekiler, tüm içeridekiler biz dışarıdakilere emanet iken, dışarısı diye bir şey kaldı mı sanki. Bir dışarı yaratmalı, o dışarıya çıkmalı; dışına çıkmalı tüm bunların. Bilinçle yaşadığımız iki temel durumumuz var: Düşünmek ve duyumsamak, yani düşüncelerimiz ve duygularımız… Teknolojiye tutsak verdiğimiz bu yetilerimizle sarmal bir döngüyü kurarak, sömürünün süzülmüş görüngülerini yaratıyoruz. Böylesi bir burgu aklımızı, yüreğimizi deliyor; kan revan içinde bırakıyor. Bunları söylerken ister istemez 1995’te Washington Post ve New York Times gazetelerinin terör tehdidi altında yayımladıkları, teknoloji karşıtı bir manifestoyu ve onun sahibini, “professer” matematikçi, anarşist teorisyen ve eylemci “Unabomber”’ı, Ted Kaczynski’yi kesinlikle anımsamalıdır. Burada söylediklerim onun kaygılarına ve isyanına temel oluşturan gerekçelerinin pek azını dile getirmektedir. Belki ayrılacağım nokta, teknolojinin bizi soluk soluğa sürükleyen ve üzerinden atlamayı asla başaramayacağımız gölgemiz durumunda olmasıdır. Teknolojinin mutlak reddi insanoğlu için ölüm demekse, onun bize yaptırdıklarına ve bizim onunla yaptıklarımıza baktığımızda, onu körü körüne onaylamak da aynı derecede ölümcüldür. Evet, teknolojinin bizi tutsak aldığı kafesin dışına çıkmayı bir biçimde başarmalıyız. Bunu akılcı sınırlar çizmekle başarabiliriz. Ama teknolojinin kendi aklına ve onu yaratan akla karşı hangi akıl bizi onunla yaşadığımız bu trajedinin dışına çekebilecektir? Sonuçlarından bakarak reddedeceğimiz her bir şeye, başka bir yerden bakarak onay vermemeliyiz. En uçları bilebilmenin yollarını yılmadan, usanmadan aramalıyız. Belki bu bilgileri ararken düşeceğimiz yanılgılar yüzünden yaşamak zorunda kalacağımız acılar, bu bilgileri gereksinmeden süreceğimiz bir yaşamın bize dayatacağı acıların yanında pek önemsiz kalabilecektir. Teknoloji fırtınasının önünde bir yaprak gibi savrulmanın ve bunu yüceltmenin nasıl bir açıklamasının olabileceğini doğrusu bilemiyorum. Hitler’in elinde bugünkü teknolojinin olduğunu bir an düşünelim. Bugün yeni bir Hitler’in geleceğini de düşünelim. Nükleer bir silahın o gün onun elinde olmaması gerekiyordu. Bugün de onun elinde böyle bir silahın bulunmaması gerekecekse, o zaman bu silahın hiçbir yerde bulunmaması gerekmiyor mu? Üstelik hiçbir Hitler hiçbir tarih diliminde sahne almamalıdır. Teknolojinin siyaset ve ahlak ile bu karşılıklı belirleyici etkileşimi, bunların akıllarını aşan bir aklın denetimini gerekli kılıyor. Ahlakın ahlakçılığa, siyasetin Makyavelciliğe ve teknolojinin sınırsız bir yapılabilirlik evrenine dönüşmesinin ve bu yozluk yarışında at başı gidişlerinin gelecekte insanlığı nasıl bir yaşama zorlayacağını sorgulamalıyız. Bu yozlaşmanın bugün nasıl bir yaşamı dayattığını da sormalıyız. Teknoloji günde üç beş lirayla geçinen milyarlarca insanın semtine hiç uğramıyosa; yarattığı sonuçlarla onları yalnızca eziyor ve sömürüyorsa, buradaki tersliği görmekte gecikmemeliyiz. Çözmesini beklediğimiz en zorlu sorunları önce teknoloji bizim başımıza sarıyorsa ve varoluşumuzun temel soruları karşısında hiçbir yardımının olamayacağını hepimiz biliyorsak, bu iki durumu doğru değerlendirerek gerçek çıkış yolunu bulabiliriz. Tüm bu çerçevede en çok yargıçlara ve çaresiz kurbanlarına acıyorum. Diktatörlere ve kitlelerinin içerisinde çürüttükleri bireye acıyorum. Onları hapsolundukları sanal duruşma salonlarından, sanal meydanlardan kurtarmalıyız. Hepimiz içerideyiz ve onlar daha çok içeride. Bir dışarı yaratmalıyız! *** ALAKARGA yüzüncü sayısına uçuyor. Bütün sayılarına http://www.orplat.com/ “DERGİLER” sekmesinden ya da www.alakarga.org adresinden erişilebilir. Eposta adresi: [email protected] Temelde mevsimlere göre yer değiştiren nomadlar deve ve at sırtında yol alıyor. Bu arada koyun ve keçilerine bereketli otlaklar arıyor. Otlaklardan maksimum yararı sağlayabilmek için yaz aylarında küçük ailesel gruplar halinde yükseklerdeki otlaklara göç ederken, kış aylarında daha aşağılara iniyorlar. Hayvanların tek bir otlağı yiyip bitirmemesi için çok geniş bir alana yayılıp, her seferinde hayvanlarının farklı bir alanda otlamalarını sağlıyorlar. Sonbaharın sonlarında ve kış aylarında sürüleri güdenler bir araya gelip avlanmaya çıkıyor ve av törenleri düzenliyor. Atlı savaşçılar arada sırada kamplarının dışına çıkıp yerleşik bölgeleri yağmalıyor. Bu yağmaların amacı, liderlerine değerli eşyalar taşımak ve kendi eksikliklerini gidermek. Bu değerli eşyalar liderlerinin saygınlığının ve gü Gözyaşı şeklinde, altın üzeri cünün göstergesi olarak açık ha işlemeli levha. MÖ 7.6.YY TEMEL KOŞUL DOĞAYI KORUMAK Bilimden Felsefeye Akademik Bir Çevrenin Serüveni Bilim ve Bilimsel Felsefe Çevresi Derleyenler: Serap Şahinoğlu, Kumru Arapgirlioğlu, Hürkan Çelebi, Yaman Örs. (647 sayfa). Bilim ve Gelecek Kitaplığı Bu kitap, bilimsel dünya görüşünü benimsemiş disiplinlerarası akademik bir topluluk olan Bilim ve Bilimsel Felsefe Çevresi’nin belgesel bir tanıtımı niteliğindedir. Bilim ve Bilimsel Felsefe Çevresi, bilimin ve bilimsel felsefenin ülkemizde gelişmesine 10 yıldan fazla bir süreden beri çaba gösteren bir akademik topluluktur. Ünlü Viyana Çevresi’nden esinlenerek bir grup Ankaralı akademisyenin oluşturduğu bu topluluk, farklı çalışma gruplarının yöneticiliği altında birçok konuda çalışmalar yapmış ve toplantılar gerçekleştirmiştir. “Dünya Felsefe Günü Kutlaması”, “Çağdaş Fiziğin Kavramsal Temelleri”, Evrim: “Disiplinlerarası Bir Bakış”, “Uluslar, Uluslararası İlişkiler ve Ahlak”, “Tarihsel Gerçekler, Tarihsel Sanatın Gerçekleri”, “Türlerin Kökeni’nin 150. Yılında Değişik Yönleriyle Evrim” konulu toplantılar bunlar CBT 1306/15 30 Mart 2012 dan bazılarıdır. (Bu toplantılarda sunulmuş son derecede ilginç ve önemli bildiriler kitapta da yer almaktadır.) Yaman Örs, Kutlay Alpuğan, Kumru Arapgirlioğlu, Hürkan Çelebi, Serap Şahinoğlu, Pınar Aydın O’Dwyer, Atila Bozkurt, Işık Bökesoy, Nüket Örnek Büken, Güngör Gündüz, Osman Gürel, Aykut Kence, Meral Kence, Bilim ve Bilimsel Felsefe Çevresi’nin kurucu üyeleridir. Kitapta, çevrenin kuruluş öyküsünün yanı sıra, çevrenin etkinliklerinde yer almış ve alanlarında saygın çalışmalar gerçekleştirmiş birçok bilim insanının, bilimden felsefeye, evrimden etiğe, iletişimden eğitime, toplumbilimden siyasete, tarihten edebiyata uzanan görüşleri de bulunmaktadır. Bu yazılar, 40 kadar yazarın toplumsal ve bazı güncel konulara yaklaşımlarının görülmesi açısından da önemlidir. Bilimden Felsefeye Akademik Bir Çevrenin Serüveni: Bilim ve Bilimsel Felsefe Çevresi, ülkemizde örnekleri pek fazla olmayan özgün bir akademik düşünce topluluğunun serüvenini, aynı zamanda okuyucuyu birçok konuda aydınlatacak bir biçimde sunmaktadır. Osman Bahadır
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear