24 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] “Bir miktar kil alıp ona ...küçük bir figür, bir fincan... şeklini vermek, ilk bakışta dünyanın en doğal şeyiymiş gibi gelir. Sanırız ki, biz bu şekilleri doğadan alıyoruz. Elbette öyle değil. Bu şekilleri üreten insanın kendisidir; bunlar, insan yapısı şekillerdir. Çanak, avucunu çukurlaştırarak tutan insanın, bu sırada elinin aldığı şekli yansıtır; ...insanın elinin şekil verme İnsanın Yükselişi) eylemini yansıtır.” Jacob Bronowski (İ B ulu t lar k o nu su nd a bilmediklerimiz serin olan yükseltilere doğru yer değiştirince, su da yoğunlaşarak toz, kül ya da bakteri gibi mikroskopik “tohumlara” dönüşür. Su + tohumlar + yükselen hava = bulutlar. • Nemli sıcak hava daha huylu moleküllerin ozon katmanına zarar verici bir biçime dönüşmelerine yol açan kimyasal tepkimelere de destek verirler. Yuvarlanan bulutlar yükselen ya da alçalan hava akımlarının bulutları karıştırarak uzun döner bir silindire dönüştürmesi sonucunda oluşurlar. Göz kamaştırıcı bir görüntüye sahip olan bu bulutlar çoğu zaman yaklaşmakta olan bir fırtınanın habercisidirler. En yüksek bulutlar yaklaşık 80 kilometre yükseklikte oluşan ve maviye çalan beyaz renkte ürkütücü bir ışık saçan gece bulutlarıdır. Gündüzleri gözle seçilemeyen bu bulutlar güneşin batışından sonra ufuk çizgisinin çok altından sızan güneş ışınlarını alarak parlarlar. • Teknolojideki Açığımız Kültür Açığımızdır (2) Geçen hafta Friedel’a atfen sözünü ettiğim ‘iiyileştirme kültürü’nün oluşum süreci insanlık tarihi kadar eskiye dayanır. Herhalde başlangıçta bu oluşuma yolu açan, içgüdüsel arayışlar ve rastlantısal buluşların yarattığı deneyim birikimleri olmuştur. Bu birikim sürecini anlatabilmek için, Bronowski’denesinlenerek şöyle bir örnek kurgulanabilir: İlk insanlar su gereksinimlerini buldukları su kaynaklarından en doğal biçimiyle karşılarken, muhtemelen içlerinden biri bir gün rastlantısal olarak avucunun su içmesini kolaylaştırabileceğinin farkına varmış ve zamanla avuç içini daha iyi kullanabilmenin tekniğini geliştirmiştir. Başka insanlar da ondan bunu görerek aynı tekniği kullanmaya başlamışlar ve belki de günün birinde, aralarından başka biri iki avucunu yan yana getirerek daha kolay, daha bol su içebileceğini keşfetmiştir. Belki çok daha sonraları bir başkası da, ıslak kile kendi avuç içinin şeklini verip kurutarak su içmeye yarayacak bir çanak yapmış ve bununla suyunu çok daha kolay içebileceğini, üstelik suyun kaynağından alınıp başka bir yere taşınabileceğini görmüştür. Böylece, başlangıçta içgüdüsel ve bireysel düzeyde olan bu tür arayış ve buluşlar bir arada yaşayan insanlarca birbirinden görerek öğrenilip benzeri pratikler yaygınlaştıkça, ‘daha kolaya ve daha çoğa’ erişebilme arayış ve çabası topluluğa mal olmuş; topluluğun deneyim birikimi / kültürü hâline gelmeye başlamıştır. Elbette bu birikim süreci, başlangıçta çok uzun zaman dilimlerini almıştır. Ama o aşamada dahi böylesi bir kültürün toplulukta yerleşmesini ve sürüp gitmesini sağlayan, ‘daha kolaya ve daha çoğa’ erişmenin mümkün olduğunun görülmesi, o pratiğin edinilmesidir. O kültür, dıştan bakan bir göz için, tam anlamıyla, kendi doğal şartlarında ve kendiliğinden gelişen bir yaratıcılık, yenilikçilik kültürü; bir geliştirme kültürüdür. İlk başlarda, insanlar, elbette yenilik olsun ya da yaratıcılık olsun diye yola çıkmamışlardır; onları iten güç, ‘daha kolaya, daha çoğa ve giderek de daha iyiye’ erişme arayışıdır. Ama bu erişim denemeleri arttıkça, sonuçta elbette, bunun yolunun bir şeyleri değiştirebilmekten geçtiğini de öğrenmişlerdir. Kullandıkları aletler, kaplar ve silahlardaki uzun zaman dilimlerine yayılmış, küçük küçük (‘incremental’) değişikliklerin hâsılası olan gelişmeler, sonuç itibarıyla edindikleri bu kültürün sonucu olsa gerektir. İlk insanların daha ziyade günlük ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik uğraşları kapsamında şekillenen ‘daha kolaya ve daha çoğa’ erişme güdüleri, zaman içinde, günlük ihtiyacın karşılanmasının ötesine geçip, daha uzun vadeli olarak yaşamını güvence altına alma, verilen uğraş sonucu elde edilen faydayı giderek büyütme güdüsüne dönüşmüştür. Bu dönüşümde, yine Friedel’in işaret ettiği gibi, insanların zaman zaman “[yaşadıkları] çevreden tatminsizlik duymalarının” da önemli bir etken olduğu söylenebilir. Yaşam çevreleriyle, sahip olduklarıyla yetinmeyen insanlar da hiç kuşkusuz daha iyi bir yaşam arayışına yönelebilirler. Bu yönelimler de doğal olarak bir şeyleri geliştirme arayışını, yaratıcılığı, yenilikçiliği geliştirir. Böyle olmanın gerekliliğini de zaten kendi deneyimleriyle ya da başkalarından görerek öğrenirler. Bu yöndeki bireysel deneyimlerin, toplumun ortak deneyimi hâline gelerek kuşaktan kuşağa da aktarılabildiği, diğer bir deyişle bir kültür birikimine dönüştüğü toplumlar, diğerlerinden daha önce gelişme yoluna girmişlerdir. Gelecek hafta konumuz, toplumlar arasındaki bu kültür ve gelişme farklılaşması olacak... Su buharı suyun yoğunlaşacağı yerlerden daha çok ise, önceden oluşmuş buz kristalleri de tohumların işlevini görebilirler. Kristaller nemi çektikçe yükselen havanın kaldıramayacağı denli ağırlaşabilirler. İşte o zaman şemsiyelere iş düşer. Öyle ki, ince bulutlara tohum ekerek yağmur yağdırılması son derece mantıklı bir işlem. Bu kuramdan yola çıkan 37,000 Çinli köylü bulutlara gümüş iyodür (yaygın kullanılan bir tohumlama aracı) dolu roketler fırlattılar. İnsan gücünün etkisi bir yere kadar. 40 yıl boyunca sürdürülen bulut tohumlama çabalarını gözden geçiren Tel Aviv Üniversitesi araştırmacıları tohumlama işleminin gerçekte ek bir yağış üretmediği sonucuna vardılar. Süper tohumlama: Edinburgh Üniversitesi’nden Stephen Salter önderliğindeki bir ekip gezegenimizin bulut örtüsünü arttırmak amacıyla açık denizlerde seyre uygun 1500 gemi aracılığıyla stratokümülüs bulutların arasına tuzlu su püskürtülmesini önerdi. Ekibin amacı 1990 yılında Ulusal Atmosfer Araştırma Merkezi’nden John Latham tarafından belirlenen hedefe ulaşmaktı. Latham havanın tuz kristali tohumlarıyla doygun duruma getirilmesinin yağmurla giderilmeyecek denli küçük bir su damlacıkları dumanının oluşmasına yol açacağına inanıyordu. Hedeflenen sonuç, yere yakın bu sis bulutunun, kuramda, güneş ışığının yönünü değiştirerek küresel ısınma sürecini ters yöne çevirmesiydi. Oysa, aşırı bulut örtüsü sıcaklığı tutarak gerçekte gezegenin ısınmasına neden olabilir. Nitekim, 2009 yılında Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma uçakların yaydıkları gazlardan oluşan bulutların yeryüzü sıcaklıklarında 0,030,06 Celsius derecelik bir artışa neden olduğunu ortaya koyuyor. Bu değer ısınmayla ilgili ilk kayıtların tutulmaya başlandığı 1850 yılından bu yana meydana gelen toplam ısınmanın %48 kadarını oluşturuyor. Sedef bulutların yanardöner görüntüsü, stratosferin 1520 kilometre üzerinde oluşan çok küçük buz kristallerinden kaynaklanır. • • • • Görünürde ilk kez 1883’te Krakatoa yanardağının patlamasından sonra gökyüzünde beliren gece bulutları artık sıradan bir görüntü oluşturuyor. 2010 yılı Haziran’ında Güney Dakota’da meydana gelen bir dolu fırtınası sırasında ABD tarihinin en iri dolu tanesine tanık oldu. Hemen hemen bir futbol topu büyüklüğünde olan dolu tanesinin ağırlığı da yaklaşık bir kilo kadardı. Kötü havalar iş günlerini sever. İsrailli ve Amerikalı araştırmacılardan oluşan bir ekip hava kirliliğiyle ilgili 15 yıllık kayıtlarla Ulusal İklim Hizmetleri Fırtına Kestirim Merkezi’nin fırtınalarla ilgili kayıtlarını gözden geçirdiler. Ekip ABD’nin doğusunda fırtınaların, yazın hava kirliliğinin en üst düzeyde olduğu, hafta ortalarında doruğa ulaştığına tanık oldu. Uçakların iniş saatini geciktiren kümülonimbüs bulutlardır. Bu tür bulutların oluşturduğu rüzgârlar öylesine şiddetli ve belirsizdirler ki, pilotlar asla aralarından geçmeyi göze almazlar. Aralarından geçmeseler bile, kimi zaman üzerlerinden geçtikleri olur. 1959 yılında Yarbay William Rankin’in kullandığı F8 tipi uçağın motoru bozulduğunda pilot bir kümülonimbüs bulutunun üzerinde seyretmekteydi. Paraşütle uçaktan atlayan Rankin 30 dakika boyunca fırtına alanının içinde savrulmak zorunda kaldı ve şaşırtıcı bir biçimde uçaktan canlı çıkmayı başardı. Alman yamaç paraşütü şampiyonu Ewa Wisnierska 2007’de bir “bulut girdabına” kapıldı. Bir kümülonimbüs bulutunun ardından geçmekte olan sporcu girdaba kapılarak yaklaşık 10 kilometre havaya yükseldi. Oksijen eksikliğinden bir ara kendinden geçen Wisnierska’nın bilinci yaklaşık 7 kilometrede yerine geldi. Wisnierska ufuktaki karanlık bulutlarla ilgili olarak, “Genellikle hiç sorun olmazlar” diyordu. Rita Urgan, kaynak Discover • • • • • • • • • • CBT 1305/8 23 Mart 2012 • • Ne yazık ki, sedef bulutlar klorür içeren iyi •
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear