21 Haziran 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

G Felsefe bölümlerine ilahiyatçı sızıntısı Elektromanyetik kirlilik kanser görülme Uluğ Nutku sıklığını arttırabilir Son iki yıldır felsefe bölümlerine musallat olan ilahiyatçılara akademik kadrolar ulufe olarak dağıtılıyor. Bölüm başkanlarının “ilahi” olmalarına ihtimam gösterildiği bir “ilahi komedi” sahneye konuldu. Dante kusura bakmasın ama bu ad gerçekten yakışıklı. ka bir göreve atayacağına söz verir. Gençler ya korkudan ya da saflıktan “peki” der. Yapmaları gereken, rektör hakkında hemen akademik hukuku işletmekti. Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmaları da gerekirdi. Bir ilahiyatçı felsefe bölümü başkanlığına böylece getirilir. Rektör oyları alır, yeniden seçilir ve bölümde bekleme başlar. Ama çıt yok. Bir süre sonra rektöre sorarlar: Onu başka yerde görevlendirecektiniz, ne oldu? Cevap: Vazgeçtim, isterseniz siz kendinize başka yer arayın. Rektör bununla da yetinmez. Bölüm kurucularından birisini lahiyat, diğerini Güzel Sanatlar fakültelerine sürer (takıyyesi: görevlendirir). Bölüm başkanı zat yazılarının listesini bölümün internet sayfasına koymuş. Anlaşılan bir takıntısı var, kafayı Tanrı’nın varlığıyla bozmuş. Tanrı bilgisi vermeye çalışıyor. Burada bir çelişkinin farkında değil; sadece o değil, hiçbirisi farkında değil. Tanrı kavramı ancak felsefi kavramlar altında, insanın aşmaca kurgular oluşturma eğilimini inceleyen kavramlar altında, incelenebilir. lahi’ye eklenen “yat”, Batı dillerinde de theos’a (Tanrı) eklenen –loji, bu uğraşın bir bilim olduğu izlenimi uyandırır, ama bilimle ilgisi yoktur. Tanrı hakkında bilim olmaz; olsaydı evreni nasıl yarattığına dair asgari bir nedenetki bağı bilimce gösterilebilirdi. ‘Din felsefesi’ diye bir şey de olmaz. Dinin, olsa olsa, sübjektif kaynaklı bir dünya ve insan görüşü olur. Tanrı’nın aranacağı ve bulunacağı yer insan zihnidir. Bu zat bir iki filozofu makale başlığına koymuş, ama gene din kaygılarıyla. Bunlardan vazgeçsin, yapamaz. Hiçbir ilahiyatçı felsefeyi anlayamaz; anlaması için din kavramlarının kuşatmasını kırmalı, felsefenin toplumsal bilinci geliştirici karşıt kültürünü temsil edebilmeli ve hepsinden önemlisi ‘vahiy’in sadece bir inanç geleneği olduğunu öğrenmelidir. Bir takıyye olayı da son iki yıl ders verdiğim Cumhuriyet Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde oldu. Bu bölümü 2000’de kurmuştum. Yaş sınırlamasından emekli olduktan sonra daha 3.5 yıl dışarıdan ders verdim. Bölümün öğretim kadrosu oluştu, ayrıldım. O zaman rektör olan sayın Prof. Dr. Mehmet Bakır ve dekan olan sayın Prof. Dr. Dursun Saraydın’ı iki yıl önce ziyarete gittiğimde ders vermemi istediler. Kısa süre sonra başka bir rektör atandı; o da dekanlarını atadı. Takıyyecilikle adam kollama başladı. Bizim bölüme de yeniyetme bir ilahiyatçı sokuşturuldu. dari görevim olsaydı kesinlikle engellerdim. Üniversitelerdeki olumsuz durumu genel bir bakış altında Yeni Adana gazetesine, Bilim ve Ütopya dergisine yazdım, yayımlandı. Atamalarda akademik jüriler titizce oluşturulmalı. Bir fakülte içinden birkaç kişinin kararına bırakılmamalı. Köklü üniversitelerin ilgili bölümlerinden uzmanlar jüri üyesi olmalı. Doçentliğe yükseltilmedeki gibi bir jüri olsaydı, ilahiyatçı aday kapıdan dönerdi. Öğrencilere ne büyük haksızlık edildiğini düşünebiliyor musunuz? Bütün bunlar bilimin hakkını vermekle yükümlü laik devlette nasıl olur? Laik devlet kendisinden bekleneni veremezse elbette olur. Olumsuza rıza göstermenin birilerinin çıkarına birçok nedeni sayıp dökülebilir. Benim saptadığım birincil önemdeki nedenler eski geçmişten geliyor: üniversiteyi medreseye döndürmek; toplumu bilime yabancılaştırmak; felsefeyi din kılıklı siyasetin hizmetine sokmak, gençliği abesle iştigal ettirmek. Bir rektörün, az oy almasına rağmen yukarıdan atandıktan sonraki ilk sözü her şeyi özetler: “Çok sessiz toplum olalım.” *Prof. Dr. Uluğ Nutku’nun bulunduğu görevler: stanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü 196790; Çukurova Üniversitesi Felsefe Grubu Eğitimi Bölümü 199094; Mersin Üniversitesi Felsefe Bölümü 199499; Cumhuriyet Üniversitesi Felsefe Bölümü 20002005. CBT 1252/ 19 18 Mart 2011 aliba Türkiye postmodernleşti: “Her şey olur, her şey geçerli” ilkesi türbanlı başörtüden besmeleli bilime kadar cirit alanı buldu. Bunun arkasındaki siyasal oyunlar hiç de gizli değil ve gittikçe daha açık oynanıyor. Tarikatlar devlet mevkilerine sızmada becerilerini geliştiriyorlar, özellikle eleştirilere cevap vermeyen, sinsi çalışan Fethullahçılar. Bunlar ABD’nin Türkiye’de ‘Ilımlı slam’ projesinin maşaları. Yazıda bu bilinen gerçeği değil, toplumun büyük çoğunluğunun bilmediği ama öğrenmek zorunda olduğu başka bir gerçeği ele alıyorum: lahiyatçının felsefeyi hiçbir zaman anlayamayacağı gerçeği. Felsefi düşünebilmek için verilmiş kültürün bütün yargılarının dışına çıkmak gerekir. Verilmiş, mevcut, gelenekle gelen kültür daima din çerçevelidir. Dinden getirilen bir yığın kavram yeni kuşakların zihinlerine sorgusuz sualsiz sokulmaktadır. lahiyat, ne kadar incelse de, bu kavramların içeriklerini değiştiremez. Örneği, ‘vahiy’ olayının çok eski zamanlardan gelen tarihsel bir gelenek olduğunu hangi ilahiyatçı kabul edebilir? Bu sınıra vardığında şöyle diyecektir: vahiy özel bir bilgi çeşididir ve seçilmiş kimselere iletilir. Halbuki böyle bir bilgi yoktur, sadece “öyle olduğuna inanç” vardır. Felsefe boş inançları teşhir eder, eleştirir, eğitimden kovar. Felsefenin 2600 yıllık geleneği, siyasal baskıların özürcüsü olan boş inançlara karşı mücadeleyle geçmiştir. Mücadele bizim gündemimize de girdi; girmeseydi daha sürüklenecektik. Toplumumuzun çoğunluğu çürük inançlarla hesaplaşmaya giremediğinden, Cumhuriyetin ilk iki kuşağından sonra dini siyasete alet edenlerin baskılarına boyun eğdi. Felsefenin karşıt kültürü dinciliğin hedefi oldu. Osmanlı’daki gibi fetva fermanın özürcüsü oldu. Bu yüzden bizde işkenceciliğe, keyfi tutuklamalara karşı cesaretle konuşacak bir din kişisi ortaya çıkamıyor. Dünyanın hiçbir yerinde bir ilahiyatçı bir felsefe bölümünde çalışmaya kalkışmaz, kalkışırsa rezil olur. Zaten aklına bile gelmez. Bizde ise uyduruk akademik gerekçelerle doluşmuş durumdalar. Bunlar bizim özel üniversitelerimizdeki felsefe bölümlerine yanaşamıyorlar; 1992 sonrası, özellikle de bu yıl kurulan devlet üniversitelerindeki kadrolara göz koyuyorlar; çünkü bilimsel ürüne değer veren bölümlerde foyaları pek çabuk meydana çıkar. ‘Manevi değerler’ safsatası bizim gibi bilime kapalı toplumlarda pek çabuk revaç bulur. Tereddüdü olanlar için bildiğim iki olayı anlatayım. Ama önce başka bir konuya girerek bilimsel düşünmekten ne kadar aciz düştüğümüzü göstereyim. Üniversitelere rasgele ad konulmaz. Hele gelip geçici siyasetçilerin bunlar başbakan, cumhurbaşkanı da olsalar adları hiç konulmaz. ki şart vardır. Birincisi bir devletin kurucusu olmaktır. O halde yalnız Atatürk’ün adı bir üniversiteye verilebilir ve verilmiştir. Diğerleri hem yanlıştır hem de üniversiter geleneğe aykırıdır. kincisi, bütün insanlığa hizmet ölçeğinde kişi adı üniversiteye verilebilir, Lomonosov Üniversitesi gibi. Üniversite, bulunduğu şehrin adını alır. Öyleyse, Adnan Menderes, Celal Bayar, Süleyman Demirel, hatta nönü gibi üniversite adları olamaz. Örnek olay Isparta Üniversitesi’nden: ki genç felsefeci oradaki bölümün kurucusudur ve olağanüstü çabayla düzeyi yükseltmişlerdir. Mevcut rektör, yeniden rektör seçilmek ister ki, bu normal ama sonrası anormal. Oy toplamak için dolaşırken bir pazara uğrar. Pazarda çoğu ilahiyatçı kalabalık bir grup ona bir şart koşar: lahiyat fakültesinden birisini felsefe bölümü başkanı olarak atayacak. Kabul eder, bölüm başkanını çağırır, durumu ona anlatır, tekrar rektör olduktan sonra onu baş Prof.Dr. Kayıhan Pala, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Nilüfer Belediyesi Sağlık Danışmanı, [email protected]). S ayın Bursalı, 04.03.2011 tarihindeki sayınızda Sayın Yüksel Atakan tarafından yazılan “Elektromanyetik kirlilik ve kanser riski” adlı yazı yanıt hakkı doğurmuştur.. Bursa Nilüfer Belediyesi 2010 yılında Elektromanyetik Radyasyon (EMR) ve Etkileri konusunda Türkiye’de konunun uzmanı olan bilim insanlarına “Bursa –Nilüfer lçesinde Elektromanyetik Kirliliğin Belirlenmesi ve Alt Seviyelere Çekilmesi çin Örnek Bir Model Oluşturulması” başlıklı bir bilimsel araştırma yaptırdı. Belediye daha sonra Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek, bu araştırmanın sonuçlarını kullanarak Nilüfer Belediyesi Baz stasyonlarına Yapı Ruhsatı ve Yapı Kullanma zni Verilmesine lişkin Yönetmelik adıyla bir yönetmelik çıkardı. Bu yönetmelikte Bilgi Teknolojileri letişim Kurumu’nun önerdiği baz istasyonlarının elektromanyetik radyasyon limit değerlerinin çok altında sınır değerler kabul edilerek, Nilüfer’de yaşayan halkın sviçre gibi ülkelerde kabul edilen sınır değerlere uygun bir elektromanyetik ortamda yaşamını sürdürmesi amaçlanmıştır. Sayın Atakan’ın yazısında “Öte yandan gerek Sakarya Üniversitesi’nin ve gerekse Uludağ Üniversitesi’nin, yukarıdaki internet sayfasında açıklanan rapor ve sunumlarında, elektromanyetik dalgaların bilimsel olarak henüz kanıtlanamayan beyin tümörü (kanser), bağışıklık sistemi bozukluğu, uykusuzluk gibi daha bir dizi olumsuz etkilere neden olduğu, çeşitli çalışmalar kaynak gösterilerek açıklanmaktadır ki bunlar, bugün ulaşılan bilimsel düzeyi doğru yansıtmıyor” biçiminde yer alan açıklamalar toplumu yanıltıcı niteliktedir. Epidemiyoloji bilimi ile uğraşanlar etkilenim süresinin sınırlı olarak gözlenebildiği nedensellikle ilgili araştırmalarda ”Kanıtın yokluğunu, yokluğun kanıtı olarak değerlendirmemek” gerektiğini bilir. Bin yıllardır kullanılan tütünün akciğer ve bronş kanserinin oluşmasındaki etkisinin kanıtlanmasının yirminci yüzyılın ancak ikinci yarısında gerçekleştirilebilmesi, bu konudaki en çarpıcı örneklerden biridir. Bu nedenle EMR ile ilgili etkilenimi tartışırken çok dikkatli olmak gerekir. Çünkü her geçen yıl EMR’nin sağlık etkisi ile ilgili bulgular ve kanserlerle ilişkisi üzerine nedenselliği ortaya koymaya yönelik yeni çalışmalar yayımlanmaktadır. CBT’deki yer darlığı nedeniyle cep telefonu kullanımı ve kanser arasındaki ilişkiyi inceleyen ve son yıllarda yayımlanmış çok sayıdaki araştırmadan yalnızca ikisine değineceğim. lkinde araştırmacılar cep telefonu kullanımı ile beyin tümörleri arasında bir bağlantı olabileceğinin doğrulandığını açıklamaktadırlar (1). Bir meta analiz olan ikinci çalışmada da, cep telefonu kullanımı ile tümör riskindeki artış arasında olası bir kanıt bulunduğu araştırmacılar tarafından açıklanmaktadır (2). Son yıllarda yayımlanan araştırmalarda özellikle uzun süre cep telefonu kullanımı ile kanser arasındaki bağlantıya sıklıkla vurgu yapılmakta. Cep telefonu kullanımı ile baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, yorgunluk vb. bazı sağlık sorunları arasındaki ilişki ise bugün artık neredeyse tartışılmaktan çıkmış durumdadır. Sayın Bursalı, bilim insanlarının görevi bilimsel bilgiyi doğru yorumlamak ve toplumu aydınlatmak olmalıdır. Bizim raporlarımızda dile getirdiğimiz kavram, elektromanyetik kirliliğin kanser görülme sıklığını artırma riski taşıdığıdır. Yıllar geçtikçe bu konudaki kanıt değeri taşıyan bulguların artabileceğini öngördüğümüz için “çok geç olmadan” toplumu doğru bilgilendirmeye çalışmaktayız. Başta çocuklar gibi risk grupları olmak üzere, cep telefonlarının mümkün olduğunca az ve doğru kullanılmasının sağlanması amacıyla bir farkındalık ve duyarlılık yaratmaya çalışıyoruz. Özellikle endüstrinin kâr maksimizasyonu yaklaşımıyla ve çeşitli pazarlama tekniklerinin etkisiyle dünyanın kişi başına cep telefonu abone sayısı ve ortalama konuşma süresi bakımından en üst sıralarda yer alan ülkemizde; toplumun bu konuda aydınlatılmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Kaynaklar Hardell L, Carlberg M, Mild KH. Mobile Phone Use and the Risk for Malignant Brain Tumors: A CaseControl Study on Deceased Cases and Controls. NEUROEPIDEMIOLOGY 2010; 35(2): 10914. Myung SK, Ju W, McDonnell DD, et al. Mobile Phone Use and Risk of Tumors: A MetaAnalysis. JOURNAL OF CLINICAL ONCOLOGY Nov 2009; 27(33): 55655572.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear