05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

SON ARAŞTIRMALAR Uluslararası bir araştırma ekibi şimdi, sinek beyninde büyümekte olan sinir hücrelerinin, iki genle etkileşerek, hedeflerine ulaşmaya öğrendiklerini buldu. Benzer mekanizmalar omurgalı beyninde de rol oynamakta ve belli başlı gelişim bozuklukları için önemli olabilirler diyor bilim insanları “Nature Neuroscience” dergisinde. Sinir sistemi aslında bir karmaşa mucizesidir. Embriyon gelişimi sırasında milyarlarca sinir hücresi oluşuyor. Bu hücrelerin her biri komşu hücreyle birleşerek, akson olarak isimlendirilen uzun bir bağlantı kablosunu tamamen farklı bir beyin bölgesine göndermekte. Akson hedef bölgeye geldiği zaman, burada “yerleşik” olan sinir hücreleriyle bağlanıyor. Bu şekilde örneğin bize gördüğümüz bir fincana uzanmamıza izin veren bir bağlantı zinciri oluşuyor. Gözümüzden, elimize giden yolun herhangi bir yerinde hatalı sinir hücreleri birle. Bu neşecek olsaydı, denle doğru sinir hücrelerinin bir araya gelmesi çok önemlidir. Peki akson, doğru hücrelerle birleşmek için büyümeyi nerede durduracağını nasıl bilebiliyor? Bu sorunun yanıtını Japon ve Alman bilim insanları buldu. Nature Neuroscience dergisindeki araştırma yazısına göre, sirkesineğinin görsel sistemi, “Golden Goal” ve “Flamingo” proteini üretimlerinden sorumlu iki genin birlikte çalışması sayesinde doğru olarak gelişebiliyor. Gelişmekte olan aksonun ucunda yer alan bu proteinler, etraflarındaki dokulardan çevreleri hakkında bilgiler topluyorlar. Proteinlerin davranışları, sinir hücrelerine hedefe giden yolu bulmalarına yardımcı olmakta. Araştırmadan anlaşıldığı üzere genlerden sadece birinin çalışması ya da genlerin birebir uyumlu çalışmamaları halinde bir kaos yaşanmakta. Aksonlar yol üzerinde gelişmeyi durduruyor ve hedef bölgeye ulaşamıyorlar. Tahmin ediyoruz ki benzer mekanizmalar insan da dahil, diğer organizmaların gelişiminde de önem taşımakta diyor, araştırmayı yöneten . Bilgiler yoldan çıkmış sinir hücrelerine bağlı gelişim bozuklukları için geliştirilecek terapiler için önemli bir temel oluşturmakta. Yeni verilerin ayrıca yaralanmalardan sonra sinir hücrelerini yönlendirmek için yararlı olması da bekleniyor. Etiyopya’da bulunan 3.2 milyon yıllık bir ayak parmak kemiği, Australopithecus afarensis türünün temsilcisi olan Lucy’nin ve çağdaşlarının modern insan gibi iki ayak üzerinde ve dik yürüdüğünün bir kanıtı oldu. Orta ayağın dördüncü parmağına ait olan kemik, ilkel insanların da iki ayak üzerinde yürümenin koşullarından biri olan ayak kavisine sahip olduklarını gösteriyor. Australopithecus insanı gerçekten iki ayak üzerinde dik mi yürüyordu yoksa dört ayak ve iki ayak yürüyüşü arasındaki bir geçiş evresinde miydi tartışmasına son verecek en iyi kanıt ayak biçimidir. Modern insanın ayağı, orta ayak kemiği tarafından uzunlamasına ve yanlamasına kavislenmiştir. Kaslarla desteklenen bu kavisler iki ayak üzerinde yürürken iki işlevi birden yerine getirirler: Bir yandan ayağın itilmesi sırasında kaldıraç etkisini gösterirken, diğer yandan da ayağın yeniden yere değmesi sırasında bir tür amortisör görevini görürler. Ayak kavsi özellikle de orta ayak kemiğinde belirgindir. Science dergisinde yayımlanan araştırma yazısına göre uluslararası bir araştırma ekibi işte eksik olan bu kanıtı Etiyopya’da buldu. Australopithecus afarensis’in dördüncü orta ayak kemiğine ait bu kalıntı Doğu Afrika’da Australopithecus fosilleri açısından en zengin olan Hadar locality 333 olarak isimlendirilen bölgede ortaya çıkarılmış. Australopithecus insanına ait tek dördüncü metatarsal kemik örneği olan kalıntı, modern insan ayağına benzer birkaç özelliğe sahip. Mesela kemiğin iki ucu birbirine ters yöndeki bu özellik orta ayağın, parmak orta ekleminden parmaklara doğru göreceli olarak dik bir şekilde devam ettiğini kanıtlıyor diyor Arizona Eyalet Üniversitesi’nden . Bu özellikler modern yürüyüş biçimine işaret ettiği gibi, kemiğin, bir milyon yıl kadar önce yaşayan öncü insan Ardipithecus ramidus’un ayak kemiğinden çok farklı olduğunu da gösteriyor. Gerçi Ardipithecus kısa süreli de olsa iki ayak üzerinde dik olarak yürüyebiliyordu ama ayakları hâlâ, ağaçta yaşayan primat atalarının özelliklerini taşıyordu: Ayak kavsi bulunmuyor, insan ayağına göre daha esnekti ve çok hareketli parmaklara sahipti. Oysa Lucy ve çağdaşları, tırmanmaktan çok dik yürüyüşe uyum sağlamışlardı diyor araştırmacılar. CBT 1249/ 4 25 Şubat 2011 süresini uzatıyor. Uluslararası araştırma ekibinin birbirinden bağımsız iki farklı araştırması, düşük dozdaki lityumun bile hem insana hem de Caenorhabditis elegans iplik kurduna daha uzun bir ömür verdiğini gösteriyor. Yaşam için gerekli olan lityum besinlerin bir içeriğidir ve başlıca bitkisel besinlerden ve içme suyuyla alınır. Bilim insanları lityumun fizyolojik işlevi hakkında çok fazla şey bilmeseler de daha önceki bir araştırmayla yüksek dozda lityumun, ipliksi kurtta “gençlik iksiri” etkisini yaptığını öğrenmişlerdi. Ancak ne var ki o araştırmada kullanılan doz insanlar için zehirli olacak orandaydı. Bu yüzden yeni araştırmada içme suyunda bulunan dozun etkisi incelenmiş. Jena Üniversitesi bilim insanları Japon meslektaşlarıyla birlikte 18 Japon köyündeki ölüm oranlarını incelerken, içme suyundaki lityum oranının yüksekliğine bağlı olarak ölüm oranlarının düştüğünü görmüşler. Jena araştırmacıları insanlar üzerinde “gençlik iksiri” yapan lityum dozunu C. Elegans kurdunda deneyince, ortalama yaşam beklentisinin yükseldiğini görmüşler. lgili mekanizmalar tümüyle açıklanmamış olsa da bilim insanları, hem iplik kurdunda hem de insanda ömrü uzatanın lityum olduğunu ve bu maddenin ileride yiyeceklere katılabileceğini düşünüyorlar. Ancak iş oraya gelene dek daha birçok çok araştırmanın yapılması gerekir diyor bilim insanları. nsan beyni yaklaşık olarak yüz milyar sinir hücresine sahiptir. şlevsel bir organizmanın ortaya çıkabilmesi için bu hücrelerin gelişim sırasında diğer bazı belli başlı hücrelerle birleşmeleri gerekiyor. Peki ama sinir hücreleri nereye doğru büyüdüklerini ve hangi hücreyle iletişime geçmeleri gerektiğini nereden biliyorlar? Alman bilim insanları bir AB projesi olan “Growthstop” araştırması çerçevesinde, hücre büyümesini ayarlayan bir süreç keşfettiler. Bu süreç bağırsak kanserinin oluşumunda rol oynamakta. Molecular Cell dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre “Myc” olarak isimlendirilen kanser geni, aynı zamanda yavaşlatıcı maddesini de “üretiyor”. Myc diğer birçok geni ayarlayan proteinden sorumlu ve hücrelerin büyümelerini ve çoğalmalarını tetikliyor. O yüzden bu proteinden çok fazla bulunmaması gerekiyor. Würzburg Üniversitesi bilim insanı Martin Eilers, yavaşlatıcı maddeleri ararken protein kinazlarını incelemiş. Bunlar hücre büyümesi veya hücre bölünmesi gibi hücresel süreçlerde ve kanser araştırmalarında da önemli roller oynayan enzimlerdir. Araştırmacılar özel bir yöntemle kinazların tümünde (kinom) Myc proteinini engelleyen maddeler ararken, MK5 protein kinazını bulmuşlar. Ayrıca MK5’in Myc’yi nasıl frenlediğini ve bu süreçte hangi genlerin katıldığını da. MK5, Myc tarafından etkinleştirilmekte. Bu, ne kadar çok Myc proteini varsa o kadar çok yavaşlatıcı madde üretiliyor demek. Yani kanser geni kendi kendini frenlemekte diyen bilim insanları diğer bir araştırmada da bu “geri besleme mekanizmasının” bağırsak kanseri hücrelerinde devre dışı kaldığını görmüşler. Bu nedenle bu durumun kanserin oluşumuyla ilgili olabileceği sanılmakta ki bu da daha iyi terapi olanakları sunacaktır. Nilgün Özbaşaran Dede Araştırma DÜNYANIN EN ESKİ PROTEZİ Dünyanın en eski protezi, Mısır’da bulundu. Bir rahip kızı, eksik olan ayak baş parmağı yerine ahşap ve deriden üretilen bir protezle mumyalanmış. The Lancet dergisinde yayımlanan araştırma çerçevesinde aynı protezin taklidi ile yapılan deneyler, protezin gerçekten de yürümek için uygun olduğunu bu nedenle de mezar armağanından fazlası olduğunu göstermekte. Bilim insanları ayağında protez taşıyan bu mumyayı Luxor yakınındaki kazılarda 2002 yılında bulmuşlardı. .Ö. 600 yılına tarihlenen mumya tahminlere göre 21. hanedandaki bir rahibin kızına aitti. Keten ipliklerle ayağa tutturulan protez gerçek parmağın biçimine ve ölçülerine birebir uymakta hatta ucu tırnak şeklinde biçimlendirilmiş. Manchester Üniversitesi bilim insanları protezin birebir kopyasını ürettikten sonra, sağ ayağında baş parmağı bulunmayan iki kişiden protezi denemelerini istemişler. Bu şekilde protezin yürümede yardımcı olduğu ortaya çıkmış. Araştırmacılar daha sonra protezle yürüyüşün biyomekaniksel faktörlerini değerlendirebilmek için, deneklerin yürüyüşlerini dahili kamera sistemi ve basınç sensorlarıyla analiz etmişler. Sonuçlar, parmak protezinin gerçekten de kaybolan parmağın görevini yerine getirdiğini göstermiş. Bu da protez üretiminin Mısır’da başladığı anlamına gelebilir diyor bilim insanları. European Journal of Nutrition dergisinin son sayısında yayımlanan yeni bir araştırmaya göre, düzenli olarak alınan lityum, yaşam
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear