Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
GÜNCEL TIP SEFER H SAR TOHUM VE TAKAS ŞENL Ğ Yerli tohumun satışı yasak, takası serbest Seferihisar Kapalı Pazar Yeri’nde 5 Şubat 2011’de Yarımada Takas Şenliği düzenlendi. Şenlikte bölgedeki yerli tohum üreticileri bir araya gelerek ellerindeki tohumları satış yapmadan değiş tokuş ettiler. Satış yapılmamasının nedeni, 2006 yılında çıkartılan Tohumculuk Yasası gereğince, yerli tohumların satışına getirilen yasaklardı. Böylece üreticiler şenlik sayesinde hem kendilerinde bulunmayan tohumları elde etme şansına kavuştu, hem de yasanın yol açtığı sorunları tartıştı. Bu etkinlikten yola çıkarak Tohumculuk Yasası’nın Türk tarımını nasıl etkilediğini araştırdık. Bunun için Seferihisar Takas Şenliği’nin gerçekleşmesinde emeği geçen Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Prof. Dr. Tayfun Özkaya’ya ve Sabancı Üniversitesi’nden Prof.Dr. Selim Çetiner’e yasanın eksik ve aksayan yönlerini sorduk. Çetiner’e göre: ‘İşini bilen memur ile konuyu bilmeyen siyasiler’in çıkarttığı yasa’. Reyhan Oksay Tohumculuk Yasası tohumların ıslahı ve tohum piyasalarına düzen getirme konularında ne gibi yenilikler getirecek? Tohum, bir teknoloji paketidir. Çiftçiler için en verimli, hastalık ve zararlılara dayanıklı çeşitler, bitki ıslahçıları tarafından uzun yıllar süren çalışmalar sonunda geliştirilip, tohum üreticileri tarafından çoğaltılır ve çiftçilerin dolayısı ile tüketicilerin hizmetine sunulur. Bununla beraber, Tohumculuk Kanunu ile getirilen yeni Birlik yapılanmasının Türkiye’de bitki ıslahının ve tohumculuğun geliştirilmesine hizmet etmesi pek de mümkün görünmüyor. Öte yandan, 5 yıllık geçiş süresi sırasında Bakanlığın ilgili birimleri gerekenleri yapmadığı için, bazı ciddi sıkıntıların ortaya çıkmasına neden oldu. Yerli tohumların patentlenmesi mümkün mü? Çeşit tescili için gerekli koşulları yerine getirmesi kaydıyla yerli çeşitler şimdiye kadar olduğu gibi de bundan sonra da tescil edilerek ticarete konu olabilecek. Burada yerli yabancı çeşit ayrımı yapılmıyor. Köylüler tohumlara daha yüksek bir fiyat mı ödeyecek? Yerli veya yabancı, yüksek verimli ve üstün vasıflı çeşitlere ait tohumlar düşük verimli köy çeşitlerinden pahalı. Ancak, 1985’den beri gördüğümüz üzere üreticiler yüksek ücret ödeyerek satın aldıkları tohumlardan karşılığını defalarca fazlası olarak geri alıyorlar. Teknoloji karşıtlarının sıkça dile getirdiği “1 kilo domates tohumu 1 kilo altından pahalı” saptaması, 1 kilo tohumla kaç bin domates üretildiğini söylemedikleri için insanları yanıltıyor. Yerli tohumlar Türkiye’nin doğa koşullarına daha uygun değil mi? Dışarıdan ithal edilen tohumlar bu topraklarda verimli olabilecek mi? Yerli tohumların Türkiye koşullarına daha uygun olduğu genellemesi sağlıklı bir yaklaşım değil. Türkiye’de tescil ettirilerek üretilmek istenen yabancı çeşitler, üretim izni verilmeden önce Tarım Bakanlığı tarafından belirlenen farklı koşullara sahip araştırma enstitüleri veya üniversite araştırma alanlarında yetiştirilerek tarımsal performansları gözlemlenir, ancak standart çeşitlerden daha avantajlı görülenlere üretim izni verilir. Verim artışları bunun en somut göstergesi. Zaten serbest piyasa koşullarında üreticiye belli bir üretim avantajı sağlamayan çeşitler, bizzat üreticiler tarafından tasfiye edilir. Türkiye Tohumcular Birliği tarafsızlığını koruyabilecek mi? Siyasi baskılardan uzak ve gerçek anlamda sektör temsilcilerinin faaliyet gösterdiği bir Birlik tarafsızlığını korumak durumunda olacak. Ne yazık ki şimdiye kadarki gelişmeler gerçek anlamda bağımsız ve tarafsız bir yapı oluşturulamadığı yönünde. Tohumculuk Yasası’nda yöneltilen en önemli eleştiri ülkemizin biyoçeşitliliğine balta vurma olasılığı. Siz bu görüşe katılıyor musunuz? Tarımsal biyoçeşitlilik sadece Türkiye için değil tüm insanlık için önemli. Ancak, teknoloji karşıtlarının biyoçeşitlilik söylemleri, tarımdan anlamayanları korkutmaya yönelik ancak pratik geçerliliği bulunmayan sloganlar. Bütün mesele, gerekli teknolojilere yatırım yapmak; bunun başında bitki ıslahı ve modern tohumculuk gelir. Burada vurgulanması gereken husus, son 50 yılda Türkiye’de biyoçeşitlilik için mutlak gerekli olan vadi içi habitatlar ile göl ve sulak alanların tarımsal araziye çevrilerek yok edilmiş olması. Yüksek verimli çeşitler ve ileri tarım teknolojileri, doğal yaşam alanları üzerindeki bu baskıyı azaltacaktır. Bu yasa ile GDO’lar arasında her hangi bir ilişki bulunmuyor. Biyogüvenlik Yasası da genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların yetiştirilmesini kesin şekilde yasaklamıştır. Yerel tohumlarla üretilen sebze ve meyvelerin besin değeri daha mı yüksek? Belki de son 5060 yıldır yapılan ıslah çalışmalarının birinci önceliği bitki ve hayvanlarda verim artışı yönünde oldu. Ancak, bu yerel tohumlarla üretilen meyve sebzelerin besin değerinin daha yüksek olduğu genellemesini tam doğrulamaz. Tohumculuk Yasası’ndaki aksaklıklar nasıl giderilebilir? Bakanlık yasada iyileştirmeler yapmaya sıcak bakıyor mu? Tohumculuk Yasa’sının aksayan yönleri geçtiğimiz iki yıl içerisinde ortaya çıkan sorunlar çerçevesinde paydaşların bir araya gelmesiyle çözülmeli. Özellikle, Anayasa Mahkemesi’nin kısmi iptali de göz önünde bulundurularak, Bakanlık bu değişiklik önerilerini dikkate almalı. Ancak, işini bilen bürokratik oligarşinin bu konuda ne kadar istekli olacağı en önemli sorun. Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com Adam 69 yaşında bir fizikçiydi. Karnının üst tarafında 23 yıldır artan ağrı yakınması vardı. Bunlara son günlerde artan reflü yakınması da eklenmişti. Şikâyetleri onun yoğun çalışma temposu içinde çalışma ritmini yavaşlatıyor, yaşam kalitesini ve bilimsel üretkenliğini belirgin olarak düşürüyordu. Rudolph Nissen’in Düşündündükleri.... Hastayı 1948 yılında dünyanın en ünlü cerrahlarından biri gördü ve ona oldukça karışık ve kendi ismi ile anılan reflü ameliyatı yaptı. Ünlü cerrah, operasyon sırasında fizikçinin karın ağrısına asıl neden olanın aortik anevrizma (ana atar damarda balonlaşma) olduğunu da ortaya çıkardı ve anevrizmayı selafon ile sardı. Selafon o günün inanışına göre ana atar damar duvarında bağ dokusu reaksiyonuna neden oluyor ve damarın duvarını kuvvetlendiriyordu. Fizik profesörü 3 hafta hastanede kaldıktan sonra taburcu edildi ve sonraki bilimsel yaşamını üretken biçimde ve çok daha az yakınma ile sürdürebildi. Bu fizikçinin ismi Albert Einstein, operasyonu yapan ünlü cerrah ise Prof. Dr. Rudolph Rissen’di. Dr. Rissen, Münih’te bir Yahudi ailenin çocuğu olarak 1896 yılında dünyaya gelmişti. 1931 yılında ilk pnönonektomi, yani akciğer dokusunun ameliyat ile çıkartılması operasyonunu yapmış ve genç yaşta ünü Almanya dışına taşmıştı. Ancak ülkesinde rahatı hiç yerinde değildi. Naziler iktidardaydı ve bir Yahudi olarak büyük bir tehdit altındaydı. Aynı yıllarda genç Türkiye Cumhuriyeti çağdaşlaşma savaşı veriyordu. Üniversite reformu 1933 yılında gerçekleştirilmişti ve yeni kurulan üniversiteye öncü bilim adamları gerekliydi. Dr. Nissen, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün davetiyle İstanbul’a getirildi ve henüz 37 yaşındayken ordinaryüs Profesör olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin Cerrahpaşa’daki 1. Cerrahi kliniğine direktör olarak atandı. Türkiye’de kaldığı sürece Türk Tıbbına akademik ve idari anlamda büyük katkılar sağladı ve ayrıldıktan sonra da ilişkiyi hiç kesmedi. Ayrıldığında geride yeni cerrahi binasının planlanması ve inşaatı, Türkçe ve Almanca yazılmış 4 cerrahi kitabı, 62 adet Türkçe yazılmış bilimsel makale ve yetiştirdiği onlarca öğrenci, asistan ve cerrah bıraktı. Dr. Nissen, 19391952 yılları arasında ABD’de çalıştı. Einstein ile yollarının kesiştiği yıllar bu yıllardır. Nissen’i tıp fakültelerinde son günlerde yaşanan keşmekeş arasında anımsadım. Henüz genç bir Cumhuriyet iken kalkınabilmenin, çağdaş ve güçlü bir ülke olabilmenin yolunun bilim toplumu olmaktan geçtiğini bilen, son derece kararlı adımlar ile bu amaca ulaşmak için yürüyen, bilim insanlarına büyük değer veren o günün iktidar sahiplerini özlemle andım. Düşündüm, Türkiye ne kadar büyük bir hızla yön değiştiriyor. Tartışılanlara bakıyorum ve derin bir üzüntü duyuyorum. “Bilim üretmek ve eğitim kaygısı” tıp fakültesi öğretim üyelerinin aklına tam gün yasası çıkarken geliverdi. Üniversiteleri mutlak biçimde kontrol altına almak isteği açık olan iktidarın da ülkemizde bilimin gelişmesi gibi bir derdi kanımca yok. Uluslararası örgütlerin suratımızda tokat gibi patlayan raporlarının gölgesinde bu iki taraf arasında anlamsız bir kavgadır sürüp gidiyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, 2010 yılında Türkiye’yi basın özgürlüğü sıralamasında 178 ülke arasında 138. sıraya koyuyor. Türkiye; Fas, Cezayir, El Salvador, Haiti, Togo, Guatemala ve Mısır gibi ülkelerden bile daha geride yer alıyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD)’nın gerçekleştirdiği PISA eğitim araştırmasının sonucu Türkiye’nin son 3 ülke arasında yer alma alışkanlığını sürdürdüğünü gösteriyor. Shanghai Jiao Tong Üniversitesinin 2010 raporuna göre sadece İstanbul Üniversitesi dünyadaki ilk 500 üniversite arasına girebiliyor. Hiç anlamıyorum; Bir zamanlar dünyanın en önemli bilim insanları için bu toprakları bir çekim alanı haline getiren bizler, nasıl oluyor da şimdi aynı toprakları bilim insanları için yaşanmaz bir çöl haline getirebilmeyi başarabiliyoruz? S eferihisar, Mordoğan, Urla ve Karaburun belediyeleri işbirliği ile gerçekleştirilen “Yarımada Tohum Takas Şenliği”nde yerli tohum üreticileri Seferihisar Kapalı Pazar Yeri’nde toplandı. Zarfların içine yerleştirdikleri tohumlarını takas ettiler. Kaybolmak üzere olan tohumları büyük bir özenle saklamış olan çiftçiler, yalnızca tohumlarını değil, bilgi ve deneyimlerini de paylaştılar. Yerli tohum satışına “Tohumculuk Yasası” ile yasak getirilmiş olmasına tepki olarak düzenlenen bu etkinliğe, ilgili belediye başkanları, çiftçiler, sivil toplum kuruluşları ve akademisyenler de katıldı. Etkinlik kapsamında gerçekleştirilen panelde yasanın şu sorunlara yol açmasından duyulan kaygılara yer verildi: • Yerli tohum üreticilerimizin çokuluslu üreticiler karşısında rekabet şansının elinden alınmış olması • Anadolu’nun zengin biyolojik çeşitliliğine vereceği zararlar • Sıradan vatandaşların tabağındaki yiyeceğin tadının ve besleyici özelliklerinin değişime uğması, daha da önemlisi sağlığımızı tehdit etmesi arttı, hem sektörün yapılanmasıyla ilgili önemli gelişmeler sağlandı. Türkiye’nin tohumluk üretiminde çok ciddi bir artış meydana geldi. Yeni tohum çeşitleri geliştirildi. Bu manada da Türkiye tohumculuk sektörünün dışa bağımlılığı azaldı. Tohumluk ihracatı artış gösterdi.” Oysa Ziraat Mühendisleri Odası yasa henüz tasarı halindeyken, bu şekliyle yasalaşmasının ülke tarımına yarardan çok, zarar vereceğini savuruyordu. Özellikle biyoçeşitlilik için büyük tehlike oluşturduğunu ileri süren oda yöneticileri çekincelerini şöyle açıklıyorlardı: “Bitkisel üretim materyali olan tohum, bir ülkenin tarım sektörü için stratejik öneme sahiptir. Bu bağlamda, tohum üretim ve dağıtımını çokuluslu şirketlerin tekeline bırakan ülkelerin, bağımsız bir tarım sektöründen söz edebilmeleri olanaksızdır. Üstelik Türkiye 3 bini endemik (sadece Türkiye’de bulunan) 13 bin bitki çeşidine sahiptir. Bu yasanın çıkmasıyla beraber, Anadolu coğrafyasının genetik zenginliği GDO’larla tehdit altına gireceği gibi, patentlenme yoluyla da şirketlerin eline geçecek. Tasarı, devletin, tohum üretiminden sertifikalandırılmasına ve ticaretine dek tüm alanlardan çekilmesini ve bu görevleri kurulacak olan Türkiye Tohumcular Birliği’ne devretmesini öngörüyor.” B YOKORSANLIK 88 TÜR TOHUMUN ENVANTER ÇIKARTILDI Şenliğin mimarı Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer. Soyer’e, böyle bir etkinliği hangi amaçla gerçekleştirdiklerini sorduk. Yanıt: Tohumculuk Yasası’nın mağdur ettiği yerli tohum üreticilerinin sesini duyurmak için... Altı ay boyunca dört ilçedeki köyleri ev ev dolaşarak, şenliğin amacını üreticilere anlattıklarını ve sakladıkları tohumları pazara getirmeleri için ikna etmeye çalıştıklarını belirten Soyer, bu ziyaretler sırasında kaybolmak üzere olan, yüz yıllık tohumlara bile rastladıklarına dikkat çekti: “Tohumculuk yasası, yalnızca tohumların değil, bir kültürün ve bir geleneğin kaybolmasına zemin hazırlıyor. Yetkililer tohumları ıslah ediyoruz, hastalıkları yok ediyoruz diyerek yüzlerce tohumun kaybolmasına göz yumuyor. Bizler bu arada 88 tür tohumun envanterini çıkarttık. Daha kapsamlı ve uzun süreli kesin bir planımız yok ama gelecekte bu etkinliği tüm Ege bölgesine yaymayı istiyoruz.” Bakanlığın bu etkinliğe destek olup olmadığı yönündeki sorumuza Soyer’in yanıtı şöyle: “Hangi destek! Şenliğin yapılmasını engellemeye bile kalkıştılar ama biz izin vermedik.” Yasadan akademisyenler ve yerli tohum üreticileri de hoşnut değil. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya, yasayla ilgili en önemli kaygısını dergimize şöyle aktardı: “Yerel tohumlarla sağlanan biyoçeşitliliğe, uluslararası tohum şirketleri ağır darbeler indiriyor. Örneğin daha önce domateste veya buğdayda nerede ise her köyün toprak ve iklim özelliklerine uyum göstermiş binlerce çeşidi, birkaç çeşide indirerek bunları da patent veya benzeri fikri mülkiyet halkları ile sahiplenmek istiyorlar. Binlerce kuşak çiftçinin geliştirdiği bu çeşitlere, birkaç genini değiştirerek el koyuyorlar. Buna biyokorsanlık diyoruz…. ABD’de birçok sebze çeşidi % 95 lere kadar varan oranlarda yeryüzünden silindi. FAO dünyada çeşit kaybının %75 olduğunu bildiriyor. Ülkemizde de yerel çeşitler daha çok dağ köylerinde kalmış. Küresel ısınma yerel tohumları her bakımdan üstün hale getiriyor. Çünkü bunlar değişen iklim koşullarına daha kolay uyum gösteriyorlar ve çoğu zaman daha az suyla hatta susuz yetiştirilebiliyorlar.” Özkaya’ya göre, yasadaki diğer sakıncalar şöyle: Uluslararası şirketlerin geliştirdiği çeşitlerin daha verimli olduğu iddiası doğru değil. Bu verim artışı kimyasal gübrelerle sağlanıyor. Ayrıca şirket çeşitleri hastalık ve zararlılara dirençsiz olduğundan kimyasal ilaç kullanmak kaçınılmaz oluyor. Araştırmalar yerel tohumlarla üretilmiş ürünlerin vitamin ve mineral maddeler başta besleyici özellikler yönünden şirket tohumlarından çok üstün olduğunu ortaya koyuyor. ABD’de yapılan bir araştırma ile 19501999 yılları arasındaki 50 yıllık süre içinde 43 sebze ve meyvede 13 besin maddesinde besin değerlerindeki değişimler incelenmiş. Örneğin ıspanakta C vitamininde düşme oranı %52; soğanda ise %28’dir. (Davis, Donald R., ve ark. 2004, Changes in USDA Food Composition Data for 43 Garden Crops, 1950 to 1999, Jou. of the Am. College of Nutrition, Vol. 23, No. 6, 669–682.) Tohum ve hayvanlar bütün bir insanlığa aittir. Uluslararası şirketlerin (Novartis, Monsanto, Cargil, Dupont, ADN ve Bayer vb….) bunlara fikri mülkiyet hakları ile sahip çıkmaları doğru değil. Domates, biber, patlıcan, tütün gibi birçok bitki bize Amerika’dan geldi. Domatesin gelişinin üzerinden 100 yıl geçti. Patlıcan ve biberin ise 300 yıl önce geldiği tahmin ediliyor. Diğer yandan on bin yıl önce Anadolu’da geliştirilen buğday buradan bütün dünyaya yayıldı. Farklılıklar iyidir, çünkü hastalık ve iklimdeki değişikliklere bu tohum kolayca uyum gösterebilir. Şirketler yerel tohumları piyasadan silmek isterken, sadece kendi ıslah programlarında kullanmak üzere yaşamalarını istiyorlar. Onlara göre yerel tohumların yeri tarlalar değil gen merkezleridir. Yasa, Tarım Bakanlığının tohumla ilgili yetkilerinin çoğunun Türkiye Tohumcular Birliğine devrini öngörüyor. Oysa bu birlik yabancı veya yerli tohum şirketlerinin hegemonyası altında. Yasanın biyogüvenlik yasasından önce çıkmış olması sorunlu olmuştur. Biyogüvenlik yasasında kamuoyunun ağır tepkileri nedeniyle GDO’lu tohumların üretimde kullanılması yasaklandı. Tohumculuk yasasında ise GDO ile ilgili olumlu veya olumsuz bir ifade yok. Prof.Dr.Özkaya’ya göre, yasanın getirdiği bu olumsuzlara karşı alınması gereken önlemler şöyle: “Yerel düzeyde tohum ağları, dernekleri kurulmalı. Yerel tohumlardan kimyasal ilaç ve gübre olmaksızın üretilen ürünler köylü pazarlarında veya tüketim kooperatiflerinde satılmalı. Bunlara belediyeler öncülük yapmalı. Elbette tohum kanunu da değişmeli. Yasaya yöneltilen bu eleştirilerin abartıldığını düşünen akademisyenlerimiz de var. Bunların başında Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner geliyor. Yasada genetiği değiştirilmiş organizmalarla (GDO) ilgili bir hüküm bulunmadığına dikkat çeken Çetiner, tohum ithalatının serbest bırakıldığı 1984’ten bu yana Türkiye’nin ciddi kayba uğradığını, tasarının getireceği patent zorunluluğunun Türk tohumculuğunu koruyacağını ve Türkiye’nin tohum ihracatçısı haline geleceğini vurguluyor. Çetiner, Tohumculuk Yasası ile ilgili sorularımızı şöyle yanıtladı: Yasa, tarımı çok uluslu özel şirketlerin yönetimine mi kaydırıyor? Çiftçiler artık kendi tohumlarının kullanamayacaklar mı? Tartışmalara konu olan 5553 sayılı Tohum Yasası, 1963 tarihli Tohumlukların Tescil, Kontrol ve Sertifikasyonu Hakkında Kanun’un yerine çıkarıldı. Değişen günümüz koşullarına uygun bir Tohumculuk Yasası çıkarılması olumlu olarak düşünülebilir. Ancak, “işini bilen memur ile konuyu bilmeyen siyasiler” tarafından son halini bulan Kanun’un önemli eksik ve sakıncalı yönleri de var. Bunlardan birisi olan denetim yetkisinin devri, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olsa da, asıl sorunlu maddeler hala duruyor. Bununla beraber, “Yasa tarımı çok uluslu özel şirketler yönetimine kaydırıyor” iddiası da doğru değil. Çiftçilerin kendi tohumlarını kullanamayacakları iddiası da doğru değil. Çiftçiler kendi tohumlarını koruyaabilir, takas edebilir ancak bunları para karşılığı satamazlar. Tohumculuk ile uğraşan kişilerin evrensel kurallar çerçevesinde çalışıp denetlenmeleri son tahlilde çiftçilerin yararınadır. YASA TÜRK TOHUMCULUĞUNU KORUYOR CBT 1249/ 10 25 Şubat 2011 CBT 1249/ 11 25 Şubat 2011 TBMM’de 31 Ekim 2006 tarihinde kabul edilen 5553 sayılı Tohumculuk Yasası, 8 Kasım 2006’d yürürlüğe girdi. Ancak CHP grubu 2007 başında “Tohum alanından kamunun çekilmesi ve sektörün tümüyle çok uluslu şirketlere bağlanmasını sağlayacağı, yerli tohum çeşitliliğini yok edeceği“ gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. Yüksek Mahkeme Ocak 2011’de aldığı kararla kısmi iptal getirdi. Yerli tohumların ıslah edilmesi ve tohum piyasalarına istikrar getirilmesi amacı ile çıkartılan yasayı, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker şöyle savunuyor (Ocak 2011 Basın açıklaması): “Son 4 yılda, bu kanunun uygulamaya girmesinden bu yana, Türk tohumculuk sektörü eskiye kıyasla çok önemli mesafe katetti. Hem üretim TOHUMCULUK YASASI NED R?