Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
HUKUK POLİTİKASI MuHAP Tınaz Titiz Y azı başlığı bir dernek ismi gibi oldu ama öyle değil, daha iddialı bir şeyin kısa adı: Muhibet Hala’ları Araştırma Projesi. Proje fikrinin dayandığı nokta, insan dokumuzu daha iyi tanıdığımızda, kurumlarımızı, sistemlerimizi ve ümitlerimizi tasarımlarken daha gerçekçi olacağımız, bundan kaçınıp herşeyi idealize ettikçe de giderek gerçeklerden kopacağımız şeklinde özetlenebilir. Gazetelerin yazdığına göre, Muhibet Yıldırım adında bir kadın, ağabeyi evlenmesine karşı çıktığı için, ona “unutamayacağı bir karşı ceza“ vermek amacıyla, ağabeyinin oğlu 4 yaşındaki Yunus Yıldırım’ın önce cinsel organını kesmeye çalışmış, sonra da öldürüp çuvala koyarak apartmanın boşluğuna atmış. Testereyle sevgilisinin başını kesen, istemeden sahip oldukları bebeği barbekü ocağında yakıp küllerini savuran ve benzer yollarla “sorun çözmeye çalışan“ kişilere ilişkin haberleri hemen hergün okuyup dinlediğimiz için Muhibet halanın bu sevecenliğinin haber değeri pek yok. Muhibet hala biraz daha kurnaz davranıp cesedi apartman boşluğu yerine bir başka yere atsaydı muhtemelen cinayeti ömür boyu gizli ka labilirdi. Burada soru şudur: Muhibet hala, 70 milyon nüfusun içinde tek olamayacağına, örnekler de bunu fazlasıyla doğruladığına göre, yaşamlarımızın hangi kesitlerinde hangi arızalara neden olmaktadırlar? Bu soruya bir nefeste cevap vermek yerine daha basit sorulardan yola çıkılırsa: Soru 1. Muhibet hala’lardan (Muhip dayı’lar) yaklaşık kaç adet vardır? Soru 2. Bu kişiler ülkemizin tek noktasında toplu olarak beklemediklerine göre ülke yüzeyine homojen olarak mı dağılmışlardır? Soru 3. Bu kişiler içinde okumuş, meslek ve mevki sahibi olmuş olanların yükselebilecekleri yerleri otomotik olarak sınırlayan bir hukuk ya da doğa kuralı var mıdır? Soru 4. Bambaşka alanlardaki eğriliklerden ne kadarı bu kişilere aittir? Soru 5. En azından kamu görevi (otobüs şoförlüğü, öğretmenlik, siyaset gibi) yapacaklar için, esaslı bir ruhsal sağlık taraması yapılması mümkün müdür? Aslında bu tür soruları çeşitlendirerek birçok faili meçhul gibi görünen sorun alanı daha kolay anlaşılabilir? Buna göre önerim, bu konunun bir disiplinlerarası proje olarak tanımlanarak üzerinde çalışılmasıdır. Tabii ki projede görev alacak olanların da öncelikle taramadan geçirilmesi şartıyla. Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr Türkiye Depremi, hangi gerekçeyle çıkarılmış olursa olsun, ülkenin satış senedi saydığım Tahkim yasasıyla başladı. O günlerde bu yasaya karşı yazdığımız yazıları yayımlatacak bir yer bulamamıştık. Gazete sayfaları birden çarşaf çarşaf banka reklamlarıyla işgal edilmişti. Mıntıka Temizliği Ülkemiz Gölcük depremiyle gelen ve yürekler parçalayan bir acıyla kıvranırken bu yasayı meclisten bir hırsız edasıyla geçirivermişlerdi. İzleyen aylarda ben de profesörlük takdim tezim olan “Adli Yargıda Yolsuzluk Araştırması”ndan ötürü savcılara (eski TCK/159’a göre altı yıllık hapis cezası tehdidiyle) ifade veriyordum. Doktora sonrası dönüş yapmıştım ülkeme. Umutluydum, sevinçliydim. Üniversitede göreve başlamıştım. Öğrencilerle mıntıka temizliği falan yaptırıyorlardı, ama beni pek ırgalamıyordu. Birgün meslektaşlarıma geçen geceyi nasıl geçirdiğimi anlatırken birer birer, yavaş yavaş kalkıp gittiklerini görüp, yadırgamıştım. Söz konusu gecede uyumakta biraz güçlük çekmiştim. Birden şu yeni anayasayı bir kez doğru dürüst okumak gelmişti aklıma. Okudukça uykum iyice kaçmıştı. Bir korku filmi izliyor gibiydim. İşte bunları söylerken duymamış dahi olmak için insanlar çekip gidiyorlardı. Yine birgün dekan yardımcısı hocamızın odasına şık giyimli, kelli felli, elli yaşlarında bir bey girmişti. Öyle bir edayla girmişti ki, hepimiz ayağa kalkmış, başköşeye buyur etmiştik. Silivri savcılığından fakültemize yönlendirilmişti. Darbeyi yapan beş general hakkında suç duyurusunda bulunacağını, kendisine hukuken yardım etmemizi rica ediyordu. Oradakilerin yüzlerini doğrusu görmenizi isterdim. İdare apansız gelen bu karabasandan, fakültemizde henüz bir ceza hukukçusu bulunmadığından İstanbul Üniversitesine başvurmasının yerinde olacağını önererek sıyırtıvermişti. Bugünlerde dördüncü baskısı hazırlanan “Sivil İtaatsizlik” adlı kitabımı yazarken ve bu konuda Goethe Enstitüsü’yle birlikte ilk sempozyumu hazırlarken duyumsatılanları anlatmaya hiç gerek yok. Dokuz ay boyunca bir yayımcı bulamamıştım. Sempozyumda konunun fazla göze batmaması için yük katarı gibi bir başlık kullanmıştık. Bir toplantıda Bir Anayasa Mahkemesi Üyesine geçici 15. maddeyi niçin ihmal etmeyi düşünmediklerini sormuştum. Radbruch Formülü üzerine de söyleşmiştik epeyce. Düşündüklerini, ancak mümkün olamayacağı kanısının yaygın olduğunu söylemişti. Tüm bunlar seksenli yıllardı. Bu yıllarda “yönetimde istikrar” son hızıyla gidiyordu. O günlerde Milli Piyango’nun Nasrettin Hoca’ya nazire olarak “Ya Size Çıkarsa!” diye bir sloganı vardı. Erdal Bey de ya bana çıkarsa diye düşünerek zahir, Turgut Bey’le yüzde on barajını inşa ettiler. CHP bu rüyayı bugüne kadar görmeyi sürdürürdü. Bu sırada bu barajda çok sular birikti. 2002’de hukuk fakültesi dekanıydım. Fakülte yeni açıldığından mı, yoksa başka ne diyedir, bilmiyorum, siyasilerce ziyaret edilirdik. CHP’lilere bu barajı yıkmalarını; AKP bu oranı indirmezse, TBMM’yi terk etmeleri gerektiğini dilimde tüy bitercesine anlatıyordum. AKP’lilere de adlarında “Adalet”in kalmasını istiyorlarsa, bu barajı kaldırarak hemen yeni bir seçime gitmelerini, böylelikle ülkenin demokrasi tarihinde şerefli bir yer kazanacaklarını; programlarına katılmadığım halde, ben de oyumu kendilerine vereceğimi söylüyordum. Benim oyumun ne önemi vardı ki! Ankara’da bir Hukuk Kurultayında, uzun zamandan beri karşılaşmadığımız ama medyada sıkça izlediğim AKP’li bir askerlik arkadaşıma da aynı şeyleri söylemiştim. “Haklısın. Ama iktidar öyle bir şey ki, insanı peşinden sürüklüyor “ anlamında içten düşüncelerini dile getirmişti. Fırsat buldukça yazılarımda, konuşmalarımda bu haksızlığı afişe etmeye çalıştım. Kim okurdu, kim dinlerdi! Ama bunu herkes biliyordu. Sorumluydular. Bu barajla bir siyasi partinin parlamentoyu bütünüyle dahi işgal etme olasılığı yanında, böyle bir meclisin 1/3 çoğunlukla toplanıp, 1/4 çoğunlukla yasa çıkarabilme yetkisine kim demokrasi diyebilir? Böyle bir meclis nasıl milletin meclisi olabilir? Size de “edep yahu”! Kılıçdaroğlu’yla esip gelen taze rüzgâra katılsın diye bu köşede “İktidara Yürüyenlere Öneriler”imi yazmıştım bir süre önce. Yine köprünün altından çok sular geçmeye başlıyor. Bu önerilerde unuttuğum bir konuyu eklemek istiyorum: İşverenlere sendikasız işçi çalıştırmama yükümlülüğü getirmeyi ciddi biçimde bir düşününüz. Öğrencilerimle yeniden mıntıka temizliği yapmak istemiyorum. Urartulu'larda Fazla Pıhtılaşma Geri Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisinin, 29.Ekim.2010 tarihli sayısında grubumuzun Ankara Üniversitesi bünyesinde yapmış olduğu çalışma (1) “3000 yaşında bir Urartulu’da fazla pıhtılaşma geni” başlığıyla geniş bir biçimde yayınlandı. Araştırma bir ekip çalışması olduğundan, araştırma ekibini oluşturan Yeşim Doğan Alakoç, Sema Aka ve Yonca Eğin’in isimlerinin belirtilmesinin de gerekli olduğunu düşünüyorum. (1). Prof. Dr. Nejat Akar, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Moleküler Genetik Bilim Dalı, akar@medicine.ankara.edu.tr 1. Dogan Alakoc Y, Aka S, Egin Y, Akar N. Factor V Leiden in an Urartian, dating back to 1000 BC. Clin Appl Thromb Hemost 2009 Jul 17. PMID: 19617246 , [Epub ahead of print] bulunmamaktadır. Türkiye’nin Bilgi Toplumu Politikasında Kültür Bakanlığı rol üstlenebilecek kurumlar arasında düşünülmemiştir. Türkiye’nin Bilgi Toplumu Politikası belgeleri arasında yer alan 20032004 Kısa Dönem Eylem Planı’nda kütüphane kurumuna ilişkin yaklaşım yetersizdir. 2005 Eylem Planı kendisinden önceki politika belgelerine göre kütüphanelere yaklaşım açısından daha zayıf bir içeriğe sahiptir. Politika belgeleri arasında kütüphane kurumuna yaklaşım açısından bazı istikrarsızlık, tutarsızlık ve orantısızlıklar bulunmakta olup, bu konuda bütünlükten yoksun bir yaklaşım söz konusudur. Türkiye’de Bilgi Toplumu Politikasına yönelik olarak hazırlanan planların genelde gerçekleştirilememe ya da küçük bölümünün gerçekleştirilebilmesi sorunu bulunmakta, bu da doğal olarak kütüphane kurumuna yönelik uygulamaları olumsuz etkilemektedir. Türkiye’nin Bilgi Toplumu Stratejisi 20062010 belgesinde, kütüphane kurumu, vatandaşlara BİT kullanma beceri ve olanakları yaratma, vatandaşların kamu hizmetlerinden etkin biçimde yararlanmaları, ArGe ve Yenilikçilik bağlamlarında düşünülmemiştir. Bilgi Toplumu Stratejisi 20062010, Türkiye’de kütüphane kurumunun Bilgi Toplumu içindeki dönüşümünü ve dolayısıyla işlevini, “kaynak ve hizmetlerin elektronik ortama aktarılması” ile sınırlamıştır. Bu ana belgenin tümünde kütüphane kurumuna ilişkin olarak “Kütüphane hizmetleri, katalog tarama ve içeriğe erişim hizmetleri elektronik ortamda sunulur hale getirilecektir” biçiminde geçen tek ifade sözü edilen sınırlılığı açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye’nin Bilgi Toplumu Stratejisi Eylem Planı 20062010’da kütüphanelere ilişkin olarak konulan hedeflerin “e” içerikli, olumlu ancak yetersiz olduğu, gerçekçi olmadığı ve gerçekleşmediği de söylenebilir. Türkiye’nin Bilgi Toplumu Politikasında kütüphane kurumuna ilişkin mühendislik nitelikli bir yaklaşım bulunmaktadır. Türkiye’de hemen her alanda olduğu gibi, Bilgi Toplumu olma çabasında da günübirlik, bütünsellikten yoksun, kişisel duyarlılıklara dayalı ve güncel politika gereksinimlerine uygun davranış ve yaklaşımlar sonuç alıcı ve geliştirici olamayacaktır. Bu konuda sürecin farkında olmak ve sürece duyarlı olmak son derece önemlidir. Aksi takdirde, örneğin 500 yıl sonra, Türkiye’nin bu dönemine ilişkin olarak yapılacak değerlendirmelerde, tıpkı matbaanın Osmanlı’ya yaklaşık 250 yıl geç girişinin etkilerini hâlâ tartıştığımız gibi, bu sürecin kaçırılışı da tartışılıyor olacaktır. Kaynakça Montviloff, Victor. (1990). National Information Policies. Paris: UNESCO. Rehman, Sajjad Ur. (1996). Information policies for developing nations: A framework for analysis applied to Malaysian and Indian information policies. Libri, 46(4) 184195. Toplu, Mehmet. (1999). Türkiye’de ulusal enformasyon ve bilim politikaları alanındaki yaklaşımlar. Türk Kütüphaneciliği 13(4): 335362. CBT 1233/ 19 5 Kasım 2010