26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Laplace, fizikte ne yaptı? Fransa’nın Newton’u olarak da anılan fizikçi, matematikçi ve astronom PierreSimon Laplace (17491827), Fransız bilim tarihinin en parlak dönemlerinden biri olarak kabul edilen Napoleon Bonaparte döneminin en büyük bilim insanlarından biridir. Osman Bahadır [email protected] aplace fiziği, yeryüzündeki tüm olguları, daha özel olarak da moleküler ölçekteki tüm olguları, tıpkı astronomik ölçekte olduğu gibi, Newton’un gravitasyon kuvvetlerine benzer biçimde fakat sadece çekme değil, aynı zamanda itme kuvvetleriyle de açıklıyordu. Bu çekme ve itme kuvvetlerini, sıradan ölçülebilir maddeler kadar, ölçülemeyen maddeler üzerinde de ve onlar aracılığıyla da kendisini gösteren kuvvetler olarak kabul ediyordu. Gerçekten de, ısı, ışık, elektrik ve magnetizma gibi “ölçülemez” akışkanlar sisteminin Laplace fiziğinin temelinde yer alması, onun en karakteristik bir özelliğiydi. Bu nedenle o güne kadar ancak kabaca ve niteliksel olarak betimlenebilen ve bu yüzden metafiziksel spekülasyonlara konu olabilen olguları, hassas ve niceliksel bir şekilde belirleme girişimi, Laplace fiziğinin ana problemlerini ve en önemli başarılarını oluşturuyordu. PierreSimon Laplace Laplace’ın fizikte yaptığı şey, (17491827) 18. yüzyılın sonlarına kadar normal kabul edilen Newton’cu fiziğin mirasını kabul etmekten ötede bir şeydi. O, Newton’cu gelenek üzerine, onun ilkelerinin çoğunu matematiksel bir formda inşa etme büyük başarısını gösterdi. Özellikle, moleküler ölçekte etkili olduğu düşünülen kısa erimli kuvvetlerle ilgili olarak bunu yaptı ve böylece Newton’cu bir köke sahip olmakla birlikte, gerçekte kendine özgü bir fizik yarattı. İlk baskısı 1796’da yapılan Exposition du sisteme du monde adlı eserinde Laplace, sadece optik kırınımın ve kılcal hareketlerin değil, fakat aynı zamanda katı cisimlerin birleşmesinin, onların kristal yapılarının ve hatta kimyasal tepkimelerin bile maddenin molekülleri aracıyla ortaya koyduğu bir çekim kuvvetinin sonucu olduğunu ileri sürdü. Laplace, 19. yüzyılın başlarında, tüm fizik olgularını, kuvvetler fiziğinin en yüksek aşamasını ifa OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) L de eden, noktasal atomlar arasındaki kuvvetlerin ters kare aksiyonuna indirgemişti. Newton’un sonsuz derecede sert atomlarından farklı olarak, Laplace’ın atomları asla çarpışmazdı. Bunlar sadece noktasal olduklarından değil, fakat aynı zamanda, aralarındaki uzaklığın azalmasıyla artan kuvvetlerle birbirlerini itmelerinden dolayı da çarpışmıyorlardı. Bu nedenle Newton’un elastik olmayan atomları her çarpışmada hareket kaybına uğrarken, Laplace’ın atomları enerjilerinden hiçbir şey kaybetmiyordu. Laplace’a göre, moleküler kuvvetler, her bir molekülün biçiminin farklı olmasından kaynaklanan bir etkiyle ters kare yasasına tam uygun davranmasalar da, moleküler kuvvetlerin gravitasyonel bir özellik taşıdıklarına inanmak için yeterince neden vardı. 19. yüzyılın büyük kimyacısı, Laplace’ın yakın dostu ve kapı komşusu Claude Louis Berthollet (17481822) de kimyasal etkileşimin, madde parçacıkları arasındaki çekim kuvvetlerinin bir sonucu olduğunu düşünüyordu. Berthollet, 1803’te yayımlanan Essai de statique chimique adlı eserinde şunları söylüyordu: “Tüm kimyasal olgulara neden olan kuvvetler, cisimlerin molekülleri arasındaki karşılıklı çekimden kaynaklanır. Bu çekime eğilim (affinity) adının verilmesi, onu astronomik çekimden ayırt etmek içindir.... Muhtemelen her iki çekim de bir ve aynı özelliktedir.” Laplace, 1823 gibi geç bir tarihte bile, Newton’cu yaklaşımını en kesin haliyle ifade edebiliyordu. Traite de mecanique celeste adlı eserinde şunları söylüyordu: “Gazların genleşmesi, ısınması ve titreşimi, hissedilemez mesafelerde etkileşen çekme ve itme kuvvetleri aracılığıyla açıklanabilir. Kılcal hareketlerle ilgili kuramımda, böyle kuvvetlere kılcal etkileşimler adını verdim. Yerküredeki tüm olgular, bu tür kuvvetlere bağlıdır. Tıpkı astronomik olguların evrensel gravitasyona bağlı olması gibi. Bana öyle görünüyor ki, bu kuvvetlerin incelenmesi şimdi matematik felsefesinin (matematiğin, ob) ana hedefi olmalıdır.” Bütün gerginlik, konvansiyonel dünyada ayrıcalıklı konuma sahip olanların dijital dünyada da aynı konumlarını talep etmeleri. Ama bunun için hiçbir değişim ve dönüşümü kabul etmemeleri. O halde yeniden kaos ve yeniden akabinde gelecek yeni bir düzen! Kim Daha Korsan? İrlandalı rock grubu U2’nun beyni konumundaki Bono’nun 2 Ocak 2010’da New York Times’da yayımlanan “Gelecek 10 Yılı Etkileyecek 10 Şey” konulu makalesinde ikinci sırayı dolaylı yoldan da olsa internet almış. Bono, internetin şimdiye dek müzik ve medya endüstrileri üzerinde yarattığı olumsuz etkiyi, gelecek on yıl içinde özellikle film endüstrisinin de yaşayacağğı kehanetinde bulunuyor. Bunun için temel aldığı olgu ise, gelecek yıllarda internete bağlanma hızlarında ortaya çıkacak artış. Bu sayesinde bir dizinin ya da filmin bir kaç dakika içinde bilgisayara indirilebilir hale gelmesi, daha çok insanı internet üzerinden film indirme ve izleme yoluna sevk edecek (örneğin “24 dizisinin tüm bir sezonunu indirmek 24 saniye sürebilecek”). Bono’nun düşüncesine göre, bugün filmlerin müzik albümleri kadar internet üzerinden korsan yollarla indirilmemesinin nedeni, film dosyalarının, müzik dosyalarına kıyasla daha büyük olması nedeniyle daha uzun sürede indirilmeleri. Halbuki bir müzik albümü bugün birkaç dakika içinde indirilebilmekte. Buna ek olarak Bono, telif hakkı olan bu tür ürünlerin korsan(!) bir şekilde edinilmesinden en çok o eseri yaratanların olumsuz etkilendiklerini ifade etmekte ve tam da bu noktada hedef şaşırtmakta. Artık hepimiz biliyoruz ki bugün on liraya satılan bir üründen onun yaratıcısının hesabına düşen miktar bir ya da iki lira. Kalan kısım ise o telif eseri satın alınabilir bir mal haline getiren materyal ya hizmet tedarikçileri (hammadde satıcıları, üreticileri, dağıtıcıları, son nokta satıcıları). Yani kalan sekiz dokuz lira, telif eserin yaratılmasıyla doğrudan ilgisi olmayan bu tedarikçilerin cebine gitmekte. Doğaldır ki bu resmin içinde olan her biri bu işten para kazanmakta. Bir müzik albümü internetten korsan(!) olarak indirildiğinde evet o eserin sahibinin cebine bir ya da iki lira gitmiyor belki, ama konvansiyonel dünyanın değer katıcılarının cebine de sekiz dokuz lira gitmiyor. Şimdi bir daha düşünelim; bir müzik albümü “korsan bir yoldan(!)” internet üzerinden edinildiğinde, öteki hususları bir an için unutsak bile, bu haliyle kime daha çok zarar veriyor? Cevap ortada. “Öteki hususlar”dan birini ele alalım. Eser sahibi her bir eseri için o bir ya da iki lirasını herhangi bir sorunla karşılaşmadan tahsil edebiliyor mu? Yoksa bunun için o sektörün önde gelenlerinden olması mı gerekiyor? Konvansiyonel dünyada bir telif eserin ticari bir meta haline gelebilmesi için bu arabuluculara gereksinim vardı. Hâlâ da var. Ama artık konvansiyonel dünyanın yanında yeni bir dünya daha var: Dijital dünya. Bütün gerginlik, konvansiyonel dünyada ayrıcalıklı konuma sahip olanların dijital dünyada da aynı konumlarını talep etmeleri. Onları bu hale düşüren ne yazık ki telif eserleri korsan(!) yollarla edinme eğilimi değil. Bu eğilim, başlangıçta bu devlerin dijital dünyanın kendi dinamiklerini reddetmeleri, bu dünyanın kendine has kurallarına göre dönüşme konusunda ayak diretmeleri sonucunda bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Yani eğer bir suçlu aranıyorsa uzağa gitmelerine gerek yok. Bireyleri telif eserlere bu yollarla ulaşmak zorunda bırakan kendileridir suçlu olanlar. AB’nin telekom ve dijital medyadan sorumlu bakanı Viviane Reding’in daha önce bu köşede de altı çizilen şu sözünü yeniden anımsamak gerekir: “İnternet korsanlığının giderek artması, mevcut iş modellerimize ve yasal çözümlerimize karşı güven eksikliğinin bir göstergesidir.” GUATR ve TİROİD REHBERİ Tiroidle ilgili tüm sorularınız için…Son gelişmeler ışığında… Prof.Dr.Metin Özata Gürer Yayınları Endokrinoloji ve metabolizma uzmanı Prof. Dr. Metin Özata, bu kitapta, tiroid bezinin doğru çalışmaması sonucu meydana gelen rahatsızlıkları, tedavi yöntemlerini, korunma yollarını anlatıyor. Herkesin anlayabileceği bir dille kaleme alınan kitap açıklamalı resim ve tablolarla zenginleştirilmiş. Türkiye’de her 100 kişiden 30’unda CBT 1191/ 10 15 Ocak 2010 tiroid bezi büyümesi (guatr) olduğu düşünülüyor. Hashimoto, hipotiroidi, hipertiroidi, nodüler guatr gibi tiroid hastalıkları da ülkemizde sıkça görülüyor. Örneğin, 50 yaşın üzerindeki her 5 kadından birinin tiroid hastası olduğu hesaplanıyor. • Hangi önlemler alınmalı? Nasıl beslenmeli? • Kime iyotlu, kime iyotsuz tuz? • Tiroid bezi doğru çalışıyor mu? Belirtiler, tetkikler • Türkiye’de neden sık görülüyor? • Ailede varsa, tiroid riski • DiyabetTiroid ilişkisi • Guatr neden olur, nasıl tedavi edilir? • Tiroid kanseri nasıl yok edilebilir?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear