Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Sovyetler Birliği Niçin Yıkıldı? 1917’de bir devrimle kurulan Sovyetler Birliği 1991’de dağıldı. 74 yıl yaşayan Sovyetler Birliği, bu süreç içerisinde, geri bir kapitalist ülkeden gelişmiş bir sanayiye sahip sosyalist bir ülkeye doğru evrildikten sonra, birliğine ve sosyalist rejimine son verdi. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com ovyetler Birliği’nin gerek sosyalist sisteminin, gerekse birliğinin sona ermesine yol açan etkenler nelerdir? Bu etkenleri, ancak bu ülkenin 74 yıllık yaşam deneyiminin temel özelliklerine bakarak değerlendirebiliriz. Sovyetler Birliği yöneticileri, geri bir kapitalist ülkeyi sosyalist sanayi ülkesi haline getirebilmek için iki temel araca başvurdu: Büyük ölçekli teknoloji ve büyük ölçekli emek seferberliği. Her iki aracın kullanımı da ülke yönetimince ideolojik olarak sürekli beslendi. Bu iki aracın devlet yönetiminde kullanılmasıyla, partinin toplumsal eşitlikçilik ilkesiyle uyum içinde, işçi sınıfı ve yoksul köylüler, şevkle çalışarak sömürüsüz, baskısız ve refah içindeki bir toplumu hızla inşa edeceklerdi. Ancak dış müdahalelerin, eski toplumsal ilişkilerin yansıyan etBilim ile kisinin, ABD ile rekabetin ve yeteknoloji ni yönetimin dogmatik tutumlaarasındaki rının birleşmesinden oluşan bileilişkide şik etki, ortaya beklenenden bambaşka bir durum çıkardı. bilimden çok Sosyalizmin öncü liderleri biteknoloji önem limi ve teknolojiyi her zaman kazandı. önemsemişler ve ideolojilerinin temel bir unsuru yapmışlardı. Ancak Sovyetler Birliği pratiğinde ideoloji, bilimin hep önünde oldu ve bilimi bir meşruiyet aracı olarak kullandı. Bilim ile teknoloji arasındaki ilişkide de bilimden çok teknoloji önem kazandı. Bilimin önemi, teknoloji yaratan vasfıyla kendisini gösterdi. Sovyetler Birliği tarihinde bilim her zaman çok prestijli bir kavram olarak kalmakla birlikte, bilimsel düşünüş alışkanlığının yaygınlaştırılması, hiçbir zaman toplumsal bir hedef konusu olmadı. Bu nedenle de bilim, kapitalist bir ülkedekinden farklı bir rol oynayamadı. Bu anlamda sadece bilimin halkın yararına olan bazı teknolojik dönüşümlerdeki olumlu rolünden söz edebiliriz. Diğer yandan en büyük kapitalist ülke olarak ABD’ye karşı sürdürülen ideolojik temelli şiddetli rekabet, üretim güçlerinin ve kaynaklarının eksikliklerine rağmen ve ekonomik yapının bozulması pahasına devam ettirildiğinden, üretimde verimlilik ve kalite düştü ve insanların çok yönlü gelişmesine ayrılması gereken kaynaklar bu rekabetin çeşitli alanlarında heba oldu. Doğanın toplumsal yararlar için dönüştürülmesindeki bilimin rolü önemsendi ve hatta yüceltildi bile. Fakat gerçek durumda kararlar bilimsel metotlarla ve doğa toplum dengelerinin gözetilmesi yönünde alınmadı, daha çok ideolojik, siyasi ve ekonomik hedefler doğrultusunda gerçekleşti. Bazı durumlarda da bilim, iktidar mevkii elde edebilmenin aracı haline getirildi. Lisenko olayı, bu durumun tipik bir örneğidir. Lisenko’nun, bilimsel nitelik taşımayan tezlerini ideolojik söylemlerle “güçlendirerek” uzun yıllar boyunca (1940’tan 1965’e) Sovyetler Birliği bilim topluluğunda yüksek bir mevki edinebilmiş olması, o yıllarda bu ülkedeki bilimsel düşünüşün gerçek durumunu gösteren önemli bir işarettir. Bilimsel zihniyetin egemen ve yaygın olmaması, demokrasinin de güçlenmesini ve yayılmasını engelledi. Fakir köylünün topraklandırılması, halkın sağlık, eğitim ve konut koşullarının yükseltilmesi, kadınerkek eşitliği alanlarında büyük demokratik dönüşümlerin gerçekleştirilmiş olmasına karşın, düşünce ifade özgürlükleri gerekli ve yeterli hukuksal güvencelere kavuşamadı. İnsan hakları hukuku, beğenilmeyen ve reddedilen burjuva hukukunun da gerisine düştü. Halkın ideolojik olanla bilimsel olan arasındaki uyumu ve ayrımı yapabilecek bir düzeye gelmesini sağlayacak olan bilimsel zihniyetin yaratılması ve yayılması doğrultusunda hemen hiçbir şey yapılmadı. Birey çıkarları ile toplumun genel çıkarlarının uyumunun, doğa ile toplumun uyumunun nerelerden geçtiğini kavrayamayan bireylerle demokrasi kurulamaz ve yaşatılamaz. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün temel nedeni, bilimi de, demokrasiyi de gerektiği gibi uygulayıp geliştirememiş olmasıdır. OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) S Bir bilimsel çalışma, Tetris oynayanların beyinlerindeki kritik düşünmeyle ilgili kısımlarının geliştiğini ispatladı. Peki bunun ODTÜ’nün efsane hocalarından Muhan Soysal ile ilgisi ne? Tetris Deyip Geçmeyin! Tetris’le ilk defa üniversite yıllarımda, ODTÜ’nün Ankara Tunus Caddesi’ndeki otobüs durağının hemen karşısında yer alan Merih Kıraathanesi’nde tanışmıştım. 1980’lerin ortasıydı. Tilt makinesi büyüklüğünde bir dolap üzerinde oynanıyordu. Ancak Rus yazılımcılar sağolsunlar daha sonra PC versiyonu da çıktı ve uzun yıllar değişik versiyonlarını oynama imkânı buldum. Bugün internette, facebook’ta yer alan oyunları, Tetris oynarken aldığım zevki verecek mi diye değerlendiriyorum. Beklendiği üzere binlerce oyun içinden çok azı bu kategoriye giriyor (örnek facebook/mindjolt’ta yer alan Chromatica, Staries). Geçtiğimiz günlerde ABD menşeili Mind Research Network’den (MRN)’ Dr. Richard Haier’in 26 genç kızla yaptığı bir deney, Tetris’in beyin fonksiyonlarını olumlu etkilediğini bilimsel olarak ispatladı. Bu çalışmaya göre Tetris oynayanların beyin zarları kalınlaşıyor. Bu da aslında beyindeki gri maddenin artmasının bir göstergesi. Gri maddenin artması kritik düşünme, dil yeteneği, planlama ile ilgili düşünme eylemleri geliştirmeyi sağlıyormuş. Sadece Tetris değil, yukarıda bazı örneklerini verdiğim türden, ilk bakışta sıkıcı görünen oyunlar hakkında ben de uzun zamandır benzer şeyler düşünüyordum. Örneğin Tetris oynarken kritik konu sadece hız değildir. Düşmekte olan şeklin en uygun nereye yerleştirileceğini düşünmek benzer şekilde taktik ya da stratejik düşünme becerilerini geliştirmeyle bence yakından ilgili. Yukarıda belirtilen planlama becerilerinin geliştirilmesine katkıda bulunduğu tespiti sanırım bunu destekliyor. En iyi lokasyonu tespit etmek sadece o şekli halletmekle ilgili değil. Ardından gelecek şekilleri düşünerek yapılan hareketler daha çok puan almayı sağlamaktadır (sadece bir sonraki şekil ekranda gösterilmekte). Öte yandan Tetris oyununda belli bir deneyim kazanan oyuncu zaman içinde kendisine özgü bir oyun modelini (ya da stratejisini) de geliştirir. Oyuncunun geliştirdiği modele bakarak onun hakkında genel bir yorumda bulunulabileceğini de düşünüyorum. Örneğin kimi oyuncular yere düşen şekilleri tablodan süratle kaldıracak şekilde hareket ederler. Bu, daha anlık sorun çözme yeteneği gelişmiş, ancak orta vadeli çözüm üretme modeline pek sıcak bakmayan okulun hareket planıdır. Bir başka alternatif ise, biraz daha riskli bir yoldur. Burada şekiller boşluksuz olarak üst üste, yan yana yığılır ve belli bir aşamada gelecek bir ya da birkaç şekil ile bunların üçerli beşerli şekilde tablodan topyekun kaldırılması sağlanır. Bu model, gelecek şekillerin tamamı bilinmediği için tasarruflu, tedbirli davranmanın da bir göstergesidir. Örneğin en çok işe yarayan şekil olan çubuk, dikey olarak genellikle en kenara oynanır. O sırada çoğunlukla o kenarda iki sıra boşluğu vardır ve iyiymiş gibi görünen bu hareket aslında riski artırır. Çünkü çubuk yerleştirildikten sonra satırları ortadan kaldırmak için bir çubuğa daha gereksinim duyulacaktır ve çubuklar oyunda az çıkan şekillerdendir. Bu tür bir oyun stili, kişinin mevcut problemi çözmek uğruna gelecekteki olası problemleri göz ardı ettiğine bir işaret olabilir. ABD’de Microsoft gibi firmalar, eleman alırken, “Sokaklardaki gider ızgaraları neden daire şeklindedir?”, “Bir ampulün iç hacmini nasıl tespit edersin?” gibi sorular sorduğu için takdir toplar, ama örneğin yönetici pozisyonu için eleman alma sürecinde adaylara tetris oynatanı duymadım. Belki bunu bir Türk firması yapar da sınavda tek kelimelik tek bir soru soran (“Neden?”) ODTÜ’nün efsane hocalarından merhum Muhan Soysal’ın yanında onun ismini de anarız. (Merak edenler için; Muhan Hoca cevap olarak “Neden olmasın” diye yazanlara 100, “Çünkü” diye yazanlara 80 verirdi, hikâye anlatanlara ise sıfır). İ.Ü. Araştırma Görevlileri: Açıklama 20092010 öğretim yılına başlarken İstanbul Üniversitesi’nde araştırma görevlilerinin özlük hakları sorunu (50/d sorunu) henüz bir çözüme kavuşmadı. YÖK kararının Danıştay’ca askıya alınmasından sonra YÖK, araştırma görevlilerinin özlük işlerinin rektörlüklerce düzenlenebileceğini ilan etti. Bu gelişme üzerine bazı üniversite rektörlükleri araştırma görevlilerini koruyucu istihdam politikalarına girişti ve mevcutlarda yaşanan 50/d sorununun çoğunluğunda çözüme ulaşıldı. Buna karşın meselenin başından beri en yakıcı olduğu İstanbul Üniversitesi’nde ise rektörlük yedi aydır genç bilim insanlarının önünü açan bir uygulamayı başlatmadı. Hatta hakkını arayan ve arkadaşlarının işten atılması teşebbüsünü durdurmaya çalışan araştırma görevlilerini disipline sevk etti ve sorunu kangrenleştiren bir tarzda çözüm üretmekten kaçındı. Bu çözümsüzlük akla uygun bir yol değil: • Kamu hizmetinde umudunu yitiren araştırma görevlileri imkân bulmaları halinde başta vakıf üniversiteleri olmak üzere kamu kurumları dışında kalan alanlara yönelmekte. • Üniversitemizde kalmakta ısrarcı olan araştırma görevlileri doktora programlarını vaktinde bitirmek yerine çeşitli süre uzatma yollarını denemekte ve böylelikle bilimsel gelişimini kendi eliyle akamete uğratmakta. • Gelecek kaygısı ve belirsizlik içinde bulunan genç bilim insanları, geçen yıl gözle görülür bir biçimde üretkenlik kaybına uğradı. • Nihayet üniversite iradesinin sözde ve uygulamada farklılaşan tutumu, idareye yönelik araştırma görevlilerinde ciddi bir güven kaybına sebep oldu. Türkiye’nin en güçlü üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’nin kendi üretkenliğini zayıflatması, tüm kamu üniversitelerinin kuvvet kaybetmesine neden olacaktır. Bu kan kaybına derhal bir son verilmeli ve akla uygun bir zeminde üniversitemizin geleceğini tıkayan bu soruna bir çözüm üretilmeli. Bu üniversite ve bu gelecek bizimdir, sahip çıkalım! CBT 1179/ 10 23 Ekim 2009