01 Temmuz 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Gezegen Araştırmaları GönüldenBilime Ahmet İnam Pluton gezegen sisteminin son durumu ile ilgili bir temsili resim –Şekil 1yanda verilmektedir) C. Tombaugh 17.1.1997’de aramızdan ayrıldığında 91 yaşında idi. Bundan yaklaşık 9 yıl sonra, onun anısını yaşatacak Yeni Ufuklar uzay aracı, onun keşfettiği gezegeni ve kapılarını araladığı Neptünötesi gökcisimleri bölgesini keşif için yola çıktı. ‘Bir piyano büyüklüğüne’ olarak tasvir edilen uzay aracındaki değerli yüklerden biri de alüminyum bir kutuda korunan C.Tombaugh’nun külleridir. Külleri taşıyan alüminyum kutunun üzerinde şu açıklama yer alıyor: ‘Bu kutunun içindeki küller, Amerikan vatandaşı Clyde Tombaugh’nun kalıntıları olup kendisi Plüton’un ve Güneş sisteminin 3. bölgesinin kaşifidir. Adelle ve Muron’un oğlu, Patricia’nın kocası, Anette ve Alden’in babası, astronom, öğretmen ve Clyde Tombaugh’nun küllerini taşıyan alüminyum kutu, dost: Clyde Tombaugh’ uzay aracı içinde bir kirişe monte edilmiş durumdadır. Silindir şeklindeki krem rengi kutu yaklaşık 10 cm çapında İLK İNSAN olup üzerinde metinde geçen mesajın İngilizcesini Ailesi tarafından NAtaşımaktadır. Kutunun içeriği dünyadan yıldızlararası or SA’ya verilen kâşifin külleritama taşınacak ilk canlı malzeme kalıntısı olacaktır. ni de taşıyan uzay aracı, 14 Temmuz 2015’te Pluton’a ulaşacak, gerekli incelemeler sonrasında Kuiper Kuşağı’nın derinliklerine doğru yoluna devam edecektir. Yeni Ufuklar uzay aracı daha ilerde Güneş sistemini terk eden (Pioneer 10 ve 11 ile Voyager 1 ve 2’den sonra) 5. insan yapısı araç olarak yıldızlararası ortama ulaşacaktır. Böylece Tombaugh, külleri yıldızlara ulaşan ilk (ve belki de tek) insan olacaktır. Yeni Ufuklar NASA’nın son dönemde geliştirmeyi hedeflediği New Frontier (Yeni Sınırlar) programının da ilk görevidir. Yeni Ufuklar’ın Baş Araştıcısı (Principal Investigator) Boulder – Colorado’da yerleşik Güneybatı Araştırma Enstitüsü (Southwestern Research Institute)’dan Dr. Alan Stern’dir. Plüton’a giden uzay aracı ve yapacağı gözlemler hakkında daha ayrıntılı bilgiler http://pluto.huapl.edu sitesinden elde edilebilir. (*) Çanakkale Onsekiz Mart Üniv. Astrofizik AraşDr. Tombau, keşfini yapacağı Flagstaff Gözlemevi arka katırma Merkezi pısında, elinde aynı gözlemevinde çektiği, onu Pluton’un [email protected] keşfine götürecek fotoğraflarla girerken görülüyor. Çiçekler Açan Türkçenin Bahçesinde Bir Yaşam Bilgesi: Nermi Uygur Yağmurlu, çamurlu, yarı aydınlık kış öğlelerinde, elimde bavula benzer bir çantayla, bir uçtan bir uca adımlardım, felsefe koridorunu. Felsefe dehlizini. Bir tutam ışık aramak için. Çantamda Edmund Husserl’in Logische Untersuchungen’i üzerine sayfalar dolusu yorumlarla. Nermi Hoca’mın verdiği düzenli ev ödevlerini uykusuzluğun, belirsizliğin, yalnızlığın hüznüyle çekinerek koyardım masasının üzerine. Her defasında beni coşkuyla karşılar "O,o, Ahmet Bey, hoş geldiniz, buyrun!" derdi. Tedirgindim hep yanında. Sonraları ben Ankara’ya göçtüğümde, bir rastlantıyla babamla tanışmış, "Ahmet Bey, pek mahcup, içine kapanık biriydi" demiş. Mahcupluğum, üstlendiğim Husserl okumalarının hakkını verememe kaygısından kaynaklanıyordu. Husserl’in o çetrefil metinlerin üstesinden gelebilen bir felsefe öğrencisinin, önüne çıkan her felsefe metniyle baş edebileceğini söylerdi. Çalışmalarımda başarılı olduğumu gördükçe yüreklendirirdi beni: "Sıkılmayın Ahmet Bey, okuyun, yorumlayın, tartışın; o an ne duyuyorsanız yazın, ruh durumunuzu bile". Öyle yaptım, Husserl’in yorumlandığı ödevlerimde felsefe kavramları arasında duygusal sözler de vardı: "Gecenin geç vakti, yanına büzülerek sokulduğum sobanın gazı bitti, üşüyorum en azından iki nedenle:1. Hava soğuk 2. Yalnızım." O kâğıtlar şimdi nerelerdedir bilmiyorum, bazılarının üzerinde mum lekeleri vardı. Geceleri elektrikler kesilir, mum ışığında yazardım. Mum damlardı kâğıtların üzerine. Nermi hocam, bir olasılıkla anlamamıştır ama mum lekelerinin çevresinde gözyaşlarımın dağıttığı harfler, çekingen durur kağıtlar üzerinde, okunmak için sıralarını bekler. DERSLERİ ŞÖLENDİ O yıllarda (19751979) koridorlar marşlarla inler, öğrenciler çoğunlukla felsefe adına basmakalıp el kitaplarını okurdu. Bu tuhaf, gergin ortamda o, içindeki harlı felsefe mangalının ateşini hep diri tuttu. Derslerinde masasının üzerinde duran notlarına pek bakmazdı. Önündeki sayfalarda birkaç sözcük olurdu, sayfaların büyükçe bir bölümü boştu. Her dönem verdiği ders konularını değiştirir; sürekli olarak ardından gittiği düşüncelerin, kavramların izini sürerdi derslerinde. Müthiş bir güç vardı onda: Neyi anlatsa, Nermilerdi! Nermileyemediği, kendi kılamadığı, Yunus’un, Karacaoğlan’ın, Pir Sultan’ın, bilmecelerimizin, destanlarımızın, türkülerimizin pınarından gelen Türkçe’siyle (Nermice!) yoğuramadığı yaşantılarını anlatmazdı. Ne anlatıyor idiyse, derslerinde, nice pınarlardan devşirdiği donanımının süzgecinden geçirerek anlatırdı. Felsefe onda Nermilenirdi. Bir yorumuyla Heidegger’in Eigentlich, has, öz, halis insanı; kendini kendilemiş, yaşantılarını, düşüncelerini, görgüsünü bedenine, bakışına, yürüyüşüne, sesine, yaşayışına sindirmiş, saf düşünce olan arık insanı, görünürdü onda. Türkçe’nin ondaki olanağı karşısında büyülenirdiniz: Coşkusu coştururdu sizi. Türkçe’nin düşünce sıradağlarındaki doruk insanı, yalçın insanı alır götürürdü sizi. Düşüncenin düğününde kavramlar evliliğinin sağdıcı olurdunuz. İngiliz Çözümleyici Felsefesinin çemberinden geçmiş, çok sıkı, çok yoğun Husserl Arkivi çalışmalarından, canlı bakış zenginlikleri devşirmişti. Elbette derinlemesine özümsemişti Frankofon kültürü. Dur durak bilmez bir okuma, yazma aşkı, bu zengin donanımı, Türkçe’sinin kavram çatlaklıklarından derinlere inebilen gücüyle birleşince ortaya şiir yoğun bir felsefe; felsefe yoğun bir şiir dili çıkmıştı. YİĞİT FELSEFECİLER BEKLENİYOR Sıradan dünyanın insanı değildi. Ece Ayhan’ın deyimiyle "Dünya onun fazla vaktini" almadı. Sevgili Hocam Bedia Akarsu’nun dile getirdiği gibi o, "bu dünyaya yarınlara kalmak için gelmişti." Ne derslerinde ne de ders dışı konuşmalarında kin dolu, öfkeli, insanları yerden yere vuran sözler söylediğini görmedim. Elbette kızdığı insanlar vardı, hem de pek çok. "Nermî" idi: Yumuşak. İçli. Kırılgan. İç hesaplaşmaların yoğunluğuyla acı çektiğini sezerdim. Belli etmezdi. Mesâfeliydi öğrencilerine. Kendisiyle dost olamamanın acısını hep duymuşumdur. Olmasaydı, olumlu yanlarıyla Türkiye’de felsefe böyle olmazdı. Türkçe kolu kanadı kırık kalırdı. Ahmet İnam Türkçe’ye bu denli âşık olamazdı. Husserl’i, felsefeyi, denemeyi, edebiyatı eksik kavrardı. Nermilemenin tanığı olamadığı için kendinin tanığı olamazdı. Denemelerinin bir öbeğini tartıştım öğrencilerimle. Edebiyatla, felsefe arasındaki köprüyü araştırdım. Bizler, onun öğrencileri, Türkçe’nin, Türkçe’yle gelen dilin gücünü onun bahçesinde büyüyen çiçekleri seyrederek gördük. Papağan olmamayı, sıradan felsefe memuru kalmamayı onunla anladık. Bu topraklarda açacak felsefe gülüne nasıl bakım gösterilmesi gerektiğini sezdik, onun bahçesinden geçerek. Şimdi o gülün gizlerini araştırıp, yorumlar yapacak yiğit felsefecilerini bekliyor felsefe. Haddini bilen, çalışkan, her dem tâze yiğit felsefecilerini… 994/11 8 Nisan 2006
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear