05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

BİLİM POLİTİKASI Ülkemiz, bilim politikası açısından, keyfi idari tercihlerle oldubittiye getirilmeyecek denli önemli yol ayrımında. Bu politikaların altını çizmek ve konuyu kamuoyunda tartışmaya açmakta yarar gerekir. Ayşe Erzcm İTÜ Fen Edeblyat Fak. Flzik Bölümü eksenli yıllarda, dünyanın birçok ülkesinde izlenen ekonomik politikalar ve bunların bilimsel ve akademik yaşama yansımaları, belki en çarpıcı biçimde Thatcher Ingilteresinin deneyimi ıle ozetlenebilir. Hatırı sayılır araştırma geleneği olan bölümlerin dahi tasfiyesi ve birçok üniversitenin meslek yüksek okulu düzeyine indirgenmesine, bu dönemde, "araştırma yapacaksanız bunu endüstriden alacağınız siparlşlerle finanse ediniz, onun dışında bizim temel araştırmalara miştir. ABD'de de, bilimsel araştırmaları karşılaştığı finansman açığı, Reagan'lı yılların başındaki "Yıldız Savaşları" tipi projelerle.alanın yoğun biçimde askerilestirilmesi pahasına, Savunma Bakanlığı kaynaklı fonlarla bir ölçüde doldurulurken, öte yandan bilimsel kongrelere, hiç şimdiye kadar tanık olmadığımız ölçüde. çokuluslu şirketlerin "tanıtım kampanya sı" tarzı egemen olmuştur verecek paramız yok" dusturu eşlik et Bilimsel arastırmada acıklık de. insanın evren içinde kendine biçtiği yer, daha doğrusu, bilinebilirllğln insanevren ilişkisindeki yeridir. Cumhuriyet Türkiyesi'nin resmi ideolojisinin başlıca öğelerinden biri "bilimcilik" iken, günümüzde. bilimsel çalışma ancak son derece faydacı bir söylemle, ülke ekonomisi veya güvenliği yüzü suyu hürmetine "mazur gösterilmekte," çoğu kez de bizim gibi gelişmekte olan bir ülke için hepten lüks olduğu, kıt olan kaynaklarımızın teknoloji üretimine yöneltilmesi gerektiği savunulmaktadır Sanayicilerimiz, Sabancı Holding'in, kısa süre içinde vargeçtiği polimer araştırmaları laboratuvarı ve telekomünikasyon dalında bazı girişimler gibi istisnalar dışında, teknoloji üretimine hiçbir zaman ilgi göstermemiş, "lazım olanı ithal ederiz" demişlerdır. Daha önceki, sanayi yatırılarını yüksek kârlarla özendirme tedbirlerinin geçerli olduğu dönemlerde bile, uygulamalı araştırmalara kaynak ayırma, yerli girişimcilerimize çok pahalı gelmiştir. Ülkemizde sanayicinin ya da savunma sektörünün üniversite ya da araştırma laboratuvarına sipariş ettiği işler, değil modern bilimin, çağdaş teknolojik düzeyin bile gerisinde, yeni teknoloji üretmeye değil de, mevcut teknolojinin uygulanmasına (çoğu kez kaliteyi düşürerek daha ucuza mal edilmesine) yönelik işlerdir. Bu da belki anlaşılması çok zor olmayan bir durumdur ABD'de örnekleri görülen, temel araştırmaların da yapıldığı endüstriyel laboratuvarlar ve bunların yanı sıra üniversitelerde finanse edilen araştırma projeleri, IBM, Bell Telephone, Exxon gibi uluslararası devlerin birikimleri ile gerçekleştirdikleri, büyük ölçekli yatırımlardır. (Bu kuralın dışına, bir tek, elektronik ve enformatik bilgisayar dalında çıkılabilmiş ise, bu bir rastlantı değildir). Bu tür yatırımlar ancak dünya çapında bir pazar yönelik ürün verdikleri ölçüde karlı olabilmektedirler. Bir bu nedenle, asıl bizim gibi kaynakları kısıtlı bir ülke'nin, araştırma faaliyetini "teknoloji üretimi" ile sınırlı tutmayı amaçlaması, altından kalkamayacağı bir lükstür Günümüz dünyasında artık ulusal teknolojiler üretmek gibi bir yaklaşımın ekonomik fizibilitesi olmadığı gibi, teknik eleman eğitiminde bile, uluslararası projelere entegre çalışmalar, çok daha verimli ve gerçekçi olmaktadır Bu tür projelere katılan yerli laboratuvarlar (örneğin AET'ye yeni katılmış olan Portekiz'de) uluslararası teknolojiye hızla öğrenmek, çalışma tempolarını ona göre ayarlamak, ve sonunda anlamlı araştırma hedefleri saptamak açısından büyük avantajlar edinmektedirler Ekonomik fizibilitenin ötesinde daha temel bir sorun, teknolojibilim ilişkisinin tersine kurulmasında yatmaktadır. Bence toplumumuzun, bilimsel araştırma geleneğine, onun getirdiği özgürlük ve açıklık göreneğine ve eleştiri disiplinine, çok daha öncelikle gereksinim vardır. Her şeyin son hızla paraya dönüştürülebildiği ölçüde değerli olduğu bir ortamda, üniversitelerin ve devletin araştırma kuruluşlarının, ileriye yönelik insan malzemesi kotarmada, bilimsel alanda öncülük yapmaları vazgeçilemez ve ertelenemez birgörevdir. S Batıda endüstriyel araştırma laboratuvarlarında, doğrudan üretime, patent almaya yönelik araştırmaların yanında, bilimsel araştırmaların da yapılıyor olması, ya da üniversitelerde bu tür araştırmaların büyük şirketlerce desteklenmesi, Batı toplumunda, yukarıda değinilen karmaşık toplumsaltarihsel sürecin doğurduğu bir bilimteknoloji ilişkisi ve bilimin o toplumdaki işlevi ile doğrudan bağlantılıdır Bilim ve Teknik'te (12 Ekim 1991) çıkan, Japon endüstri devlerinin ABD'de araştırma laboratuvarları kurduklarına dair haber, doğrudan teknolojiye yönelik araştırmaların bile sadece kalifiye eleman bolluğuna değil, bence belli bir bilimsel araştırma geleneğine ve ortamına duyduğu gereksinimi ortaya koyması açısından çarpıcıdır. Bilimsel çalışmada, nitelikli üretimin bence en önemli güvencesi, meslek içi eleştiridir. Meslek içi eleştirinin yer alabilmesi için de, doğal olarak, araştırmanın açıklığı bir önkoşul oluşturmaktadır. "Bilim"in çağımıza damgasını basan bu denli büyük başarısında, açıklık ilkesi, belki en önemli etmendir Bundan, hem sonuçların, hem de o sonuçlara varılmada kullanılan yöntemin, füm bilim camiasına açık, ulaşılabilir olmasını kastediyorum. Bu aniamda bilim, sonuçlara varabilme yöntemlerinin seçiciliğine tam ters orantılı biçimde, olağanüstü demokratik bir yapıyasahiptir. Bilimde, hem tek tek çalışmaların degerı, hem de bıreylerin kendi dallarına katkıları, bu açıklık üzerine temellenen bir meslek içi eleştiri ve konsensüs ile belirlenir Bu eleştiri görevini, her bilim adamı, katıldığı her seminerde, hakemlik ettiği her dergi makalesinde, ya da profesörlük jürisinde yerine getirdiği gibi, kendini de sürekli bu Hep örnek gösterılen batı ülkelerinde bilim, ta Galileo Galilei'nin zamanından beri, kamuoyu önünde saygınlığını ve "gerekliliğini", bir ölçüde teknolojinin nimetlerini sıkı sıkıya bağlı olmayan bir biçimde, hatta onlardan önce kazanmıştır. Kiliseden bağımsız ilk üniversiteler, ondördüncü yüzyılda kurulur. Toplumun laikleşmesi mücadelesinde, modern toplumun kendi kendisine ve geleceğine ait tasavvurlarmın oluşmasında, bilim, yeni bir Ideolojinin temel taşı, yeni tür bir otori 2484 tenin meşruiyet kaynağı olmuştur Bu işlevine uygun olarak, Batıda bilinen hep bir popüler yanı. bir katılımcı yanı vardır: Teleskop ilk icat olunduğunda, Leiden'dan Torino'ya kadar panayır yerlerinin eğlencesi o'muştu. Ülkemizde bir örneği olmayan bilim müzeleri, birçok kentte pazar kalabalıklarının en çok rağbet ettikleri yerlerdendir. Doğal olarak, bunun daha derinde yatan nedeni, hümanizm geleneğin denetime tabi kılar. Bu mekanizmanın herhangi bir biçimde engellendiği, ya da meslek içi normlarla bağdaşmayan herhangi herhangi tür müdahaleye tabi tutulduğu durumda ise, gerıye sadece bürokrasikalır Ülkemizde, hem meslektaşlar arası iletişim ve güven ortamı yeterince oluşmamış, hem de akademik süreçlere idari müdahaleler, kural dışı olmaktan çoktan çıkmış, kural olmuşlardır. Tum bunlara rağmen, yer yer uç veren nüveleri korumak, meslek içi kıstasların, uluslararası normlarla bağdaşır bir düzeyde oluşmasını ve işlerliğini sağlamak, sadece akademik camia içi bir sorun değil, toplum olarak objektif gerçeklikle daha saglıklı bir iliski kurabilmemizin de önkoşuludur. Işte tam burada, gerek üniversitelerde gerek devletin temel ve uygulamalı araştırma kuruluşlarında, bilimsel, teknik araştırmalara değil, teknolojik uygulamalara öncelik tanıyan, ve bunların kendi kendilerine finanse edebileceği görüşü ile, özel sanayi sektöründen olsun, savunma sektöründen olsun glzliliği gerektiren projeler alınmasında sakınca görmeyen yaklaşım, kabul edilemez maliyetler getirecektir. Gizlilik, bilimde meslek içi denetime, meslek içi normların yerleşmesine engel oluşturur. Araştırma laboratuvarlarında yasak bölgeler yaratmanın doğrudan sonucu, gerekliliği ve yararlılığı kendinden menkul bir dizi etkinliğin, üstelik bilimsel araştırmalara ayrılmış fonlardan, devlet tarafından sübvansiyonu olur. Eğer ülkemizde meslek içi denetim mekanizmalarının daha yeterince gelişmediği bir gerçekse,. bunların yerini piyasa mekanizmalarının (yani "müşteri" tarafından denetimin) tutabileceğini düşünmek yanlıştır. llkinin oluşmasına en başta katkıda bulunması gereken üniversite ve devlet araştırma kurumları açısından bu en iyimser bir bakışla, atfedılemeyecek bir ihmal, muhtemelen de, bu sürecin tümüyle raydan çıkması demektir. Gizlilik, aynı zamanda, yukarıda sözü edilen, bilimsel yöntem ve sonuçların kamuya ait olma ilkesine de aykmdır. So nuçları açıklanamaz, ve böylece ortak bilgi ve teknik birikiminin parçası olmayacak herhangi sanayi ya da savunma projesinin, kamu kaynakları ile yaşayan kurumlarda yürutulmesı, onların tüm donanımından ve altyapı hizmetlerinden yararlanması, çelişkili bir durumdur. özellikle Türkiye gibi. güvenlik ve savunma sözcüklerinin etrafında hâlâ yüksek tartışılmazlık duvarları olan bir ülkede, üniversitelerde ve sivil araştırma laboratuarlarında askeri amaçlı araştırmalara yer verılmemesı, bu araştırmaların savunma sektörünün kendi araştırma laboratuvarlarında yapılması sanırım en doğru yoldur Sonuç olarak, bilimsel kurumların, gelenek ve görenekleri ile daha yeni filiz vermeye başladığı ülkemizde, "ticari" heveslerle bunları yok edecek bir ortamı körüklemek, altından kalkamayacağımız kadar "pahalı" bir lükstür.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear