01 Temmuz 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

11 ŞUBAT 2011 CUMA c HALUK IŞIK 3 Arabalardan nasıl kurtuluruz? ‘İzmir’i arabasız bir kent haline getirmenin olanaklarını yaratalım. Kimse kent içinde araba kullanmak istemesin, buna gerek duymasın...’ ASUMAN ABACIOĞLU PATİKA Eleştirelim de...(2) İzmir’e ve doğal olarak yerel yönetimlerine dair eleştirilere, son zamanlarda sanata ve sanatçıya sahip çıkılmadığı mealinde eleştirilerin eklenmeye çalışıldığına dikkat çekmiş, durumu kendimizce irdelemeye koyulmuştuk. Akılda kalabilecek sorularımızdan biri, sanırım şuydu; “Olanı olmayanı, yapılanı yapılamayanı aynı çuvala sokup genelleyen böylesi eleştiriler, sağlıklı mıdır, bizi doğruya götürür mü?” Yerel yönetimlerin çalışmalarına doğrudan ve içerden tanık olan, hasbelkader yıllardır bu çalışmalara katkıda bulunmaya çalışan yazarınız, hatırı sayılır gözlem, kanı ve düşüncelere sahiptir. Konuyu ağırlaştırmamaya çalışarak, kimilerini paylaşmak isterim. Rahmetli babaannem, tüm iyi niyetine ve çabasına rağmen, takdir edilmek bir yana, kuru bir teşekkür bile görmediği hallerde, şöyle derdi; “İyi olursa Allah'tan, kötü olursa Kübra’dan!” Bu sözde, gördüğü vefasızlığın ve hakkının yenilmesinin yol açtığı hüzün vardır. Bunu konumuza kolaylıkla uyarlayabiliriz. Yüz etkinliğe katkı verilirken, birkaç etkinliğe bürokrasiden bütçeye değişik nedenlerle olanak bulunmuyorsa, hemen en üstten tümceler kurmak ne anlama gelir? Hele hele, daha geçen gün katkı verilen etkinlikler içinde siz de yer almışken ve katkı alamayanların sızlanmalarına ortak değilken; şimdi size “ilgi” gösterilmiyor iddiasıyla, kıyasıya hırpalamanın ve baskı yolları yaratmaya kalkışmanın çelişkisini, bize kim açıklayabilir? Ya bu “ilgisizlik” yasalardan ve bütçeden değil de, “işimizin” niteliksizliğinden kaynaklanıyorsa? Haydi, niteliksiz demeyelim de, “yararsızişlevsiz” diyelim. Sorunu biraz da bu açıdan düşünmek gerekmez mi? “Belediye bu karara nasıl varabilir?”, “Onun işi yalnızca destek ve ortam yaratmaktır!” gibisinden itirazlar olduğunu hepimiz biliyoruz. İyi ama bu itiraz, yerel yönetimlerin dünya görüşü, estetik anlayışı, kenti ve insanları için düzey kaygısı olabileceğini, ne demek, olması gerektiğini unutmak değil midir? Düzenledikleri kimi etkinlikler, verdikleri destekler, çağırdıkları topluluk ve kişiler için, yerel yönetimleri “duruş ve dünya görüşü” açısından hırpalayan kim? Yine Kübra Hanımın sözüyle, kimse “Yoğurdum kara” demez, “Kuzguna yavrusu şahin görünür”, bunu anlayabiliriz. Ama aslında ne olduğumuz, “işimiz” özelinde görülüp de söylenmiyorsa, hiç olmazsa bu inceliğin hakkını vermemiz gerekir. Ezberleri ve kanıksanmışlıkları zorladığımı biliyorum. Ne çare ki, eleştirileri dillendirmeden ve dillendirsinler diye aracılar bulmadan önce, biraz da bu açıdan düşünmeliyiz. Yerel yönetimlerin, herkese eşit uzaklık ve yakınlık içinde talepleri yanıtlaması gerekir. Bunu yaparken, güncelin gereklerinden stratejik planlarına, kentine kentlisine dair düşünce ve duruşuyla davranır. Bütün bunları genel ve belediye mevzuatına göre gerçekleştirir. Kimilerinin sandığı gibi, hiçbir başkanın ve bu işle görevlendirdiklerinin sağında “al istediğin kadar para” kasası, solunda “al istediğin kadar kadro, mekan, vb.” deposu yoktur. Bunları bildiğimiz zaman, eleştiriler insaflı, değerlendirmeler hakkaniyetli, yaklaşımlar gerçekçi olacaktır. Haklısınız, bütün bunlar yalnızca kültür ve sanat alanında değil, yerel yönetimlerin tüm çalışmaları için geçerlidir. Hep eleştirmenin sıcaklığına sığınıp, asıl konulardan uzaklaşmayalım dileğiyle, kuşbakışı değerlendirmeler yapmaya çalıştım. Gerekirse, konuya yeniden döneriz. İzmir’de emeğin bayrağı yeniden yükseliyor, adına şenlikler yapılıyorsa, umudu kesme yurdundan. Şimdi daha çok çalışmak ve paylaşmak zorundayız. İzmir benim fikrimce artık “araba kusuyor’’. Kentin her yanında, bütün yollarında sağlı sollu park etmiş olan arabalar kimseye “geçit vermiyor’’. Günün her saati kent içi yollar yoğun bir araba trafiği görüntüsü sergiliyor. Sabah ve akşam saatlerinde ise yollarda arabayla veya herhangi bir kara aracıyla ilerlemek mümkün olmuyor. Nereye bakarsanız bakın araba görüyorsunuz; sadece yollar değil, kaldırımlar, parklar, deniz kenarları, ara sokaklar, her yer araba dolu. İnsanlar sanki yemeyip içmeyip araba alıyorlar ve sonra arabalarını nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Arabalar, İzmir’i ve İzmir’in tüm güzel beldelerini, parklarını, yollarını, binalarını kirletiyorlar ve çirkinleştiriyorlar. Arabalar artık kentlilerin yaşamını kolaylaştırmak yerine onları başka bir çok sıkıntıya mahkum ediyor; hayatı zorlaştırıyor, çevreyi kirletiyor ve üstelik kazalar yüzünden insan yaşamına yönelik büyük bir tehlike yaratıyor. Kentin en güzel, en prestijli yerleri, arabalar yüzünden güzelliğini kaybediyor. Mesela, Pasaport’ta deniz kenarında oturup bir çay içmek istiyorsunuz. Ama önünüzde park etmiş sıra sıra arabalar yüzünden denizi bile göremiyorsunuz. Kordon’da akşamüstü hem bir şeyler içmek hem de doyumsuz bir güneşin batışı manzarasını seyretmek istiyorsunuz. Ama önce arabanızı park edecek bir yer bulmanız gerekiyor. Kordon boyunca gidip geliyorsunuz ve arabanızı küçük bir alana zar zor sığdırdıktan sonra kan ter içinde bir yerde oturduğunuzda güneş çoktan batmış oluyor. Arabaların duvar gibi kıyıyı kapattığı bu güzelim mekanda sağınıza bakıyorsunuz araba, solunuza bakıyorsunuz araba. Korna gürültüsü, egsoz dumanı cabası. İŞİSEL BAŞKALDIRI Bu çirkinlikler yüzünden kişisel başkaldırı duygusuyla giderek daha fazla insan, arabasız bir yaşamı tercih ediyor ve gideceği yere mümkün olduğunca araç kullanmadan, yürüyerek ulaşmaya çalışıyor. Çalışıyor diyorum çünkü bu araba istilası altındaki kentte yürümek gerçekten oldukça zahmetli bir eylem. Her şeyin K arabalara göre düzenlendiği İzmir’de yürüyecek yer bulabilirseniz tabanlarınıza kuvvet yürüyebilirsiniz. Kaldırımlar, sanki yürümek dışında başka her tür amaç için yapılmış gibi, yayaların kullanımına uygun değil. Kent, kavşaklar, viyadükler ve otobanlarla parça parça edilmiş durumda. Yaya olarak bazen karşıya geçecek bir yer bulamıyorsunuz; ne yaya yolu var ne de trafik ışıkları. Yaya trafiğinin akıcı olması için hiçbir önlem alınmamış. İzmir’de bir grup insan da bisikletliler için yaşam alanı sağlanması amacıyla trafiğe çıkıyorlar. Ama bisikletle trafiğe çıkmak bizim kentlerimizde ‘’kelle koltukta’’ gitmekle eşdeğer. Arabaya bindiklerinde canavara dönüşen bazı sürücüler, bisikletlileri görmezden gelerek onlar için tehlike yaratıyorlar. Gelişmiş ülkelerin büyük kentlerinde yaya yolunun yanı başında bisiklet yolu da bulunuyor. Kentliler, zarif giysileriyle, bir ellerinde kahve bardaklarıyla dünyanın en kolay işini yapıyormuş gibi tek elleriyle bisiklet kullanıyorlar. Oysa bizim kentlerin yollarında dikkat ederseniz bisikletliler başlarında kaskları, dizlerinde dizlikleri, her türlü önlemi alarak savaşa gider gibi bisiklet kullanırlar. Bisiklete binmek bizim kentlerde hiç de kolay değildir. Bütün bunlara karşın, hala otoparkların yetersizliğinden, otoban ve duble yol yapımından, viyadüklerden söz edilmesi oldukça can sıkıcı. Ne kadar yol yapılırsa yapılsın bu keşmekeş ve yoğunluğun önlenemeyeceğini kimse anlamak istemiyor. Bırakın otoparkların çok pahalı olmasını, kimsenin oralara park etmek istememesini. Dünyanın en pahalı benzininin satıldığı yoksul ülkemizde havayı kirleten, hayatımızı tehdit eden arabalardan kurtulmak için önlemler üzerinde konuşalım. İzmir’i arabasız bir kent haline getirmenin olanaklarını yaratalım. Kimse kent içinde araba kullanmak istemesin; buna gerek duymasın ve arabalarından kurtulsun. İzmir, tramvayların, vapur, metro ve tren vagonlarının vızır vızır işlediği bir kent haline gelsin. KEŞMEKEŞ [email protected] C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear