Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
3 ARALIK 2010 CUMA cEGE P A TİK A HALUK IŞIK 3 Biraz Daha Işık Genellikle iletilen bültenlerel altından bilgiler ölçüsünde, neler yapıldığından “haberdar” olan ve bize sunan medyamız; “kültür ve sanat” deyince, daha çok işin magazin yanıyla ilgileniyor. Bu tür “habercilik” kendince bir kıymeti harbiye taşısa da, “kültür ve sanat”tan ne anlaşıldığına dair çarpıcı örnekler oluşturmakta. Bir örnek versek, bin örneğin hatırı kalır. Rahatça söyleyebiliriz ki, günümüz “kültür ve sanat haberciliği”ne egemen olan bu anlayış, tipik “paparazi” bakışıdır. Kuşkusuz tüm suç ve günah, medyaya ait değildir. Ürettiğini “pazarlayıp”, kendini “göstermenin” tek yolunun, böylesi habercilik anlayışına malzeme sağlamaktan geçtiğine inanan yapımcıların, yönetmenlerin, “sanatçıların” katkı ve çabalarını da göz ardı edemeyiz. Peki, kuruluş ve varoluş felsefesi, yasası, yönetim anlayışı ile bu ülkenin kültür ve sanat damarını oluşturanoluşturması gereken kurumların, eleştirdiğimiz haber ve habercilik anlayışı ile medyada yer almasına ne diyeceğiz? Okurlarımız anımsayacaktır, Patika'da birer Cumhuriyet Aydınlanması projesi ve yapıtı olan kültür ve sanat kurumlarımıza toz kondurulmaz. Eleştirilerimiz, yapıtlar ve kurumlarımızın varoluş gerekçelerine uygunluklarıaykırılıkları ve onlara yapılanlaryapılmayanlar özelindedir. Uzatmayalım, yaklaşımımız yazılarımızdadır. Sözü, sanat mevsimi başlangıcından bugüne 11 – 12 oyunu izleyicisiyle buluşturmuş, kurumsal görevine uygun olarak –herbiri tek tek eleştirilir, eleştirilmelidir degeniş bir oyun seçkisini sahnelemiş, amiral gemisi olan Konak Sahnesini yeniden yaratmış, onlarca turne gerçekleştirmiş, bu arada Melek Ökte Sahnesini kentine kazandırmış olan İzmir Devlet Tiyatrosu'na getirmek istiyorum. Böyle bir kurum, “Erten ile İzmirli oyuncular facebook'ta birbirine girdi” manşetiyle mi, yoksa yukarıda özetlediğim mücadelesi ve ürünleriyle mi anılmalıdır? Olacak iş değil! 27 Kasım tarihli Yeni Asır haberine göre, Brecht'in “Sezuan'ın İyi İnsanı” adlı olağanüstü oyunu sahneye konulacaktı. Oyunu Yücel Erten yönetecekti. Bir yönetmenin en doğal hakkı olarak, bir rol dağılım listesi hazırladı. İstediği oyuncuların bir bölümü, öteki oyunlarda görevliydi. Oldu olamadı derken, yönetmen geri döndü, oyun kaldı. Bunlar sanatta hep yaşanır, doğaldır, velvele koparmak anlamsızdır. Peki, sonra ne oldu? Erten, facebook sayfasında şu “ironi ve kinayeyi” yazdı: “İzmir Devlet Tiyatrosu'nda Sezuan'ın iyi insanını aramaya çıkmıştım. Bulamadım, dönüyorum.” Oyuncular yoğun tepki gösterdi. Erten, tepkileri –yazılamaz galiz benzetmelerle yanıtladı. Sonuçta, “başarılar” unutuldu, “haşarılık” rolü kaptı. Erten, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü de yapmıştır. Yaptıkları, yapmadıkları, yapamadıkları arşivdedir. Döneminde, değişik nedenlerle “kalan”, “ertelenen” ya da “kaldırılan” oyunlar olmuştur ve gerekçelerini en iyi kendisi bilir. Sanatçıları için “görevden kaçtılar, yönetim dirençsizlik gösterdi” gibisinden söz edilmişse, büyük olasılıkla önce o karşı çıkmıştır. Bugün, aynen bu sözleri söylediği belirtiliyor ve yalanlamada bulunmuyorsa, bu tavır Erten'e hiç mi hiç yakışmamıştır. Tartışmaların hala sürmesine gelince, insan “boş zamanlara” gıpta ediyor. Kültür ve sanatın çölleşmesine kum taşıyanlar, yeterince kalabalık. Eğitiminden kurumsal sıkıntılara, sorunlar yeterince ağır. Kalabalığa eklenmek ya da sorunları çoğaltmak, sizi “haber” yapsa da, hepimizi yıpratır. Buna hakkınız yok. Bu ülke, alnınızdaki ışığa o kadar muhtaç ki... ÜŞÜMEYİ ÖZLEDİK! ASUMAN ABACIOĞLU Bir süredir İzmir lodosun etkisiyle savrulup duruyor. Hava sıcaklığı ise aralık ayına girmemize karşın 20’li derecelerde seyrediyor. Rüzgarın ve kış ayından beklenmeyen bu sıcaklığın etkisiyle sersemlemiş durumdayız. İzmir’in ılıman iklimi giderek tuhaf bir sıcak iklime doğru değişiyor. İzmirliler, bu havada ne giyeceklerini şaşırmış durumdalar; kışın giymemiz gerektiğini düşündüğümüz giysileri geçiriyoruz üstümüze; ayaklarımızda çizmeler, üstümüzde trençkotlarla ortalarda kan ter içinde dolaşıp duruyoruz. Bir şeyler ters gidiyor; hava olması gerektiği gibi soğumuyor bir türlü. Her zamankinden daha sıcak geçen bir yaz döneminin ardından mevsimlerin normal dönüşümlerini bekliyoruz. Ne zamandır kalın kazaklarımızı kaldırdık; birkaç yazdır kaldırıldıkları dolaplardan hiç çıkarmıyorduk zaten. Neredeyse mantolarımızı giyecek zaman bulamadık geçen kış döneminde. İklim değişiyor gözlerimizin önünde. Nerede o paltolara büründüğümüz, atkılara dolandığımız soğuklar? Bahçesi ve bahçelerinde meyve ağaçları olmayanlar farkında değiller, ancak geçen yaz bitkiler, zararlılardan kurtaramadı yakasını. Hava soğumayınca ağaçlar ve bitkiler “kışlayamıyorlar’’. Kış soğuğunu yaşamayan bitkiler zararlıların hücumuna uğruyor. Sebzelerini zararlılardan koruyabilmek için çiftçiler, tarım ilaçlarını basıyorlar tarlalarına ve bahçelerine. Durmadan ilaç yiyoruz sebze ve meyvelerle. Yine de böcekleri engelleyemiyorlar; domatesin kilosunu 78 liradan yedik yazın; sera üretiminin çıkmasıyla ucuzladı sonunda. Kış döneminin soğuğunu özlemle bekler olduk. Ağaçlar bile yapraklarını dökemediler şöyle ağız tadıyla. Baharın müjdecisi leylak, aralık ayında çiçek açıyor. Aralık geldi diye bazı evlerin bacalarından odun ve kömür dumanı tütüyor; bu sıcakta birileri kalorifer ve soba yakıyorlar bir hevesle ama kış bir türlü gelmiyor. Sadece lodos var; bunaltıcı ve sersemletici lodos. Avrupa’da yağan kar, insanları mutlu ediyor. Belki yakında buralara da gelir. Avrupalıları kızaklarla karın üstünde kayarken görünce kıskanıyor insan. Normal düzeninde gitmeyen bir şeyler var. Bir dönem ozon tabakasının delinmesiyle kaygılandık şimdi de iklim değişikliği yaşıyoruz işte. Bilim adamlarının dedikleri bir bir gerçekleşiyor; biz hala gökdelenlerle, yeni alış veriş merkezleriyle ve bir türlü yerine oturmayan emlak sektörüyle uğraşıyoruz. Ağaçları kesiyoruz durmadan yeni binalar yapmak için; İzmir giderek daha da kuraklaşıyor. Son yağmurlarla otları biraz yeşeren bir çölün ortasında beton bir blok halinde genişliyor kent, kendi etrafında. Betonarme kent, açgözlü bir şekilde etrafındaki her şeyi yutuyor sanki. Artık her yer apartman, hatta yeni gökdelenlerimiz de olacak yakında. İzmir’de iklim değişikliğini gözleyeceğimiz yaprakları sararıp kızaran ve dökülen ağaçların olmamasından yakınıyorduk; şimdi iklimler de değişmiyor sanki. Her şey bizim gözlerimizin önünde gerçekleşiyor; fazla söze gerek yok. Galiba bilim adamları doğru söylüyor. Ben de felaket habercisiyim, kabul ediyorum. Kış böyle geçerse, yakıt masrafından tasarruf edeceğiz diye düşünmeyin. Aralık bu kadar sıcak olursa önümüzdeki yaz ne olacak? Kendinizi hazırlayın, nasıl yapılabilirse bu. C M Y B C MY B ‘ ‘ Bir şeyler ters gidiyor; hava olması gerektiği gibi soğumuyor bir türlü. Kış döneminin soğuğunu özlemle bekler olduk. Ağaçlar bile yapraklarını dökemediler şöyle ağız tadıyla... halukisik@gmail.com