Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
17 ARALIK 2010 CUMA cEGE P A TİK A HALUK IŞIK 3 Bir Salihli İkindisinde... Kış, kar ve şiirle geldi. Kar yolda sevindirdi, şiir ve şair Salihli’de. Aralık’ın 10’unda Aslı’yla birlikte, yola düştük. Düştüğümüz yerden, bir tutam şiir ve çokça dostlukla kalkacağımızı biliyordum. Hep böyle olmuştu, hep böyle olacaktı. 25 yıldır süren “Salihli Şiir İkindileri”nin, 44.sünü kaçıramazdım. Bir hukuk vardı Salihli’yle aramda, bir kahvenin hatırı, bir kadeh rakının paylaşımı vardı. Bu ülkenin gördüğü en “ileri giden” entelektüeli, gerçek halkçı, inanılmaz eylemci yerel yöneticilerinden Zafer Keskiner’li yıllar vardı. Ki bir ilçenin şehir tiyatrosuna atılan ilk çimentolara karışmanın, ilk öğretmenlerinden biri olmanın, bu ülkenin en saygın ödüllerinden birini orada almanın sorumluluğu ve “havası” asla ıskalanamazdı. Şadan Gökovalı ağabeyin, “Külrengi Sabahlar’la en iyi oyun ödülünü sen aldın” muştusu hala kulaklarımdaysa, Gülgün Yalvaç gibi kadim hayat emekçisi öğrencilerim oradaysa, Kurşunlu Kaplıcaları sabahlarında “Elbet birgün yine buluşuruz” diye çığlık atan sabah kuşlarını anımsıyorsam, orada olmalıydım, oldum, olduk. Herşey ve herkes, hiç olmazsa 20 saatliğine, geride kaldı. Bu ülkede, şu kadarcık teneffüs zamanları çalmak, sokulmaya çalışıldığımız bataklıklardan başımızı uzatıp “oh” diyebilmek, bir mucizedir artık. Salihli, bir mucize olarak adlandırmayı hakediyor. “Arkadaş bir şiir etkinliğine gitmiş, keyfini sürmüş, hatırlanmış ve ağırlanmış, şimdi bunları ballandırarak anlatıyor” diyorsunuz, diyorlar belki. Hepinize öneririm, hepinize yörenizde yurdunuzda, bu anlamda düzenlenen etkinliklere doludizgin gitmenizi, paylaşmanızı, yoksa yapılmasını talep etmenizi, yapılmıyorsa direnmenizi, yapmayanları silkelemenizi salık veririm. Nerede oh diyecek, nereden beslenecek, nerede – varsa katkınızı koyacak, ne kadar eylemlilik var ki kardeşlerim? Ben Salihli’de, keşke çoğalsalar, keşke ülkemizin her yerinde böylesi işler yapılsa diye, o kadar söylendim, o kadar yineledim, o kadar kendi kendimi yedim, ömrümce tanık olduğum kadarıyla, yapılamayan işlerin önüne takoz gibi yatan kifayetsizleri andım ve varoluşumu bir daha bir daha öyle sorguladım ki... Bu Patika’yı, bir cumartesi geceyarısı, Kurşunlu Kaplıcaları'nın kükürt ve huzur kokan demlerinde yazıyorum. Çınar Çığ’lı, Hüseyin Yurttaş’lı, Onur Şenli’li, Yusuf Alper’li, Zerrin Taşpınar’lı, Şerif Temurtaş’lı bir ikindiyi nasıl yaşayıp yazardınız, işte o ahvaldeyim. Attila İlhan’ı nasıl anımsardınız, nasıl özlerdiniz, işte o hallerdeyim. Türküsü kederine, kederi sevince dönüşüveren arkadaşınız Tolga Çandar’ı dinlemek, ne demektir? İşte bu yanıtı bilmenin, “Çökertme” keyfindeyim. Yoldaşım Tuğrul Keskin’le, ona bu uğurda emek vererek kardeşlik yapan insanların yorgunluğuna katılmış gibiyim. Şiire eşlik eden Rengahenk Grubu’nun, çerçevedeki bir minyatürü gibiyim. Bütün bunlar, ona emanet edilmiş “Salihli Şiir İkindileri”ni, kentinin varoluş haritasını kabullenmiş, “Evet, elbette sürecek, elbette devamı gelecek!” iradesini benimsemiş ve benimsetmiş, gülüşü yapacaklarının garantisi Salihli Belediye Başkanı Mustafa Uğur Okay sayesindedir. Çok mu abarttım? Ya böyle işler talep etmediniz, ya böyle işlere cesaret etmediniz, ya da böyle işler yapılabileceğine inanmadınız. Bana soru soracağınıza, kendinize adam ya da madam gibi aynalar tutmayı denesenize. Ya da bir şiir okusanıza, onca haybeye işlerden azade... ‘TÜRDEŞ GETTO’DA YAŞAM ASUMAN ABACIOĞLU İzmir’in bir sahil ilçesinde balıkekmek yapılan bir dizi lokantalardan birinde bira istediğimizde, Anadolu kentlerinde çok yaygın olduğunu duyduğumuz düşmanca bir yanıtla karşılaşmadık hiç değilse; ama “içki izni olmadığı” söylendi bize kibarca, hatta serzenişle. Birkaç yıl önce olsa belki o kadar da umursamazdık; hatta o kadar içki düşkünü bile sayılmazdık. Ama işte nedense canımız çok sıkıldı; “İzmir'de bile böyleyse’’ diye geçirdik içimizden. Oysa aynı ilçede daha pahalı restoranlarda içki içilebiliyordu; büyük olasılıkla bu yasağın sebebi de dini ve ahlaki gerekçeler değildi; belediye başkanı CHP’liydi en azından. Ancak, yaşam tarzımıza yönelik tehdit algımız öylesine hassas bir noktaya gelmişti ki, “içki yasağı’’ sözünü duyunca tüylerimiz diken diken olmuştu. Kendimizi, sınırları giderek daralan bir yaşam alanında sıkışıp kalmış gibi hissediyorduk ve buna yönelik herhangi bir tehdit ihtimali, savunma reflekslerimizi ayağa kaldırıyordu. Hassasiyetler bu kadar keskinleştiyse, yeni ortaya atılan “türdeş gettolar’’ kavramı belki de gerçekten geleceğimizin yaşam tarzını oluşturacaktı. Herkes, hayat tarzına müdahale etmeyen, içki içildiğinde rahatsız olmayan “kendi gibilerle” yaşamak durumunda kalacaktı yani. Ama acaba “kendi gibi” diye bir şey var mıydı? Kendimiz gibi diye baktığımız kişiler, türban takmayan, dini kurallara göre yaşamayan, içki içen ve eğlenen kesim anlamına mı geliyordu? Ve biz bu kesimle gerçekten de “bir arada” yaşayabiliyor muyduk? Tecrübelerime dayanarak bu soruya “evet’’ yanıtını vermekte zorlanıyorum. Çünkü bırakın muhafazakarları ya da bizden farklı olanları, yaşam tarzı benzeyen insanlar olarak bile “başkalarının’’ haklarına saygı göstererek uygar bir ortamda bir çki yasağı’ sözünü duyunca tüylerimiz diken diken olmuştu. Kendimizi, sınırları giderek daralan bir yaşam alanında sıkışıp kalmış gibi hissediyorduk ve buna yönelik herhangi bir tehdit ihtimali, savunma reflekslerimizi ayağa kaldırıyordu... arada yaşamayı becerebildiğimizi söylemek pek mümkün görünmüyor bana. Bunun en önemli nedeni de, toplumca en büyük özelliğimiz olan çifte standartlarımız. Biz böyleyiz işte; kendimiz için uygun gördüğümüz hakları ve özgürlükleri başkaları söz konusu olduğunda görmezden geliriz, yok sayarız. Kendimiz ve yakınlarımız söz konusu olduğunda başka, diğer insanlar söz konusu olduğunda başka tavırlar, görüşler sergileriz. Her duruma göre farklı davranırız; ilkelerimiz, prensiplerimiz, kurallarımız yoktur. Belki vardır ama “adamına göre’’ değişir. Hepinizin başına gelmiştir ya da benzer olaylara tanık olmuşsunuzdur; kadın otobüste kocaman çocuğunu kucağına oturtur; muavin itiraz eder “Bilet almalısınız’’ der. Kadın, ‘’Yol zaten kısa, idare ediverin’’ diye cevap verir. Biraz sonra sigarasını yakar, muavin yine itiraz eder, “Sigara içmek yasak”; ‘İ kadın bu kez yine sinirlenir ‘’O kadar uzun yolu sigara içmeden nasıl gideceğim?’’ der. Konumuz madem “türdeş gettolar’’, ortak yaşam alanlarıyla çevrili sözde “kendimiz gibilerle” yaşadığımız site hayatlarına bakın mesela; komşunuzun kocaman ağacı sizin bahçenizin ortasına kadar uzanır, o size, “asmanızın bir dalı bizim sınırı geçti’’ diye laf eder. Bir başkası, köpeğinin insanlara saldırmasına bakmaz, “Senin köpek benimkine yan baktı, gönderin onu’’ diye bağırır. “Arabamı istediğim yere park ederim, sen de önümü tıkayamazsın’’ diyenler, gürültüden dert yanıp sabahlara dek bağıra çağıra şarkı söyleyenler, site kurallarını kendi özel konumlarına göre komşularına dayatanlar, ne yazık ki “kendimiz gibi’’ saydığımız kesimin içindedirler. Biz onlarla güya “bir arada’’ ama birbirimizi görmezden gelerek yaşarız. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Çevresinde kendinden başka kimse yokmuş gibi yaşayanlar, talimatlarla başkalarının hayatını yönlendirenler, yasa, hak, hukuk dinlemeden keyfince hareket edenler, toplumun büyük çoğunluğunu oluştururlar. Yani sonuç olarak başkalarının yaşam tarzına müdahale etmek, kendi inancına göre yaşama özgürlüğünü savunurken, başkalarına aynı hakkı tanımamak, toplumumuzun genel bir özelliği. Ne yazık ki yasalardaki hak ve özgürlüklerimiz “kendimiz gibiler’’ tarafından ayaklar altına alınırken yalnız başınayız. Bu yüzden elimizden alınacak diye telaşlandığımız “yaşam tarzı’’, gün gelip de tümüyle ortadan kaldırıldığında korkarım ki karşı koyacak gücümüz olmayacak. halukisik@gmail.com C M Y B C MY B