26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 EKİM 2010 CUMA c HALUK IŞIK 3 Yoksulluk, toplumun ve bireylerin ruh sağlığını giderek daha fazla bozuyor Patlama belirtileri arttı ASUMAN ABACIOĞLU Şu işe bakın; biz buralarda türbanla, baş bağlamayla uğraşırken, Avrupa Birliği, 2010 yılının temasını “Yoksulluk ve sosyal dışlanma ile mücadele” olarak ilan etmiş ve tüm üye ülkelerde yoksulluğa karşı etkinlikler, kampanyalar ve projeler düzenlenmesi planlanmış. Takdir edersiniz ki, yoksulluk önemli bir konu; her ne kadar ülkemizin gündeminde hak ettiği yeri alamasa da bu böyle. Gazetelerde ve televizyonlarda her gün birinci sırada “yoksulluğun giderek arttığı’’ haberi yapılsa yeridir. Ama belki şu sıralar halkın “yoksulluktan bunaldığı’’ konusu yeniden gündemin üst sıralarına çıkar. Çünkü 10 Ekim, Dünya Ruh Sağlığı Günü ve çok sayıdaki kuruluşun oluşturduğu Ruh Sağlığı Platformu, bu vesileyle hazırladığı ortak açıklamada yoksulluğu yeniden gündeme getirecek şu önemli vurguyu yapıyor: Yoksulluk ruh sağlığını bozuyor. Ülkemizin 1555 yaş arasındaki nüfusunda en yaygın hastalıklar içinde depresyon ve anksiyete bozuklukları ilk beşte yer alıyor. PATİKA İzmir’in Tiyatrosu 1 Ekim’de İzmir Devlet Tiyatrosu, yeni tiyatro mevsimine Konak Sahnesi'nde merhaba dedi. 1927’de Türk Ocağı olarak açılan, daha sonra Halkevi olarak hizmet veren Konak’taki bina, Sabri Süphandağlı başta olmak üzere, dönemin öncü kişileri tarafından 1950’lerde Devlet Tiyatroları'na kazandırıldı. Mimar Necmettin Emre’nin yapıtı olan bina, dönemin dünya tiyatro mekanları arasında çok özel bir yere sahipti. Kadim sanat mabedi, büyük bir bakım ve onarımdan geçti, pırıl pırıl yenilendi. Koltuk sayısı artmadı, ama sanata ve insana saygı ne demektir, gittiğinizde göreceksiniz. Evet, kent ve ülke dışından gelecek konuklarımıza, gururla göstereceğimiz bir tarihsel anıtımız daha var, ne güzel! Bu sonuca başta İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü Hülya Savaş olmak üzere, DT Genel Müdürü Lemi Bilgin, ilgili bakanlık ve her aşamada özveriyle çalışan emekçilerin alın teri ve yoğun çabası sayesinde ulaştık. İzmirliler olarak, onlara gönülden teşekkür etmeli ve bu büyük mirasa özenle sahip çıkmalı, korumalıyız. Recaizade Mehmut Ekrem’in “Çok Bilen Çok Yanılır” adlı oyunuyla başladık yeni tiyatro mevsimine. Geçmişin rüzgarını taşıyan oyun, tiyatronun doğası gereği, bugüne dair de “sözü” olan bir yapıttır. Doğan Yağcı’nın yönettiği oyun, sizi bekliyor. Yıl içinde sahnelenecek DT oyunlarına, önümüzdeki hafta değinmeye çalışacağım. Hepimiz için kuşkusuz özel bir geceydi. Oyunu izlerken, sonrasında dostlarla, tanışlarla konuşurken, binaya baktıkça uzun yolculuklara çıktım. Kolay değildir, içinde 25 yılım geçti. Suat Taşer’den Nihat Yıldırım’a, Çakır’ından Savaş’ına, Ragıp Haykır’ından Şener Ünal’ına, Mediha Köroğlu’dan Erdener Başar’ına, ah ki Zafer Önal’ına... Onca öğretmen, oyuncu, sahne arkasının adsız kahramanları, memurlarımız ve elbette izleyicilerimiz... Ellerimizle toprağa verdiklerimiz oradaydı da, bir yeni başlangıca tanık olmaya gelmişlerdi. Uzatmak, hatır ve hatıraları akla getirir. Çoğu kişiseldir, hepsi bir ülkenin, bir kentin fotoğrafının, tiyatrodan yana irdelenmesi gereken ahvalidir. Anlatılmış, yazılmıştır, biz de bu konuda nicedir bir hazırlık içindeyiz. Herşey bir yana, hatır ve hatıralara saygı göstermek, onlara yakışır söz ve duruşla davranmak, üretmek zorundayız. Bunları neden söylüyorum? Olur olmaz, amacı ve sonucu muğlak, bilgi ve fikir eksikliğine bulanmış tavırların, ne sanata, ne kuruma, ne de geleceğe bir yararı olmaz, olamaz da ondan. Eleştiriye evet, kötülemeye hayır! İzmir Devlet Tiyatrosu'na verimli, başarılı ve hepimizin sevinç duyacağı bir tiyatro mevsimi diliyorum. Peki, kentimizin öteki tiyatro girişimleri nedir, özeller amatörler vb, ne yapmaktadır, yeni mevsimde neler hazırlamaktadır? Bu konuda iletecekleri her bilginin, Patika’da değerlendirileceğini, gazetenin yer vereceğini, yıllardır ve ısrarla yazmama rağmen, sonuç ne yazık ki yeterli olmamaktadır. Ben bir kere daha, beklediğimi anımsatmak isterim. Sözgelimi –neredeyse bir furya halinde müzikaller için seçme yapılacağını duyuran afişler görüyoruz. Başvuranlardan para isteniyor mu, isteniyorsa neden? Sorular, sorular... Salt işittiklerimizle yazmak, haksızlık yapmak istemiyoruz. Hakan Kuyumcu’nun Elhamra’daki sergisine gittiniz mi? Sanatçı, opera ve bale ile fotoğrafı harika buluşturmuş. Etkileneceksiniz. Haftaya konuya devam... ‘Her gün mutlaka cinnet geçirip çoluk çocuğunu vuran veya ayrılmak isteyen eşini yol ortasında bıçaklayan kişilerle ilgili bir haber okuyoruz. Yoksulluğun toplumumuzu çıldırttığını anlamak için alim olmaya gerek yok!’ diye küçümsediğimiz adli olaylar, aslında toplumumuzdaki “sosyal patlamanın’’ göstergelerini oluşturuyor. İşte alın size yıllardır sözünü edip durduğunuz sosyal patlama. Dikkat edin; her gün mutlaka cinnet geçirip çoluk çocuğunu vuran veya “ayrılmak isteyen’’ eşini yol ortasında bıçaklayan kişilerle ilgili bir haber okuyorsunuz. Yoksulluğun toplumumuzu çıldırttığını Ü ÇÜNCÜ SAYFA... Gazetelerde “üçüncü sayfa haberi” anlamak için alim olmaya gerek yok. Ama bunu bünyesinde 18 derneği barındıran Ruh Sağlığı Platformu söylüyor. Diyorlar ki; “Ne yazık ki gün geçtikçe toplumun ruh sağlığının zedelendiğini ve bunun sonucunda da tekrar bireylerin ruh sağlığını olumsuz etkilediğini gözlemliyoruz”. Ruh sağlığı alanında çalışan bu dernekler, “2010 yılında kadına yönelik şiddetin vahşete varan örneklerle arttığını, ülkemizin ve dünyanın çocuklar için şiddet, kaybolma, ruhsal, cinsel ve fiziksel istismar nedeniyle tehlikeli bir yer olduğunu, işyerlerinde ruh sağlığı sorunlarının önemsenmediğini, toplum olarak güvensiz, kuşkucu ve öfkeli hale geldiğimizi, birey ve insan hakları ihlallerinin bazen linç hareketlerine dönüştüğünü, evde sokakta, toplum genelinde uzlaşma kültürünün hala çok zayıf olduğunu, travmatik olayların başında saldırı ve savaş halinin halen durdurulamadığını gördük’’ diyorlar. Bütün bunların altında yoksulluk yatıyor. Bırakın televizyonlarda verilen Türkiye’nin büyüme hızı rakamlarını, parametreleri ve bir sürü ekonomik deyimleri ard arda sıralayan uzmanların “Her şey iyiye gidiyor’’ şeklindeki açıklamalarını... Türkiye’de yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik, adaletsizlik, sağlıksız çalışma koşulları, ayrımcılık, sağlık ve sosyal güvenceye sahip olamama, sağlık hizmetlerine ulaşamama ve eğitimsizlik can alıcı gerçeklikler. Araştırmalar, 2000’li yılların ortalarında Türkiye’nin, 30 ülke arasında Meksika’dan sonra gelir dağılımının en eşitsiz olduğu ikinci ülke olduğunu gösteriyor. Yoksulluk ise en çok kadınları ve çocukları vuruyor. Kadınlar daha az eğitim alıyor, yoksulluğa mahkum kılınıyor, aynı işi yaptıkları halde daha az para kazanıyorlar. Kadınlar hem yoksulluktan daha fazla etkileniyorlar hem de yoksulluk nedeniyle cinnet geçiren erkeklerin hedefi oluyorlar. Yoksulluğun ruh sağlığını olumsuz etkilediği araştırmalarla kanıtlanıyor. Gelir düzeyi düşük olan bireylerde yüksek gelir düzeyine sahip olanlara göre iki kat daha fazla depresyon gözlemleniyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2020 yılında major depresyon, dünyada en acil sağlık sorunları içinde ikinci sıraya yükselecek ve bu hastalık, düşük sosyoekonomik sınıflarda daha yaygın. Major depresyon, kadınlarda erkeklerden iki kat daha sık gözüküyor. Yani belirtiler hiç iyi değil. Toplum olarak yoksulluk yüzünden toptan cinnet geçirmeden önce birilerinin bir şeyler yapması gerekiyor. [email protected] ÇELENK VE ÖZEL GÜN BAĞIŞLARINIZ İÇİN ÇAĞDAŞ YAŞAMI DESTEKLEME DERNEĞİ C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear