Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
10 NİSAN 2009 CUMA 5 D E N İ Z C İ Eğitim şart, ama... ASUMAN ABACIOĞLU Konda tarafından geçen yıl yapılan “Biz Kimiz?” konulu araştırmada, Türk toplumunda bireylerin kendi adına en çok korktuğu şey, “istediği eğitimi alamamak” olarak belirlendi. İlgi çekici bir şekilde; istediği eğitimi alamamak korkusu, parasız kalıp muhtaç olmak ve sosyal güvenliğin olmaması korkusundan bile önce geliyor. Araştırmada bu sonuçla ilgili “Toplumda hala kendi sıkıntılarını aşmanın en önemli anahtarı olarak eğitimin görüldüğünün bir başka tür ifadesi de bu” yorumu yapılıyor. Türkiye’deki eğitim kurumlarının durumu göz önüne alındığında bu korkuların yersiz olduğunu söylemek gerçekten de zor. Yüksek öğrenim yapabilmek için ÖSS’ye giren ve sayısı giderek artan 1.5 milyon öğrenci ile üniversitelerden mezun olmasına karşın iş bulamayan milyonlarca genç işsizi bir yana bıraksak bile YÖK’ün yeni uygulamaları, gelişmiş üniversiteleri bile sarsacak nitelikte. Üniversiteleri ayağa kaldıran rotasyon uygulamasının ardından şimdi de üniversitelerin bölünmesi söz konusu. Üniversitelere taşıyabileceğinden daha çok öğrenci alma, öğretim üyelerini zorunlu olarak doğudaki üniversitelerde görevlendirme, (YÖK önce bir yıl geçerli olan rotasyonu yedi aya indirmesine karşın uygulamada direniyor) üniversitelerin sonunu hazırlayan son kararlardan bazıları. Sadece bina ve birkaç sınıf ile açılan; laboratuvarsız, hastanesiz, öğretim üyesi olmayan Anadolu’daki üniversitelere, batıdaki üniversitelerden birkaç aylığına öğretim üyesi göndermek, buradaki sorunları çözmeyecek. Sadece, “Bakın sizin için ayağınıza kadar hocalar getirdik” anlamına gelen bu uygulama ile Anadolu kentlerin YÖK’ün rotasyon uygulamasındaki ısrarı, eğitimin niteliğini ve eğitimcilerin yaşamlarını geri plana itiyor Evrensel Denizcilik ÜNAL BENLİALPER Çağdaş denizcilik anlayışını özümsemiş ve bu anlamda yapılanmış toplumlarda oluşan “denizci ulus” kimliği, onlara uluslararası ilişkilerde sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi güçle birlikte ayrıcalıklı ve itibarlı bir statü kazandırır. Konuya hangi boyutlarıyla bakarsanız bakın, denizciliğimizin gücünü ve sahip olduğu bütün değerleri küreselleştirmeden önce, ulusal varlığımızdaki gelişmelerin geldiği noktayı çok iyi belirlememiz gerekir. Geniş bir evrensel yelpazeye açılan denizciliğin gelişmesinde etkili olan bilim, teknoloji ve eğitim anlayışının doğru kullanılması gerekir. Bu kabullenilmiş açılım içindeki sömürgeci ve yıkıcı yaklaşımlar, konunun insani ve doğasal boyutlarına zarar verecek ve denizciliğe leke sürecektir. Bu da o ülkedeki denizciliği izole ederek, birçok ayrımcılığın gelişmesine neden olacaktır. Değişik özelliklere sahip çok farklı kıtalarda, ayrı ayrı ülke topraklarında yaşıyor olabiliriz. Ama şunu kesinlikle unutmayalım ki, tek bir gökyüzü altında varlığımızı sürdürüyoruz. Ortak kullandığımız değerleri çok iyi korumamız gerektiğini bilmeliyiz. Özellikle denizlerin ve okyanusların, sahip oldukları zengin besin zinciri ile gelecekte ne kadar önemli birer kaynak olacağının altını çizmek istiyorum. Bunların gücü ve yaratıcılığı, insanlığın yoğun baskıları nedeniyle sürekli ve ağır tahribata uğramaktadır. Günümüz toplumlarının bireylerinin bugün tükettikleri temel gıdaların önemli bölümü geleceğe yönelik olarak ipotek altındadır. Diğer bir söyleyişle gelecek kuşakların besin kaynaklarını hiç düşünmeden şimdiden tüketmekteyiz. Denizlerde oluşabilecek felaketlere karşı ülkeler hazırlıklı olmalıdır. “Özel statülü” uluslararası programlar, acil eylem planları tarafsızlık ilkesi doğrultusunda hazırlanmalıdır. Bilimsel içerikli üretilen politikalar, belli kurallar dahilinde o ülkenin çıkarlarının dışında bırakılarak denizlerin ve okyanusların yıpranmış, ciddi tahribata uğramış eko sistemlerinin yeniden kazanılması ve canlanması için işlerlik kazanmalıdır. Bu konudaki acil koruma bilincinin üst düzeyde tutulması ve her zaman gündemde kalmasının sağlanması dünya denizciliğinin geleceği açısından önem taşıyacaktır. Bununla birlikte alınacak caydırıcı kararlar ile denizler daha güvenli olacaktır. Çünkü temiz enerjinin, sağlıklı gıdanın ve zararsız teknolojinin 21. yüzyıldaki yeni adresi denizler ve okyanuslardır. Denizciliğin özünde var olan ve tarihsel evrimleşme süreci boyunca kazandığı değerlerin oluşturduğu kültür tortusunu değiştiremez ve yok edemezsiniz. Denizcilik olgusu, onun yaradılışında var olan genetik ilkelerinden kesinlikle ödün vermez. Onu yaşatacak olan güç, yüzyıllardır kazanmış olduğu bilgi birikiminde, maceracı duygularda, keşfetme arzusunda ve ona duyulan tutkuda saklıdır. Onların yokluğu, yaşamın sonu demektir. Bunu asla unutmayalım. 'Sizin ayağınıza kadar hoca getirdik' demek için sadece bina ve birkaç sınıf ile açılan; laboratuvarsız, hastanesiz, öğretim üyesi olmayan Anadolu’daki üniversitelere, batıdaki üniversitelerden birkaç aylığına öğretim üyesi göndermekle buradaki sorunların çözüleceği düşünülüyor. de popülist bir yaklaşım sergilenecek. Öte yandan kendi üniversitesinde ve kentinde düzenini kurmuş olan rotasyoncu öğretim üyesini ailesinden kopararak maddi ve manevi sıkıntılara sokmuş olacak. Bu öğretim üyesi hiçbir altyapısı olmayan bir üniversitede hiçbir şey yapamayacağı gibi gittiği kentte kalabileceği bir yer bulmakta bile sorun yaşayacak. Üniversite kapısındaki yığılmanın, daha çok öğrenciyi üniversiteye alarak çözülmeyeceği de ortada. Kalabalık sınıflarda yapılacak eğitimin kalitesinin düşmesi bir yana, bunun, iyi eğitim alamayan üniversite mezunlarının iş bulamaması gibi bir başka sonucu daha olacak. Kendi kapasitesini aşan öğrenci sayısıyla eğitim yapan üniversitelerde “küçük gruplarla yapılabilen” aktif eğitim uygulamasının da tehlikeye girmesi kaçınılmaz görünüyor. Soru soran, araştıran, bilimsel düşünen ve karşı çıkabilen öğrenci istenmediğinden olsa gerek, bugüne kadar İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde başlatılan ve giderek başka üniversitelerde de yaygınlaşan aktif eğitimin ortadan kaldırılmasının da önü açılıyor. Konda’nın araştırmasına tekrar dönersek, Türk toplumunun eğitime ne kadar önem verdiğini, harcadığı paralardan anlayabiliriz. Daha ilköğretim döneminden itibaren özel okullara, dershanelere ve özel derslere ödenen paralarla kim bilir kaç “donanımlı üniversite” kurulabilirdi. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir toplum belki de eğitim için bu kadar çok para ve emek harcamıyordur. Hem de alınan eğitimin kalitesi konusundaki kuşkulara ve üniversite mezunları arasındaki işsizliğin bu kadar yaygın olmasına karşın. unalkaptan@hotmail.com C M Y B C MY B