29 Eylül 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 SPOR GÜNDEMİ c 18 ARALIK 2009 CUMA Akhisar Mucize mi? NÜVİT TOKDEMİR Sporda her olumlu ya da olumsuz hareket bir eleştiri, araştırma konusu olur... Bir yükselişi yakaladığınızda, önde görülür araştırılırsınız... Çöker, yine araştırılırsınız... Yani kader ağlarını örmüştür, derler ya! Uzun soluklu bir irdeleme sonrası bakıyoruz, bizi İzmir'de ve özellikle Ege'de derinliğe götürecek, özellikle "efelendirecek" bir hareket yok... Derken bir Akhisar hareketi başladı. "Nedir, nasıl oldu, nerden başladı" sorgulaması bir yana herkes bir şaşkınlık içinde. Gerçekten “Akhisar buraya nasıl geldi?" Aslına bakıldığında araştırılması gereken bir konudur Akhisar gerçeği... Bir üretici kentinin, yıllardır Manisa gibi bir ilin gerisinde kalmışlığına inat verdiği mücadelenin, bugün sporda bir başkaldırıya dönüşmesi hem övünç, hem de "il olma" özleminin yarattığı bir değer olduğu unutulmamalıdır. Geçmişe baktığımızda Akhisar'ın çok farklı kimliğiyle karşı karşıya geliriz... İlk üretici ve tütün mitinglerinin gerçekleştiği, direnişçi bir yöre... Tütünde, İzmir Cumaovası'ndan sonra en bereketli ilçe... Ulusal ve uluslararası tütün tekellerinin başkenti... Şimdilerde ise "köfte" diyarı Akhisar! Hepsi bir yana Akhisar şimdi, deyim yerindeyse "futbol diyarı"... Türkiye liglerinin tek yenilmezi... Ege'nin son üç yıldaki en başarılı takımı... Ve şimdi hiç kimsenin inanamayacağı bir biçimde Bank Asya kapısına dayanan en güçlü takımı Akhisarspor... Daha dün gibi anımsıyorum üçünçü ligdeki savaşımlarını; Altınordu ile verdiği mücadelede geliş gidişlerini de , inanamıyorum. "Bir kasaba takımı" diye değerlendirirken, bugün geldiği noktada alkışlara boğuyoruz Akhisar'ı... O Akhisar ki, bugün Türkiye liglerinin tek yenilmezi... O Akhisar ki, özellikle Ege ve İzmir'de her takıma örnek olacak bir modelle; geçmiş dört dönemi aynı yönetim, aynı teknik heyet ve futbolcularla birlikte, altyapıya dönük çalışmayla tamamlayarak bugüne geldi... Ege'nin 2. Lig'deki yenilmez armadası Akhisarspor, bu değerlerle ayakta duruyor. Yetmedi; Akhisar Belediyesi, ticaret ve sanayi odaları, spora gönül vermiş her bireyiyle Akhisar gönüldaşlığında bütünleşmişler, bir başarıya imza atıyorlar. Akhisar gerçeğini Türkiye'ye tanıtıyorlar... Şimdi bakıyoruz, kimileri birlikte başarılmış bir işe "mucize" diyor. Ne Atilla Özcan, ne de dört yıldır futbolun dayanışma, mücadele ve bir sonuca ulaşma adına kendini adamış futbolcuları bir mucizenin peşinde değiller. Onlar bir gerçeğin; futbolda altyapının, inanmışlığın, birlikteliğin zaferini gerçekleştiriyorlar. Türkiye'ye bir örnek sunuyorlar. "İşte bu Akhisar gerçeği" diyorlar... Yenilmez armada olmak kolay değil... Akhisar'ın, üreticisiyle, sanayicisiyle, ticaret adamıyla ve spor adamıyla başarılarında daha vereceği çok ders var! Göreceksiniz! Yeşil sarıya döndü Ayvalık’taki tabiat parkıyla ilgili yenilen revizyon imar planları tartışma yarattı OYA UĞRAL AYVALIK Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Ayvalık’taki Şeytan Sofrası’nı da kapsayan Tabiat Parkı’yla ilgili yeni revizyon imar planı tartışma yarattı. 1994 yılındaki planlarda yeşil alan olarak belirlenmiş yerlerin renginin, yenisinde sarıya döndürüldüğünü belirten meslek odaları, sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimler, bakanlık uygulamasına karşı ortak mücadele kararı aldı. CHP’li Küçükköy Belediye Başkanı Mesut Ergin, “Herşey plan notlarında gizli. Haritanın yeşilden sarıya dönmesi niyeti ortaya koyuyor” dedi. Küçükköy Belediyesi, plana karşı sivil toplum örgütleri ve akademisyenleri harekete geçirmeye hazırlanıyor. Bu kapsamda belediyede düzenlenen toplantıda konuşan Küçükköy Belediyesi Kalkınma Eylemi Projesi Yürütme Kurulu Başkanı Dr. Atilla Denizalp, Ayvalık’ta, Milli Parklar listesinde olmayan 17 kuş türünün bulunduğunu söyledi. Küçükköy Belediyesi, revizyon imar plana karşı sivil toplum örgütleri ve akademisyenleri harekete geçirdi. Ayvalık Deniz Ticaret Odası Başkanı Ali Sadan da, yeni planın notunda, “Hazine arazileri Maliye Bakanlığı, Milli Parklar Genel Müdürlüğü ve Turizm Bakanlığı’ndan habersiz satılamaz” ifadesinin bulunduğunu anımsatan Sadan, “Bu haberli satabiliriz anlamına geliyor. Sermaye sahiplerinin satın aldığı arazilerin kıyıları askeriye tarafından kontrol altına alınmıştır. Tabiat Parkı ile kullanımı kısıtlanmış küçük parça arazilerin büyük sermaye sahiplerince tek tek toplanması endişe verici” diye konuştu. APILAŞMAYA KARŞIYIZ’ Belediye Başkanı Mesut Ergin de, “Her şey plan notlarında gizli. Yeni haritanın yeşilden sarıya dönmesi niyeti açıkça ortaya koyuyor. Meclisten hukuki mücadele için yetki aldık. Sahip olduğumuz değerlerin ortaya çıkarılması gerekir. Sosyolojik farkındalıktan sonra koruma ve ekonomik değer elde edilmeli. Korumacılık turizm, tarım gibi unsurları da beraberinde getiriyor. ‘Y Sarımsaklı’nın konuta ihtiyacı yok. Ev almak isteyen gelsin bin tane satılık yazlık var, onları alsın. Biz belediye olarak yapılaşmaya karşıyız” dedi. Ankara Üniversitesi Biyoloji Bölümünden Doç. Dr. Cengiz Türe de, “Burası bilimsel ve eğitim çalışma merkezi olursa kendiliğinden koruma altına alınır. Kavgayla çözülmez. Yeşilden sarıya döndürülmüş bir harita artık korumaya değer bir bölge olmadığını gösteriyor. Durumun vehameti ortada” yorumunu yaptı. yapının koruma altında olduğu kentte, gelecek yaz ortasına dek Arasta Projesi'nin tamamlanması hedefleniyor. 400 Muğla cazibesini kullanacak ÖZCAN ÖZGÜR [email protected] Belediye Başkanı Osman Gürün, yapılacak çalışmaların ardından kentin Ege’nin cazibe merkezi olacağını söyledi. MUĞLAMuğla Belediye Başkanı Osman Gürün, bölge kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurulu binasından, tarihi Saburhane Meydanı bölgesine dek yapılacak restorasyon çalışmalarının ardından kentin, kültür turizminde Güney Ege’nin cazibe merkezi olacağını söyledi. Projenin bölge koruma kurulunda gelecek hafta görüşüleceğini bildiren Gürün, “400’e yakın yapının koruma altında olduğu Muğla’da önümüzdeki yaz ortasına kadar ‘Arasta Projesi’ dediğimiz, Türkiye’nin en büyük restorasyon projesini gerçekleştirmiş olacağız” dedi. Bölgede bugüne dek tarihi Yağcılar, Yarım hanlarının yanı sıra, Sanat Evi gibi özel kişilere ait binaların sahipleri, koruma kurulu ve özel idareye ait Muğla Gazeteciler Cemiyeti Lokali, Hacı Kadı Evi, Özbekler Evi, Şerefliler Evi (Kültür Evi), Konakaltı Kültür Merkezi, tarihi hamam, Zahire Pazarı ve tarihi Arasta’nın bir bölümünün de valilik ve belediye tarafından restore ettirildiğini belirten Gürün, “Şimdi tek tek restorasyonların yanında, Vali Dr. Ahmet Altıparmak’ın desteğiyle koruma altındaki Muğla’nın büyük bölümünü ‘Arasta Projesi’ adı altında toptan ayağa kaldırıyoruz” diye konuştu. Projenin, korumu kurulu binasından tarihi Saburhane Meydanı'na dek uzanacağına dikkat çeken Gürün, şu bilgileri verdi: “Tarihi Arasta’nın da içinde yeraldığı bu güzergahta tarihi yapıların çatı ve cepheleri restore edilerek, bu yapıların bulunduğu sokak, cadde ve meydanlar düzenlenecek. Bu yapılırken mülk sahiplerinden para alınmayacak. Proje maliyetinin yüzde 85'i, il genelinde belediyelerin topladığı emlak vergilerinden koruma çalışmaları için kesilen PARA ALINMAYACAK yüzde 10’luk payla valilik bünyesinde oluşturulan fondan, yüzde 15'i de belediye tarafından karşılanacak. Yanan belediye sinemasının yerinde başlattığımız katlı otopark inşaatı tamamlanmak üzere. Bu otopark sayesinde restore edeceğimiz bölgede, yaya trafiği daha rahat olacak. Belediye olarak bu bölgede yürüttüğümüz tarihi hamam restorasyonu bitti. Tarihi Zahire Pazarı restorasyonu hızla sürüyor, en geç yılbaşında bitecek. Restorasyonlar, bu bölgenin görünüşünü değiştirecek ve şehrin ekonomik yaşamına olumlu katkılar sağlayacak. Böylelikle kültür turizmine önemli bir adım atmış olacağız.” KONUK İzmir Mutfağı GÖKHAN DÖKMEOĞLU “Bir kent ona sahip çıkanlarındır”…Ya yemek? Uzun yıllardır bu sektörün içinde olmama karşın 90’lı yılların sonuna kadar şu iki kelimeyi yan yana getirmemiştim: “İzmir Mutfağı” 90’lı yıllardı… Yakın bir dostumla sohbetlerimizi ederken hep bir meyhane açmayı ve bunun da bir Rum, Rebetiko veya Ege meyhanesi kriterleriyle oluşturmayı düşünürdük. Ama aklımıza her nedense İzmir meyhanesi ya da İzmir mutfağı gelmezdi. Gariptir ama kiminle konuşsam İzmir mutfağı deyince “aa Girit mutfağı yani”, “Rum mutfağı mı?” ya da “yani Ege mutfağı demek istiyorsunuz değil mi?” gibi yanıtlar alıyordum. Hayır kardeşim ne Rum ne Girit ne Ege ne Levanten ne Arnavut ne Türk ne Osmanlı ne de başka bir şey, sadece İzmir mutfağı. Ancak insanların İzmir mutfağını algılamakta bu deni güçlük çekmesini de yadırgamadığımı söylemeliyim. Zira o kadar kendine özgü bir mutfak ki onu anlatabilmek için bilinen hemen hiçbir mutfak kriterini kullanamıyorsunuz. İzmir mutfağını anlatabilmek yine İzmir mutfağının yarattığı bir kriterle ve yine kendi özellikleriyle mümkün olabiliyor. Cumhuriyet döneminden bu yana genel olarak İzmir’de kentleşme ve kentlilik kavramlarının algılanması ve uygulanması konusunda kenti yönetenler ve kentte yaşayanlar olarak pek de başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Doğal olarak bunun sonucunda çarpık kentleşme, gettolaşma, ayrımcılık, sosyal yaşamda kalite azalması, gibi toplumsal sorunlarla karşı karşıya gelindi. Bu sorunların sebebi olarak kimi zaman kentin aldığı yoğun göç; kimi zaman da siyasi tercihler, ekonomik politikalar ya da ideolojiler gösterildi. Buna karşın, İzmir’e yeni göçen veya nüfusu İzmirli olmayan birçok kişinin yerleşik ve köklü birçok İzmirliden daha büyük bir heyecanla kentini sahiplendiğini de gözlemlemekteyiz. Bu bakımdan “Bir kent ona sahip çıkanlarındır” sözünü çok benimsiyorum. Peki ya yemek? Geçenlerde bir yemek kitabını incelerken çok sevdiğim, çocukluğumdan beri zevkle yediğim, annemin enfes yemeklerinden biriyle karşılaştım; yaprak sarma. Annem muhtemelen annesinden gördü bunu, anneannem de belki annesinden belki buralardan belki Selanik’ten. Sonuçta bu anlamda bu yemeğin nereden geldiği benim için çok önemli değil, önemli olan çocukluğumdan beri severek yediğim, kabullendiğim ve İzmir’de sıklıkla yapılan, İzmir’in kent hafızasına yerleşmiş ve bizi, buraları tarif eden bir yemek olması. İncelediğim kitapta ise bir Sefarad yemeği olarak tarif ediliyor. Bu yemeği Rum ve Türk mutfağı kitaplarında da sıkça görüyorum. Hatta sarmanın lahana ile yapılanı Romanya’da çok seviliyor ve özel günlerde masalarının baş kösesine yerleşen bu yemeği milli yemek olarak tanıtıyorlar. Adı da “Sarmale”, ne kadar ilginç değil mi? Peki, Orta Asya’dan gelip Saray Bosna’ya kadar uzanan ve İzmir’de ve çevre bölgelerde düğünlerin başyemeği olan keşkeğe ne demeli? Konuyla ilgili birkaç örnek de dünya mutfaklarından verelim; “Çin’de buğday unundan yapılma, ince ve yuvarlak ma karna vardır (yumurtalı “noodle”). Bunun pirinçten yapılmışları da yaygındır. Bir de bizdeki Çin lokantalarında Türkçeleştirilmiş adı genellikle “Çin mantısı” olarak geçen, İtalyan ravioli’sine benzeyen, içine çeşitli şeyler konan ve genel olarak buharda pişen wan tan vardır. Sonuçta hepsinin kökeni Çin olabilir. Wan tan ses olarak “mantı”ya çok benziyor. Böyle bir yiyeceği bizim atalarımız ta oralardan buralara getirmiş olabilir. Ayrıca mantıya çok benzeyen bir de Tatar böreği var ki, bu da teoriyi destekliyor. Çin'de wan tan hamuru ya da yufkası önceden açılır, küçük dört köşe tabakalar halinde kesilip üst üste konur ve saklanır. Böyle bir hamur göçebe alışkanlıklarına da çok uygun”. “Spagetti veya makarna dediğimiz ince uzun kesilmiş hamurun da benzerleri Çin ile İtalya arasındaki kocaman dünya parçasında bol miktarda bulunuyor. Hintliler sevika, yani “iplik” adını verdikleri bir makarna kullanıyorlar. Bu, şehriye gibi bir şey. Farsça’da “iplik”, rişte. Bu kelimeyi Araplar da, “erişte” diyerek biz de, makarna anlamında kullanmaktayız. (Murat Belge, Yemek Kültürü, s.138) ” Fransa Kralı 2. Henry’nin 1533 de İtalya’nın medici ailesinden Catherina’yla evlenmesi ve Catherina’nın beraberinde İtalyan aşçı ekibini getirmesi o dönemde çok özenilerek yemek yapılmayan Fransız mutfağını İtalyan mutfağıyla tanıştırdı. Bu sayede Fransızlar kendi mutfaklarında kısa sürede İtalyan yemek kültüründen ürünleri de yapmaya başladılar. Yakın zamanda yaşadığımız Türk kahvesi Yunan kahvesi, üzerine Turkish delight diye yazarak pazarlamaya çalıştığımız ve gerçek adı Türk lokumu olan lokumumuz, baklava, hepimizin sahip çıkabilme mantığı ile çok net algılayabileceğimiz güncel örneklerdir. Bu gibi örnekler sayısızdır ve uzar gider, hemen her yemekte etkilediği ya da etkilendiği bir başka yemeğin ya da kültürün izlerini mutlaka buluyoruz. Hal böyle olunca yemekleri tek bir kavim, topluluk ya da ülkeye sahiplendirmeye çalışmak haksızlık olmuyor mu? Yemeklerin orijinini araştırmanın çok önemli ve bilimsel bir çaba olduğu şüphe götürmez ancak toplumlar için yemeğin nerede doğduğundan çok nerede ve nasıl tüketildiği önemli diye düşünüyorum. Önemli olan onu benimsemek onu yaşatmak ve ona sahip çıkabilmektir. Elbette üretimi, pazarı, saklaması, pişirmesi, sofra adabı ve tüketimiyle bir bütün olarak. Bu sayede yemek karşımıza tarihsel bir doküman olarak çıkıyor ve bir yemeğe birçok medeniyet ve kültür tarafından sahip çıkılması da bize bu kültürler arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Bu anlamda İzmir mutfağını ve temsil ettiği kent mutfağını anlayabilmek ve anlatabilmek için de bir yemeğin doğum yerinden çok tüketim yerine ve kültürler arasındaki paylaşıma bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Sevgi ve lezzetle kalın. C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear