Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 20 TEMMUZ 1990
Sana Ne Dış Politikadan?
MELtH CEVDET ANDAY
Bir apartıman kapıcısı yakındı bana:
Çıkanyorlarmış işinden, sigortalı olmadığı
için de yapacak bir şey yokmuş, "kaloriferin kü-
lünü scn kaldır" demişlcr, "Nasıl?" diye sorun-
ca da "Bir kûfe al, doldur doldur dök bir yere"
yanıünı vermişkr ona. Eşi ve üç çocuğu ile bir
odada yaşıyormuş. Aykğı iki yüz bin lira imiş.
Yetmiyonnuş bu para; arttınlmasını istediğin-
dc, "Ev kiran yok, elektriğin, suyun, kaloriferin
bedava, cebine de iki yüz bin koyuyoruz,.. Da-
ha pe istersin!" diyorlarmış.
Sigortasız kapıcının durumu neye vanr, bile-
mem, ben ona söylenen sözlere kaptırdım kafa-
mı, günlerden beri düşünüp duruyorum: Ev ki-
raa yok, suyu, elekthği, kaloriferi bedava,
«binc de iki yûz bin...
Dilimizde böyle başlayan sözlerin sonu "so-
yun da semerini ye!" diye biter çoğun.
Gcnel olarak halkçüığımızın öiçûsü budur
bizim, üç aşağı beş yukan, kann doyunna ede-
biyaüdır başka bir deyişle, vereceksin adamın
ekmegini, çünkü o da insandır ne olsa... Ama
HaHrını aramaya, daha çoğunu istemeye kal-
karsa iş değişir o zatnan. Buna çizmcden yuka-
n çıkmak denir. Herkes haddini bilmeli.
Konuşma (ya da düşünme) buraya geldığin-
de düşündürür beni bu haâ (hudut, sınıı) söz-
cügü. Kimdir bu sının koyan? Yanıtını bula-
mam. Giderek, ben, iaha çoğn istenmedikçe,
halkçılık kann doyurma edebiyatı, iyiliksever-
lik, yoksulseverlik sayıldıkça bundan bir ilerle-
me doğabileccğine inanamam. Gerçi uygarlık,
reftfun ürünüdür, ama bu ürünün nerde boy
vereceğini baştan kestirmek olanaksızdır; "önce
karmnı doyuralım, sonrasını dûşünürûz" (x)
demek yanlışür. Çünkü bu tutum bizi bir sıra-
lamaya götûrür: önce okul, sonra hastane,
sonra tiyatro, daha sonra... Nurullah Ataç dili-
mizi kurmadan hiçbir şey yapamayacağumz
inananda idi, lsmail Hakkı Tonguç her işin ba-
şına köy okulunu koyuyordu, Muhsin Ertuğrul
tiyatro ile başlamayı öne alıyordu... Ama unut-
mayahm ki bu öncükrimiz aynı dönemde yaşa-
dılar.
Dahası var; gereğince karnıru doyuramayan
bir yurttaşın ne zaman poütikada söz hakkı ka-
zanacağını kim, nasıl belirleyecekti? Bitmedi,
karnı doymuş yurttaşa, "Karnın tok, sırtın pek,
sana ne politikadan" denmeyeceğini kim bilebi-
lir? Bir toplumda bayuranlar ve bavunuanlar
oldukça bu sorunlann olumlu sonuçlara bağ-
lanması kolay gerçekleşemez. özgûrlükle eşitB-
ğin bir arada istenmesi işte bundandır.
Sovyetler Buiiği'nde halkın değişiklik iste-
mesini, yazunın başmda sözünü ettiğim apartı-
man kapıcısını eleştiren kat sahiplerinin mantı-
jb. ile yeretüere sık sık rastlıyorum; diyorlar ki
"Orada ev kirası, gelirin yüzde onunu geçmez.
aydınlanma, ısınma, su, lelefon bunun içinde-
dir, aynca eğitim ve sağlık konusu sağlama
bağlanmıştır.." Evet, bunlann tümü doğru,
gördüm, bilirim, ama bundan ötürü o sözü "Da-
ha ne istiyorsun" diye bitinnek doğru mudur?
Bütün konforu ile ucuz ev ve sağlık eğitim si-
gortası, sosyalizmin başhca başanlan olarak
sayılacaktır, sayıhyor. Fakat bunu sağlayan
zenginlik, çalışanlann yaratüğı artı değerden
kaynaklanmıyor mu? Böylece de bayvnlana,
baynnuTı denetleme hakkı doğmuyor mu? "He-
le kanıı doysun, sonra..." inancımn, işte çözüm
bekleyen yerine geldik: Çalışan, yazgısına ege-
men olacaktır. Bunun her yerde böyle olması
gerekir. Kapitaüst çıkarlann yönetime ağırlık
koyduğu toplumlarda bu gerçeği irdeleme fır-
satını daha kolay buluyoruz. Bu fırsat da özel-
likle dış poliükanın halka Uba olarak gösteril-
mesi olayında açık secik ortaya çıkıyor.
Biz bunu II. Dûnya Savaşı'ndan sonra bü-
tün ağırlığı ile yaşadık, bugün de yaşjyoruz. O
zamanlar Bırleşik Amerika'yı eleştirmenin,
bizde yurt hainliği ile bir tutulduğunu ve bun-
dan ötürü aydınlann ne acılara katlandıklarun,
nasıl itilip kakıldıklannı, bugünkü genç kuşak-
lar bilmez. Peki dış politikayı tabtı durumuna
getiren, böylece de kendi bildikleri yolu izleyen
o zamanki iktidarlar haklı mıydı? Haklı olrna-
dıklan bugün açık seçik ortaya çıkmıştır. Bizim
bir zamanlar buyruğunda olmakla övündüğü-
müz Birleşik Amerika devleti, işte komşu Yu-
narustan'a, bize karşı koruma garantisi veriyor
ve Türkiye Ortodokslanmn dinsel yöneticisi
olan Fener Patriği'ni bir devlet başkanı gibi
karşılayıp ağırlıyor. Buna şaşıp kalmamız yer-
sızdır, çünkü hiçbir devlet başka bir devletin
dış politikasını belirleyemez, dostluk ise devlet-
ler arasında ancak bir çıkar uyumu anlamma
gelir. Dahası var; bir zamanlar Sovyetler Birli-
ği'ni ortadan kaldırmayı hayal eden bu devlet,
dûnya dengesinin bozulması tehlikesini hesaba
katarak bugün onun yamnda yer almış bulun-
maktadır. öyle ise hiçbir büyük devletin buyru-
ğuna girmememiz gerektiğini yıllar önce söyle-
yenler neden yurt haini sayıldı, neden
cezalandınldı? "O zaman durum onu gerektiri-
yordu" diyerek karşı çıkılamaz bu soruya.
Devlet adamında öngörü yeteneği olmalıdır,
yoksa ikide bir şaşıp kalma durumuna düşmek-
ten kurtulamaz. Demek dış politika dengeleri-
nin her an değişebileceğini hesaba katmak gere-
kiyor. Sayın Turgut özal, dün Türkiye'nin
öneminin azaldığını söylüyordu; ya ben bunu
daha önce görüp de söyledimse bana neden "sen
kanşamazsın" dendi? Milli gelirin dağüımı so-
runu gibi dış politika da herkesi her zaman ilgi-
lendirir, ılgilendirmelidır. Bu dunımda kimse
bana "cebine de iki yüz bin lira koyuyoruz" di-
yememelidir.
Başımdan geçen bir olayı anlatayım:
1960'tan sonra çıkanlan TRT yasası bu ku-
rumun yönetim kurulunun dört seçilmiş, iki de
hükümet temsilcisi üyeden kurulacağını buyu-
ruyordu.Ben de bu kurula edebiyat fakülteleri-
nin temsilcisi olarak dışardan seçil-
dim.Yasamız ülkedeki bütün vericilerin TRT
denetimınde bulunacağım söylüyordu; fakat
Samsun'daki Amerikan verici ve dinleyici is-
tasyonuna TRT temsilcisi değil hükümetin ba-
kanı da giremiyordu. Elimiz kolumuz bağlan-
mıştı. Bir gün toplantıda bu konuyu konuştuk.
Yapacak bir şey olmadığına karar verildi.
Ben de ertesi gün Cumhuriyet ve Milliyet ga-
zetelerine birer demeç vererek bu durumu pro-
testo ettiğimi bildirdim. Ertesi toplantıda hü-
kümet temsilcisi olarak kurulda bulunan Prof.
Hıfzı Timur, gündem dışı söz alıp benim adımı
venneden "bir kurul üyesinin" Amerikan aleyh-
tan bir demeç vermiş olduğunu, bunun ortalığı
kanştırdığını söyledi. Çok telaşh idi. Ama o
günkü TRT yasası böyle bir eylemden ötürü
yönetim kurulu üyelehnin suçlanabileceğini
öngören bir madde içermiyordu. Hakkımda
koğuşturulmaya girişilemedi, ama ben gizli
baskıyı duyumsadım.
Şimdi soruyorum: Niçin öylesine teslim ol-
muştuk Amerika'ya?
Artık önemimiz azaldığı için belki de bu gibi
sorunlardan kurtulduk.
(x) Nurullah Ataç, Prc*pero ile CaKbu adb
yazısırun bir yerinde şöyle der: "Ülkede okuma
yazma bilmeyen kalmayacak, ötesi kendiliğin-
den gelecek... Nerde görülmüş! tngılızlerin hep-
si de okuduktan sonra mı Shakespeare yetiş-
mişT1
ARADA BİR
PROF. ASIM MUTLU Mimar
Doğaya ve Tarihe Saygı
Bumu?
Yurdumuzu tepeleri, kırları, ormanlan, denizleriyle, kentleri-
mizi doğası, yeşili, tüm uygarlık yapıtları, tarih değerleri ile kir-
leten, bozan, yok eden, yanlış, bilinçsiz, saygısız, yalnız çıkar
hesabına dayalı çirkin yapılaşmaya karşı çıkan yazı ve davranış-
ların arttığını büyük bir memnunlukla izlıyoruz.
Bunlardan biri de değerli mimarlanmızdan Behruz Çinici'nin,
Cumhuriyet gazetesınde çıkan Dolmabahçe Sarayımızın arka-
sında yükselen ve ulusal değerlerimize ve duygularımıza saygı-
sızlığın sımgesi olan otel yaptsı konusundaki yazısıdır. Çinici, bu
çirkınliğin yok edilmesi için yasal ve hukuksal yollara başvura-
cağını açıklamaktadır. Sağ olsun, bu konudaki imza kampanya-
sına katılan on binlerce yurttaş ve İstanbullu da kuşkusuz ken-
disinin destekleyicisidirler.
Aslında uygar ülkelerde olduğu gibi bizde de halkımızın yur-
dunu, kentini. mahallesinı bilerek, anlayarak sevmesıni, ona sa-
hip çıkarak korumasını sağlamalıyız. Ancak o zaman yurdunu
kuru toprak, kentini taş yığını haline getirecek davranışlara kimse
yeltenemeyecektir.
Ancak bu konuda yeterli bir kamuoyu oluşturulabilmesi için
daha fazla fikir, sanat ve meslek adamının kaleme sarılması ge-
regi vardır. Bu arada duyarlı, destekioyici, uyarıcı, aydınlatıcı ya-
zlları İçin birçok yazar ve gazetecimize teşekkûr borçluyuz.
Ancak ne yazık ki 3 Temmuz 1990 tarihli Sabah gazetesinde
Sayın Mehmet Barlas'ın bu konudaki yazısını da hayret ve üzüntü
ile okuduk. Kendisi Behruz Çinici ve benzeri yazı sahiplerini tu-
tuculuk ve çağa karşı olmakla suçluyor. Gökdelen ve*beton düş-
manlığı yapıldığını ileri sürüyor. Betonun çağdaş uygarlığın vaz-
geçilmez öğesi olduğunu dile getiren Sayın Barlas, Behruz Çi-
nici'nin, betona, eserlerinde en çok yer veren mimarlardan biri
olduğunu ve betondan yapılmış birçok büyük ve önemli yapıtı
olduğunu bilmiyor olmalı. Sayın Barlas'a göre acaba kim, han-
gi mimar ya da yazar yalnız küçük binalann güzel ve değerli ol-
duğunu ifade ederek büyük binalara karşı çıkmış? Oteller ve tu-
rtstik tesislere karşı olan var mı?
Ancak oteller planlanırken ve yapılırken doğaya saygılı olma-
ya çağırmak, onu kirleterek ve çirkinleştirerek sonuçta turistik
değeri de düşürmeye karşı çıkmak mı tutuculuk oluyor?
İstanbul'da park yeri ve yeşil alan olarak ayrılmış bulunan ve
kesinlikle yapı yasağı olması gereken Dolmabahçe koyağı (va-
disi) ile Taksim - Harbiye sırtlarını arsa olarak büyük ve yüksek
binalara peşkeş çekerek istanbulumuzu, tüm çağdaş ve uygar
şehirterde var olan parktan mahrum etmeye karşı çıkmak mı çağa
karşı olmak oluyor?
Sayın Barlas'ın "Osmanlının İstanbul siluetine katkısı
camilerdir" deyişı ne kadareksik. Biz Türkler yüzyıllar boyu İs-
tanbul'un tepelerini büyük camilerle taçlandırırken çevrelerini
onlara saygılı ölçülerde planlanmış medreseler, imaretler, han-
lar, hamamlar, çarşılar, konaklar, evler ve mahallelerle donata-
rak bir mücevher gibi işlemiş ve hareketli bir siluet yaratmışız.
Boğaziçi'ne de sahil sarayları, yalılar, saraylar, küçük camiler,
vadilere sığınan köyler yaparak ve bunları yeşillıklerle sarıp taç-
landırarak daha sakin bir görünüm kazandırmışız. istanbul'un
güzelliğini ve şiirini bu iki karşıt siluet tamamlamaktadır.
Yine Sayın Barlas'ın "İstanbul'un siluetine cumhuriyet döne-
mimn katkısı ne olacak" sorusunun yanıtı herhalde: Onu boza-
cak hiçbir davranışa müsaade etmemek ve onu özenle korumak
olmalıdır.
Dolmabahçe Sarayı, imparatorluk için Tanzimat'la başlayan
Batılılaşmanın bir simgesi olarak doğru ya da yanlış borç harç
buyük fedakârlıklarla yapılmış bir prestij binasıdır. Ama Batılı bir
sarayın kopyası değil, geleneksel Türk evinden esinlenmiş, so
fa planlı bir Türk sarayıdır. Osmanlı ve Türk devlet başkanları-
nın bayrağı dalgalanmış ve dalgalanacak olan, hele içinde Ata-
türkümüzün yaşadığı ve son soluğunu verdiği bu sarayımızı kut-
sal bilmek, çevresi ile beraber özenle korunmasını istemek ve
yakınına onun'etkisini azaltacak bina yapılmasına karşı çıkma-
yı, Sayın M. Barlas'ın da nihayet anlayabileceğini ümit ediyoruz.
S N A C K - B A R - C A F E
SATILIK VİLLA
BÜRHANİYE'DE ARKENT SAHİP SİTESİNDE
sahibinden satılık 79 m2
arsada net 40 m? bahçeli,
müstakil villa
İSTANBUL Tcl: 519 15 73
Yeni Bir Kimlik İJretîlî> or
Son on yılda "her yaştan molla yaratan" strateji, şimdi
çağdaş ve laık kadınların yalnızca "ev kadını" olmalarını
istemektedir. Ne acıdır ki devlet televizyonundan da gerçekte
ülkemizin onuru olan bu çağdaş kadınlara yönelik yanlış ve
tehlikeli mesajlar içeren diziler yayımlanmaktadır. örneğin
"Yuva" adlı dizide okumuş kadınlar, "ailenin ve toplumun
huzur ve mutluluğunu bozan" kişiler olarak gösterilmeye
çalışılmaktadır.
Prof. Dr. NECLA ARAT
Türkiye Cumhuriyeti bir devrimle kurul-
muştur. Bu devrimin harcında acılar, çabalar,
özveriler, ilke ve ülküler ve Türk gençliğine du-
yulan gtiven vardır. Cumhuriyet'in onuncu yı-
lında yaratüan "her yaştan on beş milyon
genç", çağdaş, laik ve devrimci bir kimliğe sa-
hiptir.
Türk gençliği, cumhuriyetçidir, cağdaştır,
laiktir, demokrattır ve kimliğinde bu temel ni-
teliklerden başkasına yer yoktur. Ne var ki ge-
ride kalan on yıllarda kimi çevrelerce gençliğe
yönelik yeni bir kimlik iiretme stratejisi uygu-
lanmıştır. Bu strateji içinde çağdaş Turk kadın-
larına da kendilerince önemli bir yer ayrılmış-
tır. Çünkü kadınlar, cumhuriyetle birlikte el-
de ettikleri yeni değer ve kazarumlann bilincin-
de olup onlardan vazgeçmeyi istememektedir-
ler
Molla yaratma stratejisi
Ama son on yılda 'her yaştan molla yaratan'
strateji, şimdi çağdaş ve laik kadınlann yalnız-
ca "ev kadını" olmalannı istemektedir. Ne acı-
dır ki devlet televizyonundan da gerçekte ülke-
mizin onuru olan bu çağdaş kadınlara yönelik
yanlış ve tehlikeli mesajlar içeren diziler yayım-
lanmaktadır. örneğin "Yuva" adlı dizide oku-
muş kadınlar, "ailenin ve toplumun huzur ve
mutluluğunu bozan" kişiler olarak gösterilme-
ye çalışılmaktadır.
Karşı-devrimcilerin, gençleri ve kadınlan
kendilerine hedef seçmelerinin çok özel bir an-
lamı vardır. Çunkü bu her iki kesim de gelece-
gi içlerinde taşımaktadır. Ülkenin geleceğine
"geriye yönelik" emelleriyle ipotek koymak is-
teyenler, geleceğin taşıyıcılannı istedikleri bi-
çimde izleyip güdümleyecekleri yasal görü-
numlü ya da yasadışı yöntemleri giderek daha
da pervasızca kullanmaktadırlar. Söz gelimi
yukanda andığımız dizinin "örnek Türk aile ti-
pini yansıtma amacı" gibi masum bir maske-
gerekçesi vardır. Bu gerekçe, Devlet Planlama
Teşkilatı'run VI. Beş Yıllık Kalkınma Planın-
daki "minivemanevidegerlerinkorunmasında
ve geliştirilmesinde, dolayısıyla milli bütünlü-
gün ve dayanışmarun pekiştirilmesinde temel
unsur olan aile müessesesinin her bakımdan
güçlendirilmesi, kalkınmaya paralel olarak
ekonomik ve sosyal yapıdaki degişme ve gdiş-
•nelere uyum sağlamasına yardımcı olacak ted-
birlerin alınması...." (1) Ukesi ile uyum içinde-
dir. Çünku alınacak önlemler, VI. Beş Yıllık
Kalkınma Planı: Türk Aile Yapısı özel thtisas
Komisyonu Raporu'nda şöylecebeürlenmiştir:
"Özellikle Televizyon yayınlannda milli yayın-
cılıga ağırlık verilmelidir. Musikide, edebiyat-
ta, folklorda, milli zevkimizi işleyen; sanatı,
musikisi, hayranlıkları, tepki ve tutkuları ile
Müslüman-Turk insanı modeü dokunmaya ça-
lışılmalıdır." (2)
Bu rapora göre geleneksel Türk aile yapısın-
da tehlikeli bir çözülme vardır. Çünku "Hızlı
kültürdeğişimi, ailenintemelunsurlan olanka-
dın ve erkeğin rollerinde baa değişmelere sebep
olmuştur." Oysa "Müsluraan-Tiirk geleneğin-
debabaya verilen rol, kutsal bir roldür..." Ay-
nca "...Çocuklann terbiyelerini sağlamak,
ana-baba için geleneksel-dini bir borçtur." (3)
Teokratik ve ırkçı biı duşunce ikliminin esin-
tilerini taşır gibi görünen bu düşünceler, ku-
rumsal düzlemde de üriin vermişlerdir. 29 Ara-
lık 1989 tarih 20387 sayüı Resrtıi Gazete'de 396
sayılı kanun hükmünde kararname ile "Türk
ailesinin butünlüğünün korunması, güçlendi-
rilmesi .... aile ile ilgili milli bir politikanın oluş-
masına yardımcı olmak uzere" Aile Araştınna
Kunımu kurulmuştur. Bu kurum şu anda bir
devlet bakanlığına bağlıdır ve ilgili bakanlığın
başındaki Sayın Bakan, konuşmacı olarak ka-
tıldığı "Nasıl Bir Aile?" temasım işleyen bir
toplantıda şu görüşleri dile getirmektedir: "Ai-
leyi yeteri kadar koruyamadık. Türk-tslam ai-
lesinin önündeki en büyük engeller, nikahsız
birieşmder; iletişim araçlannın, turizmin ve sa-
nayileşmenm yol açtığı ve bazı çevrelerin kül-
tür değişimi dedikleri, ama aslında bir kültür
yozlaşması olan durum; ve feminizmdir." (4)
Ne var ki Sayın Bakan, nikahsız birleşmele-
rin en çok gelenek-göreneklere bağlı kesimlerde
görûldüğunden söz etmediği gibi iletişim araç-
lan, turizm ve sanayileşme kültür alışverişi ol-
madan dinamik bir toplum olunamayacağı, ya-
ni çağ atlanamıyacağı gerçeğini de göz ardı et-
miştir. Türk-tslam ailesinin önündeki üçüncü
buyük engeli "feminizm" olarak niteleyen Sa-
yın Bakan, herhalde yoğun siyasal çalışmala-
n nedeniyle 20. yüzyılın en önemli ve etkin si-
yasal ideolojilerinden birini yeterince inceleye-
cek zamanı bulamamış diye yorumluyoruz.
Başka konuşmalarına katkısı olur düşünce-
siyle bu konuda kısa ve öz bazı bilgiler veriyo-
ruz:
Feminizm, dünyanın yarısını oluşturan ka-
dınların insan hakları çerçevesinde haklannı
gerçekten alma ve kullanma serüvenlerinin dü-
şunsel temelidir. Ahlaksal, dinsel, sosyal, siya-
sal, hukuksal veeğitsel tüm insan haklanndan
kadınların da erkeklerle eşit ölçıide yararlan-
malannı, yani bire bir eşitliği sağlayacak dün-
ya çapında bir kültürel alamdır. Bu akım bir üs-
türüük mücadelesinin değil, eşitlik, saygı ve sev-
gi dolu bir ortak yaşam isteminin adıdır. Eşit-
lik konusundaki feminist istemin toplumsal ol-
duğu kadar, hatta belki de daha çok ahlaksal
bir boyutu vardır. Çünkü feministler, yani ka-
dınların eşit haklanndan yana olanlar, "için-
de erkek ve kadınlann insan onuruna yakışır
bir biçimde, eşit hak ve olanaklara sahip olduk-
ları sağlıkb bir toplum yaratmak" istemekte-
dirler. Onlar aynı isteği aile kurumu için de
duymakta, yoz gelenek görenek ve aşılmış tö-
relerle fanatik dinsel baskıların etkisi altında
eşitsiz ilişkilerin yaşandığı yozlaşmış aile tipi-
ni eleştirmektedirler.
Son on yılda, masum çocuk ve gençlerden
yaşlı görünümlü yüz binlerce "molla" yaratan-
lar, şimdi kadın haklarını-feminist hareketi bi-
linçli bir şekilde savunan kadın örgütlerine de
' 'geriye yönelik yeni bir kimlik" verme meka-
nizması olarak kullanabilecekleri yasal bir ku-
ruluşa kavuşuyorlar. 20 Nisan 1990 tarih 20498
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 422 sayılı
kanun hükmünde kararname ile Türkiye'de ilk
kez Kadının Statüsü ve Sorunlan Başkanhğı
kurulmuştur. Bu başkanlığın görevleri arasın-
da "Kadın sorunlan konusunda faaliyette bu-
lunan gönüllü kuruluşları-kadın örgütlerini,
yerel yönetirnleri yönlendirmek, izlemek, des-
teklemek; milletleTarası kuruluşlara üye olan
gönüllu kadın kuruluşlarırun ve derneklerin,
oluştunılan milli görüş doğrultusunda yönlen-
dirilmelerini sağlamak" var.
Kısacası, gençlere ve kadınlara yönelik yeni
kiraliği uretme stratejisinin, şimdi belki iyini-
yetli (!) yasal düzeneideri de kullanma olana-
ğı doğmuştur. Ama burada can alıcı sonı, çağ-
daş Türk kadınlanmn bu düzeneklere alışıp-
alışmayacaklandır.
Bunun tek ve kesin bir yanıtı vardır: Kadın-
lanmız, ırkçı-teokratik kimliğe ve "şeriatın
gölgesine" hiçbir zaman alışmayacaklardır.
1. Bkz. VI. Beş Yılhk Kalkınma Planı, Aıle-Kadın-Çocuk
s. 165 DPT.
2. Bkz. VI. Beş Yıllık Kalkınma Plaıu Ö 1 K. Raporu
s. 20 DPT.
3 a.g.ks. 19.
4. Bkz. 15 Nisan 1990, Htırnyet.
r
GÖKSEL DERATa
Sevecendin olabildiğince
çalışkandın delicesine
sebathydın ölesiye
y-ardımseverdin beklentisizce
açık sözlüydun çocuk gönlünle
parlaktın yarışırdın guneşle
yarabcıydın kişiliğinle
insandın hepsinden öte
kaybedilir mi bir kişi de bu kadar öğe.
GÖNLÜMÜZDE \AŞAXACAKSES
ÇALIŞMA ARKADAŞLARI
A.AYŞE YBLMAZ
(8.1.1982-20.7.1988)
Ağlamıyorum üzülmeyesin diye
Yüreğimdeki kora sabır serptim.
Şelaleye eş gözyaşlanm
En derinlerde sana saklı hasretim.
AİLESİ ADINA
SEVGI \TLMAZ
•il
m ACl KAYIP
"Yaşamak,
bir ajaç gibi tek ve hılr
. ve bir orman gibi kardeşçesıne"
. .Böylesı sürmujse yaşam
Ölum de bır yaşamaktır...
Samsun İnsan Hakları Derneği kurucu üyesi
ve Eğn-Der uyesı, buyük egitimci babamız
| YAHYA GÜNDÜZ'ü
H kaybettik. Onurlu yaşamı örnek olacaktır.
1 AİLESİ
PENCERE
Bozuk Laflar...
Dünyada bizimkiler kadar çok konuşan politikacı türü hangi
ülkede bulunur?
Gazetelerde laf, laf, laf...
Ancak bu lafları eden politikacılar arasında "diyalog" kuru-
lamıyor. Sözler, sağır duvarlara çarpıp geri geliyorlar, boşlukta
yankı yapıyorlar. Ülkede gevezeliğe tırmanan konuşma enflas-.
yonu var; ama, fîkirden yoksunluk dizboyudur. 2000 yılına 10 '
kala Türkiye'nin Cumhurbaşkanı nasıl konuşuyor:
— Demiryoilan komünist işidir!..
Peki, Cumhuriyetin 10'uncu yılı marşı nediyor: "Demirağlar-
la ördük anayurdu dört baştan..." değil mi?.. Kanla, terle, sa-
vaşta, devrimle bağımsız Cumhuriyeti kurmuş olanlann, Atatûrk'-'
ün, İsmet Paşa'nın, bütün ulusun marşıdır bu; Özal, onları da
komünist mi sayıyor? Batı Avrupa'da demiryoilan örümcek ağı
gibidir, Paris'ten kalkan tren Strasbourg'a üç buçuk saatte va-
rır; Fransa, Almanya ve benzerlerine karış karış demiryolu dö- '
şenmiştır. Şimdiye değin doğru dürüst bır demiryolu dösenseydi,
Ankara - İstanbul arası dört saate inecekti; ama, bütün dünyayı
görüp bildiğini övünerek söyleyen Özal demiryolu politikasını
komünistlikle eşanlamlı tutacak laflar söylerse, gazeteler yaz-
mak zorunda kalmaztar mı!.. -
incir çekırdeği doldurmaz bir tartışmanın kapıları böylece açı- '
lacaktır; boşuna zaman yitırecektır toplum, içeriksiz bir suçla-'
ma yüzünden...
• :
Demire) diyor ki:
— özaJ pa/avracı.'.. '
Demiryollarına ilişkin fikirleri böylece ortaya çıkan Cumhur- '•
başkanı, bir otobüs dolusu gazeteciyi yanına alarak yeni yapı- •
lan otoyollara götürüyor; başlıyor konuşmaya, atıp tutmaya, ol- •
madık şeyler söylemeye...
Laf, laf, laf... :
Hem de ne laflar, ne çeltşkiler, ne mantık çarpıklıkları, ne yan-1
lışlar...
Bu kez muhalefet liderleri, gazete yazarları Özal'ın bol suç-'
lamalarla, yanlışlarla, yanılgılarla dolu konuşmalarına yanıt ver- •
meye başlıyorlar; Türkiye laftan geçilmiyor.
Hükümet SS kararnamelerı çıkarıyor; Içişleri Bakanına der-
gi, gazete, matbaa, Valiye yurttaşlan sûrgün etme yetkileri ve-
riyor. İlk uygulamada 2000'e Doğru ve Halk Gerçeği dergileri -
kapatılıyor. Özal'ın olaya bakışındaki çarpıklığa bakın:
"— Bir dergının kendi ıdeotopsi veya para kazanması için metn- .
leketin bûtûnlûğünü bozmasına izin vehlemez." (Cumhuriyet, 17
Temmuz 1990)
Konuşmayı, hangi sözcüğünden, hangi mantığından, hangi
noktasından ya da virgülünden tutsan elinde kalır. Bir kez "mem-
leketin bütünlüğü" bir derginin yayınıyla bozulacaksa, vay hali-
mize!.. O bütünlük çoktan yıtıp gitmiş demektir. Sonra demok-
rasilerde yayınlann değerini ne valı saptayabilır, ne de içisle
Bakanı yasak koyabilir. Türk halkı, okuduğu yazıya gerekli n«.
tu verebilecek akla ve sağduyuya sahiptir; özal'dan da Içişleri .
Bakanı'ndan da daha olgundur. Bir ülkenin bütünlüğü, dergile-
rin, gazetelerin, matbaaların kapılarına kilit vurmakla koruna- .
maz; halkın ortak bılincıyle savunulabilir.
Ama Özal konuşuyor; lafları gazete sayfalannda, televizyon-
da, radyoda uçuşuyor. Ortada ne Başbakan var, ne Hükümet
var, ne Meclis var. Başkan Babalığa özenen Cumhurbaşkanı,
ülke adına gerçek bir sorun oluşturuyor.
*
1990 Türkiyesi'nde en çok üretilen şey 'laf'tır; laf, laf, laf, laf,
laf...
İçi boş laf!..
İçi boş laflara bır köşeyazarı yanıt vermeye kalkıştı mı laf üre-;
timıne katılır. Ne yazık ki arada sırada bunu yapmak zorunda-
yız ve bugünkü gibi yazık olur köşemize...
HASANTURKMEN
Senin uyurken dudağında
gülumseyen bordo gül
benim kalbimi harmanlayan isyan olsun
başını omuzuma yasla
göğsümde taşıyayım seni
gövdera gövdene can olsun
FİKRET DtNÇKURT,
AYFER GtRGİN
25.11.1949-3.7.1990
Sevgili
Dr. MEHMET ÇELEN,
HASA> YENİGÜN ve
DENİZ YENİGÜlV'tt
ırafık kazasnda yıtirdik.
Insanhk bOyük kayba uğradı.
TÜM TANIDIKLAR, SEVENLER,
DOSTLAR. YOLDAŞLAR BAŞIMIZ
SAĞ OLSUN.
KARABÜKLL DOSTLARI
ADCNA
HAYRİ SEVİMLtOCLl
KÖY ENSTtTÜLÜ,
TÖS, TÖB-DER, EĞİT-DER
Örgütlu öğretmen hareketımn öncusu
İnsan haklarının yılmaz savunucusu
IHD kurucusu, onurlu insan
YAHYA GÜNDÜZ'ü
kaybetmenın acısını yaşıyoruz. Onurlu
yaşamı mucadelemize ışık tutacaktır.
S\MSIN EĞİT-DER ŞirBESl,
S\MSLN.İHD YÖNETİM KURULU,
SAMSLN HALKEVİ
BAŞSAĞUĞI
Vefakâr, fedakâr ve onurlu arkadaşımız
O.ENVER
ARDAKUÇ'u
kaybettim. Ailesi ve dostlanna başsağhğı dilerim.
FETULLAH KAKİOĞLU
F A K S I MI L E
Servis Güvencemizle
Bilar Bilgi Araçları Ticaret A.Ş.
Isunbul Tel. 9 \ 1) 175 38 00 (4 Haı)
AnlUHS Tel . 9 !4 I •
7
85 60 14 Hat)
«tftbç
Derneğimiz İstanbul Şubesi eski Yönetim Kurulu
üyesi değerli arkadaşımız
MEHMET IŞILTAN'ın
bir kız çocuğu olmuştur.
IŞILTAN ailesini tebrik eder, yavruya uzun
ömerler diler, oamiamıza duyururuz.
İSTANBUL YÜKSEK TİCARET VE
MARMARA ÜNİVERŞİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER
FAKÜLTESİ MEZUNLARI DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ
EROL MÜTERCİMLER
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ
BİÜMMEYEN YÖNLERİ
Savaşa katılan komutanlann hatıra ve gemi jurnalleri,
savaş harekât merkezlerinde tutulan günlüklerin
tanıklıkları ve şehitlerimizin tam listesi ile Kıbrıs Barış
Harekâtı'nın tüm ayrıntılannı Türkiye'de ilk kez anlatan
kitap.
KİTAPÇINIZDAN ARAYMIZ ÖDEMELİ GÖNDERİU
YAPMK YAYINLARI Ankara Cad. 60/21 &
Sırkecı-IST Tel: 526 83 13
TOPRAKOĞLU Size "özgür yaşam" ve
"ucuz tatil" olanağı sunuyoruz.
Deniz otobüsûyle
Istanbul'a 2 saat.mesafede
oenosTURİSTİK TESlSLERİ
2 kişi tam pansiyon 98.000 TL
3 kişi tam pansiyon 125.000 TL
4 kişi tam pansiyon 158.000 TL
20 kişiyi geçen gruplara °A> 15
ındirim.
Cen
DÛnV* MARMARA ADASI ÇINARLI KÖYÜ
t i Rezervasyon. 5223419-5226371-5720209y
Marmara Çınarlı: (9) 1984 1425'ten 110