22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 30 EKİM 2019 ÇARŞAMBA HABER KONUK YAZAR NESRİN KAZANKAYA Bir Semtin Dokusunda Rol Almak Sizlere kurucusu ve sanat yönetmeni olduğum Tiyatro Pera’dan söz edeceğim. Tiyatromuzu kurduğumuz 2000 yılından itibaren 17 yıl Taksim/ Beyoğlu’nda bir rol üstlenmiştik. Ne zaman ki Cihat Burak’ın vaktiyle dediği gibi “Beyoğlu’nda fena kokulu bir rüzgâr esti”, vahşi kapitalizme yenilip binamızdan çıkmak zorunda kaldık. İki yıldır Şişli’de, Black Out binasında, güzel bir sahnede, bir sokak ötede Cumhuriyet gazetesiyle komşu, bu yeni semtimizde bir rol üstlenmeye çalışıyoruz. Kuruluş ilkemiz hiç değişmedi: Söyleyecek “söz”ü olan oyunları, yeni estetik arayışlarla ve tiyatronun haz duygusunu atlamadan sahnelemek. 19 yıldır hiç ara vermeden perdelerimizi açıyoruz. Shakespeare’den, Brecht’e, Çehov’a, çağdaş yazarlara uzanan ve benim yazdığım oyunlarla harmanladığımız geniş bir seçkiyle çalışan bir repertuvar tiyatrosuyuz. Bir de okulumuz var yanı başımızda, sanatçılar ve tiyatromuza oyuncular yetiştirdiğimiz yani insana yatırım yapıyoruz. Hani biz durmadan üretiyor, her sezon 56 oyunu dönerek oynuyor, konserler, etkinlikler yaparak, konuk tiyatroları ağırlayarak Şişli ve İstanbulumuz için bir kültür merkezi olmaya çalışıyoruz ya, bir an önce de semtimizin insanlarıyla daha yakın ve yoğun bir şekilde buluşmak istiyoruz doğal ki. Ülkemizde, yaşadığımız tüm olumsuzluklara rağmen, güzel şeyler de oluyor. Yeni bir aydınlanma sürecinin başında gibiyiz. Yerel seçim sonuçları bunun kanıtlarından biri. Aydınlanma hareketinin en büyük destekçisi eğitim ve sanat. O zaman yerel yönetimler kültür yaşamının canlanmasında daha da etkin olabilirler. Örneğin sanat yaşamını duyuran, dünyadaki pek çok metropolde olduğu gibi, bir sanat haritası yapılamaz mı? Şişli’deki tüm sanat etkinliklerini duyuran kalıcı bir kule yapılsa, diyelim Nişantaşı’nda yer alsa, güzel olmaz mı? İnsanların evlerinden çıkıp buluştuğu, yeni fikirlerle tanışıp, birlikte daha da yenilerini ürettiği tiyatrolar, biraz daha tanıtım desteğini hak ediyor sanırım. Şişli’nin tarihinden bugüne, aydınlık yüzüne biz de bir katkı peşindeyiz. Bu sezona, ardı ardına prömiyer yapan iki yeni oyunla başladık. Alman edebiyatının önde gelen 19. yy yazarı Georg Büchner’in “Leonce ile Lena” oyununu farklı bir konseptle, “Barakalar ve Saraylar” adıyla sahneye taşıdık. Avrupa’da mutlak monarşilerin yıkıldığı aydınlanma sürecini, absürd sınırlarda dolaşan bir komediyle aktaran oyun, günümüze keskin göndermeler yapıyor. Canlı müzik eşliğinde, izleyici de bir yol hikâyesinin yolcularından biri oluyor. Bu oyunla İKSV Tiyatro Festivali’nde yer alıyoruz ve kasım ayında tiyatromuz festival mekânlarından biri olacak. Diğer oyunumuz Pulitzer ödüllü çağdaş Amerikan yazar Lynn Nottage’ın “Ter” adlı oyunu. Vahşi kapitalizmin acımasız emek sömürüsünü ve insan ilişkilerini yozlaştırmasını, işçi sınıfı dünyasından ele alan oyun, evrensel bir sorunu sahneye getiriyor. Türkiye’de ilk kez sahneleniyor, video görselliği eşliğinde ve değişik bir sahne düzenlemesiyle izleyenleri de oyunun bir parçası yapıyor. Oyunda, bir barda ve değişik mekânlarda buluşup, hep birlikte olayları yaşıyor, dertleri paylaşıyoruz. Tiyatromuzun da bir derdi var tabii, insana dair sosyal, bireysel tüm sorunların ve keyifle izlenecek bir tiyatro sanatının peşindeyiz. Geçen sezonlardan kalan pek çok oyunumuz da devam ediyor. Örneğin C. Durang’in “Vanya, Sonya, Maşa ve Spike” komedisiyle bireysel sorunların peşine düşüyoruz. Taşra yaşamının umutsuzluğu, modern insanın yalnızlığı ve yaşanmamışlık ana tema. Zeki bir komedinin hüzünle buluştuğu bir yorum. Var olmak için sürekli üretmek gerek. Biz de bu bilinçle, kendini yenileyerek çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Şişlili ve tüm İstanbullu sanatseverleri bizimle rol paylaşmaya davet ediyoruz. KÜSKÜ KARDEŞLER 4 yıldır çalışan akademisyenler 165 noktada belgeleme yaptı Edremit Körfezi’nin ‘antik’ fotoğrafını çekiyorlar Balıkesir ve Çanakkale il sı nırları içinde, Kazdağları ile Mad ra Dağı arasında kalan Edremit Körfezi’nin antik dönemlerdeki harita sının çıkarılması amacıyla başlatılan ça lışma sürüyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniver sitesi (MSGSÜ) ve Medipol Üniversite sinden akademisyenlerin de yer aldığı ekip, temmuzda başladıkları bu yıla iliş kin çalışmalarını tamamladı. Yüzey araştırmaları ekibine başkan lık eden MSGSÜ Arkeoloji Bölümü Öğ retim Üyesi, Kuzey Ege Arkeoloji Araş tırmaları ve Uygulama Merkezi Müdürü Dr. Öğretim Üyesi Hüseyin Murat Öz gen, AA muhabirine yaptığı açıklama da, körfezin kültür envanterini çıkar mak için 4 yıldır çalıştıklarını söyledi. Balıkesir’in Burhaniye ve Gömeç il çelerinde öncelik verdikleri alanları ta rayıp güney sahada Ayvalık özelinde 165 noktada belgeleme yaptıklarını be lirten Özgen, şöyle devam etti: “Edremit Körfezi’nin güneydoğu kıyı sı ve Madra Dağı arasında kalan alüvyal düzlük, Ayvalık sahasına kadar iniyor. Bütün bu sahada prehistorik yerleşim lerin olduğu tespitlerimiz var. Kuzey den güneye doğru göz atarsak, Mad ra Tepe zaten daha önceki tespitler de belgelenmiş bir Tunç Çağı höyüğü durumunda bulunuyor. Yine Hüyücek, Burhaniye sınırları içinde bir Tunç yer leşimiyken, kazılar vasıtasıyla 2012’de saptadığımız Ören’in kuzeye uzanan bir burnu niteliğindeki Bergaztepe’de kültür katları kalkolitik döneme kadar iniyor. Denizle ilişkili bu durum bölge için oldukça önemli.” Özgen, Kızçiftliği yakınında konumlanan Kistene ile Ayvalık’ın güney sahasında bu yıl belgeleme yaptıkları Yeldeğirmeni Tepe’de, Tunç Çağı izleri olduğunu anlattı. Körfez bölgesinde, iç kesimlerden gelen vadileri, Edremit düzlüğü ve güney sahasını kontrol eder biçimde Geç Klasik Helenistik Dönem evrelerine ait kaleler sisteminin yer aldığını dile getiren Özgen, bu kalelerin, kuzeyden güneye Kocakullutepe, Dedekaya, Tikeçtepe, Asartepe ve Asarkaya’da bulunduğunu bildirdi. Özgen, “Bunun yanı sıra kırsal Roma ve Bizans yerleşimleri ile körfezdeki ilk Türk izlerine ait tespitler, bölgenin tarihsel topoğrafyasını bütünler yeni veriler arasında. Ayvalık sahasına yaklaştığımızda, son 100 yılda büyük oranda tahrip olmuş Osmanlı dönemi Rum sivil mimari örnekleri var, kiliseler, şapeller, manastırlar, yel değirmenleri gibi. Bun lar endüstriyel mirasın da bir parçası durumunda.” ifadelerini kullandı. Medipol Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Hasan Sercan Sağlam, yüzey araştırmalarında 2016’dan itibaren Ayvalık bölgesini de ele aldıklarını söyledi. Ayvalık’ta 61’i şapel, 10’u manastır, 2’si mezar şapeli 73 yapının varlığını bildiklerini anlatan Sağlam, “Günümüzde bu yapı grubundan çok az bir kısmının yayınlarda mevcut olduğunu, çok çok daha az bir kısmının ise tescilli koruma altında olduğunu gördük. Bunun üzerine o envanteri zenginleştirmek için çalışmalarımızı sürdürdük” dedi. Sağlam, Ayvalık ve Cunda Adası’nda sayısının 40’ı bulduğu belirtilen yel değirmenlerinden 6’sının tescilli olduğunu, kayıp durumdakilerden bazılarının yerlerini tespit ederek Geç Osmanlı Dönemi’ni de kapsayacak şekilde belgelendirme yaptıklarını kaydetti. MSGSÜ Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Serap Alper, kayaların üzerinde bulunan işaretlerin Oğuzların Çep bo yuna ait tamgalar olduğuna karar verdiklerini ifade etti. MSGSÜ Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Yüksekokulu öğretim görevlisi Ertun Denktaş ise çalışmalar hakkında şu bilgileri verdi: “Yüzey araştırmaları kapsamında 2015’ten bu yana yaptığımız tespitler arasında antik dönem taşocakları yer alıyor. Bu bağlamda mimariyle ilişkisi aslında çok önemli. Adramytteion olarak tanımladığımız bu kentle taş ocaklarının ilişkisi bu taşların temini şeklinde. En yakın tespitlerimiz arasında Boşnak Tepe’nin olması, büyük kapsamlı bir ocak olarak düşünebileceğimiz bir ocak. Aynı şekilde Yılanlıtepe dediğimiz Ören Mahallesi’nde yer alan tepede bir şekilde Ören’e hizmet eden ocaklar olduğunu biliyoruz. Burhaniye sınırları dışında da güneye indiğimizde muhtemelen antik dönemde çok daha geniş bir coğrafyaya hizmet etmiş olduğunu düşündüğümüz yeni tespitlerimiz de var. Şimdilik onları inceleme aşamasındayız.” 20 kişilik dev bir sporcu ailesi Spor bazen bir uğraş, bazen sağlıklı yaşam aracı, bazen de hayata tutunulan daldır. İşte Küskü ailesi için de tekvando, dünyaya açılan pencere; hatta bir tür umut kaynağı.. Anadolu’dan İstanbul’a göç edip, dev metropolde yaşamaya başlayan Küsküler’den Nesim’in, daha doğrusu ailesinin hayatı, gördüğü bir spor okulu broşörle değişti. O broşürde İstanbul Belediyespor Kulübü’nün tekvandocu adaylarına yaptığı çağrı yazılıydı. Nesim kapıdan girdikten sonra mücadele gücüyle de tekvandoda önemli yol kat etti. Çünkü hayatının kavgasını veriyordu minderde. Derken kardeşleri Ahmet ve Mahmut da aynı yoldan yürüdü. Ancak hayat zordu. Okul, iş, spor bir arada zor yürüyordu. Örneğin kot atölyesinde çalıştıkları için idmanları kaçırır olmuşlardı. Ancak onlardaki yeteğin ve hem iş, hem spor hem de okul durumunun arkına varan kulüp, Küskü kardeşlere kapılarını ardına kadar açtı ve şimdi Türkiye 3 şampiyon birden kazandı. Elbette bu macera 3 kişiyle sınırla kalmayacaktı. Ailede ne kadar genç, çoluk, çocuk varsa İBB Spor Kulübü’ne koştu. Şu sıralar KüsküTekvando ile uğraşan Küskü ailesinin 20 ferdi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü (İBBSK) bünyesinde olimpiyat ve şampiyonalara hazırlanıyor. Toplam 20 branşta faaliyet gösteren kulübün sporcularından Mahmut, Ahmet ve Nesim Küskü, bugüne kadar katıldıkları turnuvalarda madalyalar kazandı. Kürsü onların İBBSK çatısı altında uluslararası müsabakalara çıkan Mahmut Küskü, 2017’deki Yıldızlar Dünya Şampiyonası’nda 2’ncilik elde etti. 58 Eylül tarihleri arasında düzenlenen Ümitler Avrupa Şampiyonası’nda da Mahmut Küskü yine 2’nci ola rak gümüş madalya almaya hak kazandı. 2015 yılındaki Yıldız Erkekler Avrupa Şampiyonası’nda ise Nesim Küskü altın madalya, Ahmet Küskü de gümüş madalya aldı. Kötü yola düşmemek için Kötü yollardan uzak durmaları için babasının teşvikiyle tekvandoya başladığını söyleyen Nesim Küskü, “Babam iyi dereceler elde edeceğimizi bilmiyordu. Küskü’ler olarak aynı müsabakada birbirimize rakip olabiliyoruz. Bir sorun çıkmıyor. Arkadaşlık ayrı, kardeşlik ayrı. Çünkü müsabakada tanırsan olmaz” dedi. Aile bireylerinin hepsinin yetenekli olduğunu ifade eden İBBSK Tekvando Menajeri ve Başantrenörü Uğur Güngör ise “İki kardeş, maddi sıkıntılardan dolayı buraya dönüşümlü olarak geliyordu. Konfeksiyonda biri çalıştığında ancak diğeri antrenmana gelebiliyordu. Bu kardeşlerin yetenekli olduğunu görünce aileleri ile iletişime geçtik. Konfeksiyonda çalışmalarını bıraktırarak, sadece antrenmana yönlendirdik. Küs külerin hepsi yetenekli. Ben iyi yerlere geleceklerine inanıyorum” diye konuştu. Başantrenör Uğur Güngör, “Ben inanıyorum, kız çocuklarımız da geldiğinde bu başarı ikiye katlanacak” ifadelerini kullandı. 19 branş, 40 bin sporcu İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü, 2000 Sidney Olimpiyat Oyunları’ndan sonra, sırasıyla Atina, Pekin, Londra ve Rio’da kürsüye sporcu çıkarmış bir kulüp olarak dikkat çekiyor. 19 branşta 40 bin civarı lisanslı sporcusu olan İstanbul BBSK, 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunlarına da olimpik ve paralimpik branşlarda 8 sporcu yollama hakkını elde etti. Kulübün Cebeci’deki spor kompleksinde tekvando, judo, güreş, karate, masatenisi, yüzme, okçuluk, atletizm gibi branşlarda lisanslı ve aday sporculara eğitim veriliyor. Kulüpte spor yapma hakkını elde eden isimler, hiçbir ödemede bulunmadığı gibi, tesislerdeki 200 kişilik kamp merkezi, milli takımlardaki isimlere 7 gün 24 saat esasına göre hizmet veriyor. Çocuklar sokakta oynamıyor Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Okul Öncesi Eğitim Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Emine Ahmetoğlu, Türkiye’de çocukların sokakta oynama süresinin azaldığını belirterek “Araştırmalara göre, her 10 çocuktan 6’sı, günde bir saatten az dışarıda oynuyor” dedi. Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi ve Bilimsel Araştırmalar Proje Birimince Balkan Kongre Merkezi’nde düzenlenen “Çocuklar Hareket Ediyor” başlıklı panelde konuşan Prof. Dr. Emine Ahmetoğlu, çocukların temel hareket becerilerinin artırılması için çalışmalar yapılması gerektiğini söyledi. Türkiye’de çocukların dışarıda oynama süresinin azaldığına dikkat çeken Ahmetoğlu, “Günümüzde çocuklar sokakta daha az oyun oynuyor, daha az vakit geçiriyor ve çocuklukları boyunca belki de hiç ağaca tırmanamıyor. Araştırmalara göre, her 10 çocuktan 6’sı, günde bir saatten az dışarıda oynuyor. Ortalama her 7 çocuktan biri de bir günde dışarıda hiç oyun oynamıyor” ifadelerini kullandı. Çocukların gönüllerince koşup hareket edebileceği alanlar kısıtlıyken, okulların da sunduğu olanakların sınırlı olduğunu kaydeden Emine Ahmetoğlu, “Oyun ve hareket etme göz önünde bulundurulduğunda, çok geniş alanlara ihtiyaç duymadan, sınıf ortamında ve bahçede öğretmenler ile çocukların birlikte yalnızca 30 dakika ayırarak gerçekleştirebileceği, temel hareket becerilerini destekleyen etkinlikler yapılabilir. Oyunlar ve müziği içeren eğlenceli bir sürecin yaşandığı etkinlikler yapılabilir. Özel gereksinimli bireylerin akranlarıyla öğrenebileceği, aile katılımıyla desteklenen bütüncül programlara ihtiyaç var”diye konuştu. l İç Politika
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle