Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
W Monte Carlo yat limanındaki evler çevreci olmuş, çatı ve balkonlarda ekme çimler moda. Gotik mimarisinin en iyi biçimde sergilendiği Prag’da, Vltava Nehri’nin iki yakasını taş bir kolye gibi birbirine bağlayan Charles Köprüsü, kentin yaşam damarı gibidir. Monte Carlo’daki büyük kumarhanenin önünde yine Ferrariler Porche’ler cirit atarken, Kralın denize hâkim sarayındaki müze ile ‘parfum başkenti’ Eze görülmesi gereken yerler. Prag’ın kimi sokaklarını gezerken zaman duygunuzu yitirirsiniz... Nice, Cannes, Monte Carlo sahil şeridi, mevsim farkına meydan okuyor Siyahlar giyinmiş kent n DEMET YALÇIN Renkli bir tabloya oturtturulmuş gibi duran rengârenk binalar, göğe doğru yükselen kiliseler, tepelere kurulmuş heybetli şatolar, nehrin üzerine çökmüş gibi gözüken köprüler… Ve bu şehrin görkeminin tam tersine, ince, zarif, beyaz tenli, belli belirsiz insanlar… Burası Avrupa’nın göbeği… Burası Prag… Bir kıvılcımın ateş şölenine dönüştüğü, bir notanın sesli senfoniye vardığı büyüleyici bir kent olan Prag, dünden bugüne “Altın Şehir”, “Doksanların Sol Bankası”, “Masal Şehri”, “Şehirlerin Anası” ve “Avrupa’nın Kalbi” gibi isimlerle de anılıyor. Fransa’da kış güneşi n ARİF KIZILYALIN Baştarafı 1. sayfada güvenlik görevlileri. Sadece sabahları 12 saat dolaşabiliyorsunuz binada. Festivalden biraz söz edecek olursak, tarihçesinde Alman işgaline olan öfke var. Almanlar ve Almanya’nın İtalya’daki uzantısı Mussolini’nin film sektöründeki hegemonyasını kırmak üzere düşünülmüş 1945’te savaş nedeniyle yapılamayıp 1946’da start almış ve 1968 hariç başarılı yapıtlar, sanatçılar “Altın Palmiye” ile ödüllendirilmiş. İnsan kendini gerçekten bir anda “önemli bir aktör” sanıyor kırmızı halının önünde yürürken; eh Ferrari”yi görünce fotoğraf çektirmeden de olmaz...Cannes”daki bu kısa tur, sonrası rotamızı Nice’e çevirdik. Amacımız kenti biraz gezip akşam yemeği yemek. Çevre yolundaki trafiği “Alp” yolundan aşıp Nice’e geldiğimizde yılbaşı için süslenen cadde ve sokaklar karşılıyor bizi. Çoluk çocuk, genç yaşlı herkes Noel havasında. Alışveriş de önceki aylara göre hareketlenmiş, elbette bir “yaz” bereketi yok, ama dondurmacılar, kahve ve pasta satan dükkânlar adam almıyor... Vakit ilerleyip hava soğuduğunda ise artık Fransa’nın “Güney”indeyiz söylemleri yerine, “Burası Alpler’in eteği değil miydi” yorumlarına bırakıyor; gerçekten de akşamları pek sıcak değil şu sıralar; o yüzden kendimizi deniz ürünleri ile ünlü Boccacio diye bir restorana atıyoruz. Hafif bir salata, kırmızı ve beyaz şarapla açılışı yaparken baştan bir balık tabağı geliyor; içinde levrek, çipura ve kalamar var...Daha sonra ise tüm Fransız sahilinin olmazsa olmazı “istiridyeler” geliyor; Türk mutfak kültürüne ters biraz; pişmemiş ve limontuz eşliğinde çiğ çiğ yiyorsunuz ama keyifli. niz yiyeceğini.. Yine tamamız derken kapanış için masaya midyeler geliyor. Bildiğiniz sulu yemek kıvamında. Küçük boyuttaki midyeler kabukları ile pişirilmiş; hafif sarmısak ve maydanoz eşliğinde... Yine “tamam” derken kapanışı “Nice sürprizi” denen, dondurmalı, kremalı, krokanlı bir tatlı ile uğurlanıyorsunuz. Sanıyorum bu dev mönü adam başı 100 Avro civarında...Nice’den, otelimizin olduğu Cannes’a dönerken, akşam ne tür rüyalar göreceğimiz esprisi yapılıyor. Eczacıbaşı’nın CEO’su Erdal Karamercan’ın esprisi ise ilginç, “Eh, elbette kendinizi denizlerde ahtapotlarla savaşırken bulacaksınız...” maya başladık. İçi kadar dışı, yani bahçesi de müthişti sarayın. Bir tarafı ucsuz bucaksız Akdeniz’e bakan öte yanından lüks yatların demirlediği Monaco yat limanını gören tepelerde turlarken, sırası ile kral, prens ve prenseslerin evlerinin önünden de geçtik. Kültür ve saray turu sonrası Monaco’ya gelmişken, Cafe de Paris’te bir şeyler yemeden olmaz dedi kafiledeki arkadaşlar. Cafe de Paris, Avrupa tarihinin en eski “cafe”si. günün 20 saati açık. Özellikle ve denizkumgüneş turizmi... Monte Carlo’da mülk almak, kiralamak için bankaya 50 bin Avro yatırmak zorunda olduğunuzun dikkatini çekerken, Cannes’da böyle bir sorunluluk olmadığına dikkat çekti ve “Aralarında birçok kulüp başkanı, televizyoncu ve hatta gazetecinin olduğu” çok sayıda Türk’ün NiceCannes serisinde evinin bulunduğunu itiraf etti. öğle yemeklerindeki soğan çorbası ile dünya mutfağına adını veren Cafe de Paris’te soslu bonfile vazgeçilmezlerden. Elbette pizza, makarna ve kuşkonmazları da saymıyorum. Ama içi dondurmalı profiterolü yemeden ve sosyete ile kahvenizi içmeden asla ayrılmayın Monte Carlo’dan. Her an bir ünlü denk gelebilir; bana eski IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) Başkanı Jacques Rogge denk geldi. “Niye İstanbul’a vermediniz oyunları” dedim; gülümsedi, eşiyle Hotel de Paris’in yolunu tutarken biz de kumarhanede soluklandık. Önceki yıllarda ceketsiz almıyorlardı ama kurallar biraz gevşemiş; mali kriz başlayınca üç beş Avro’su olan bile girer hale gelmiş. Amaç kumar oynamak değil, dünyanın birçok ünlüsünün bulunduğu o binanın havasını solumak...Monte Carlo yönetiminin Noel için yaptığı temsili yılbaşı ağaçları, yapay kar ve süslemeler ise göz kamaştırıcı... Gün sonu geldiğinde artık rotamız yeniden Cannes’a çevrildi.Turist rehberi her yıl bu sahil şeridine 15 milyon turistin geldiğini söyledi. En önemli organizasyon Monaco Grand Prix’si. Hani kent içinde ara sokaklarda yapılan yarış var ya o... Yine Cannes Film Festivali Müzeler, Tarihi ve Turistik Yerler... Mozart’ın Prag’a geldiğinde kalmış olduğu yer müze haline dönüştürülmüş. Bu küçük müzede ünlü besteciye ait el yazmaları, notalar ve bazı küçük müzik enstrümanları sergileniyor. Yaz aylarında müzenin avlusunda resitaller düzenleniyor. Vaclav Meydanı’nın başında bulunan Ulusal Müze, 1890 yılında yapılmış. İncelikle işlenmiş dış cephesi ve mükemmel iç mekânıyla mutlaka görülmesi gereken müzede, pek çok sergi yer alıyor. Bohemyalıların büyük bir ustalık sergileyerek yaptıkları her türlü dekoratif sanat ürünü Dekoratif Sanatlar Müzesi’nde sergileniyor. Müze, dünyanın en geniş antika cam koleksiyonunu barındırıyor. Bu kentin sokaklarında dolaşırken pekçok sanata aynı anda tanıklık ediyorsunuz. Bir yanda gotik mimarinin ezici, ağırbaşlı duruşu, bir yanda rokokonun renkli , sevimli evleri , diğer yanda barok mi Ve ıstakozlar 632 yıllık ünlü Astronomik Saat Kulesi, turistlerin buluşma yeri olarak, yüzyıllardır sahnedeki yerini koruyor. marinin gösterişli neşesi… Hepsi yan yana… Charles Köprüsü... Şehrin görülmezse olmazlarından 14. yüzyılda yapılan Charles Köprüsü, Prag’ı çevreleyen Vltava Nehri’nin üzerinde sessiz sakin konumlanmış. Araç trafiğine kapalı olan bu köprü, sabahın erken saatlerinden, gece yarısına kadar hediyelik eşya satıcılarını, müzisyenlerı, sokak ressamlarını, büyük kalabalıkları, cambazları ve kukla oynatıcılarını ağırlıyor. Tadı harika ama ayıklama safhası tam bir eziyet. Kendisini adeta cerrah sanıyorsunuz iki parça lop et peşinde koşarken... Artık doygunluk safhası, çünkü İspanyol “Jamon”lar da ara ara masaya renk katmış durumda. “tamam” derken birden dev kazanlarda paellalar geliyor; paella deniz ürünlü pilav. İçinde safran da var sarı rengi versin diye, ama şunu söyleyebilirim ki Fransızlar da İspanyollar kadar güzel yapıyorlar bu Akde ‘ Koku değil, tarih satın alıyorsunuz’ Rokokonun renkli , sevimli evleri Ünlü yazar Franz Kafka’nın fotoğrafları ve kişisel eşyalarının sergilendiği Kafka’nın Evi’nde, aynı zamanda Kafka ile ilgili hediyelik eşyalar, posterler, kitaplar da satın alabilirsiniz. 9. yüzyılda Bohemya krallarının kurdukları Prag’ı gezdikçe zaman duruyor sanki… Bir kentin tarihinin bu denli büyüleyici biçimde korunduğuna şaşırıyorsunuz. Avrupa’nın en eski üniversitesinin bulunduğu Prag’ı yükseklerden görmek için Hradcany tepesindeki Kale’ye çıkmalısınız. Prag’ın kalbinin attığı kent meydanı, GolzKinsky Sarayı, St.Nicholas Kilisesi ve birçok gotik yapıyla çevrili bir açık hava müzesi gibi duruyor karşımızda… Meydanda, döneminin aydınlanma simgesi olan astronom Tyco Brahe’nin mezarını da barındıran Tyn kilisesi de vardır; her saat başı çalarken içinden çıkan havari heykelcikleri nedeniyle yüzlerce turisti altında toplayan 632 yaşındaki ünlü Astronomik Saat Kulesi de.... Sanatın ve tarihin adeta uyumlu biçimde yüzyıllardır dans ettiği bu kentte görülmeden olmazları sıralıyalım: Sternberg Sarayı, Loretoi, Maisel Sinagogu, , EskiYeni Sinagog, St.Nikolas Kilisesi, Kampa Adası, Wallenstein Bahçesi, Belvedere ve Royal Bahçeleri ve Mucha Müzesi. Birden çok zamana aynı anda tanıklık etmek isteyenlerin, Kafka’nın hem masalımsı düşlerinin ve hem de kâbuslarının değişmez dekoru olan Prag’a yollarının düşmesi dileğiyle… 632 yaşındaki ünlü Astronomik Saat Kulesi Ve Fransa’daki 2. günümüzde bu kez Monte Carlo için kontak çevriliyor. Yine üst yoldan gidiyoruz. Nice’in yeni stadı “Alliance Rivirea” harika gözüküyor ama her yeni stat gibi kent dışında. Dağlar, tepeler ve “Pasaportlarınızı hazırlayın Monaco Krallığı’na Hoş Geldiniz” tabelası. Monaco Fransa ile İtalya arasında bir yerleşim merkezi. Fransa topraklarında gibi gözükse de “özerk” bir prenslik. Kendi polisleri, yönetimleri var. Başında da Rainer ailesinin bireyleri. Ancak, Monte Carlo’ya inerken şoförümüz Dominic, “Sizi ilginç bir yere götüreceğim” demez mi? Acaba neresi derken Monte Carlo’nun virajlı yolları ufacık bir yer kasabaya ulaştırdı bizi. Manzarası harika. Akdeniz ayağınızın altında; zeytin ağaçları içinde tabelasında “Eze” yazıyordu. “Burasının özelliği ne?” derken, araba orta karar bir atölyenin önünde durdu. Fragonard yazısını görünce Avrupa’nın en eski parfüm fabrikasına geldiğimizi anladık. Gerçekten de mis gibi kokan bir yerdi. Her çeşit koku mevcut. Elbet fiyatları biraz tuzlu ama satış görevlisi kadın, yarı İtalyan yarı Fransız aksanı ile “Koku değil, tarih satın alıyorsunuz” demez mi! Yaklaşık 1 saatlik alışveriş turunun sonunda artık Monte Carlo’ya inmeye başladık virajlı yollardan. En keskinini dönmüştük ki, şoför Dominik, “Burası Prenses Grece Kelley’nin aracı ile kaza yaptığı yer” dedi. Ama biliyorduk ki o kazayı ehliyeti olmayan şimdiki Prenses Stephanie yapmış, annesinin ölümüne neden olmuştu; hepimizin içi burkuldu Monaco Sarayı’nın otoparkına girerken.Asansörle yukarı tırmanıp dünyanın en büyük deniz müzelerinden birini dolaş