25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kazimierz Dolny resim galerisi. Polonya’da sıra dışı iki kent: Kazimierz Dolny ve Lublin n Dr. AKIN YÜCEL Uluslararası Estetik Plastik Cerrahi Derneği’nin (ISAPS) düzenlediği bir toplantıda konuşmacı olarak Polonya’ya davet edildim. Toplantının yapıldığı Kazimierz Dolny pek çok rehber sitede Avrupa’nın en güzel köyleri arasında gösterilmekte. Kente yaklaşırken hissettiğimiz tanıdıklık duygusunun sebebi bize Polonezköy’ü hatırlatması. Ancak burası iyi korunmuş mimarisi ile tam bir Rönesans kenti. Meydanındaki kafeleri, lokantaları ve ara sokakları dolduran sanat galerileri ile ziyaret edilmeye değer bir yer. Polonya’da geçirdiğimiz 3 gün boyunca Kazimierz ve Lublin’i görme fırsatımız oldu. Bunun yanı sıra Polonyalı dostlar edindik, Polonya’nın güçlü kadınlarına hayran kaldık ve Polonya melankolisini içimizde hissettik. İstanbul’dan 18 Eylül’de Varşova’ya uçtuk. Kazimierz Dolny’e ulaşmak için yaklaşık 2 saatlik bir araba yolculuğu yapıyoruz. Yol boyunca yeşilin yoğunluğu, köylerin güzelliği, evlere ve bahçelerine gösterilmiş olan özen ve ekili alanların büyüklüğü, düzeni bizi etkiliyor. Kazimierz Dolny, yani Aşağı Kazimierz kenti ismini 12. yüzyılda kentin kurucusu olan Prens II. Casimir’den almış. Vistula nehrinin kenarına kurulan bu kent tahıl ticareti sayesinde zenginleşmiş ve 16. ve 17. yüzyıllarda önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş. Ancak Avrupa’nın Polonya tahılına olan talebinin azalması ile ticari önemini kaybeden kentte ekonomi durmuş. Bu nedenle büyüyemeyen kent Rönesans şehir yapısını günümüze kadar korumuş. Bu özgün yapısı sayesinde Kazimierz Dolny 19. yüzyıldan sonra önemli bir tatil beldesi ve sanat merkezi haline gelmiş. Varşova ve Lublinli zenginler yeni villalar yaptırmışlar, spa merkezleri açılmış. Yahudi nüfusunun tamamının yok edildiği İkinci Dünya Savaşı sonrasında kent tekrar onarılmış ve anıt şehir olarak resmen koruma altına alınmış. Kazimierz Dolny pazaryeri. Tipik bir Rönesans kenti Otele vardığımızda bizi düzenleme komitesinin başkanı güler yüzlü Dr. Maciej karşılıyor. Otelimize yerleştikten sonra küçük kente kadar yürüyoruz. Nehire paralel seyreden yol boyunca restore edilmiş tahıl ambarları, kiliseler ve evler görüyoruz. Bunların birçoğu otel ve restoranlara dönüştürülmüş. Kentin merkezi tipik bir Rönesans kenti görünümünde. Tam ortasında faal bir kuyusu olan geniş bir pazaryeri ve bu meydana bakan çok sayıda bina ve kilise mevcut. Yerler eski parke taşları ile döşeli. Binaların altlarında meydana yayılmış masaları ile kafeler ve lokantalar var. Ara sokaklar ise ressam atölyeleri, küçük galeriler, hediyelik eşya satan dükkânlar ile dolu. Marek Andala isimli bir ressamın atölyesini keşfediyoruz. Marek’in pastel boya tablolarında kentin taş duvarları, kemerli sokakları, kaldırımları, kapı eşikleri resmedilmiş. Marek Andala, Krakow müzesinde de resimleri sergilenen önemli bir ressam, aynı zaman da da çok sevimli bir insan. Resimlerinden çok etkileniyor ve “Facade” isimli tablosunu satın alıyoruz. Ertesi sabah şoförümüz Beata bizi otelden alıyor ve 50 km doğudaki Lublin’e götürüyor. Beata felsefe öğrencisi genç bir kız. Polonya’da erkek işi olarak düşündüğümüz birçok işi kadınlar yapmakta. Plastik cerrah kadınların sayısı da oldukça fazla. Lubin’de Johanna isimli sanat tarihçisi genç bir hanım bize rehberlik ediyor. Lublin Ukrayna ve Belarus sınırına yakın. Bu nedenle hem 1795’teki paylaşım sırasında, hem de 2. Dünya Savaşı sonrasında Rus işgalinde kalmış. Doğu ile Batı’nın kesişme noktasında yer alıyor. Kentin yeni kesimlerinde tipik Sovyet binaları ve heykelleri yer alıyor. Sur içerisinde kalan eski şehir ise Prag’ı andırıyor. dası var. Eski şehirde çok sayıda sanat galerisi mevcut. Burada çok güzel resimleri oldukça ucuz fiyatlara almak mümkün. Biz de Tomek’in ahşap üzerine güzel bir horoz tablosunu alarak kentin sanat yaşamına katkıda bulunuyoruz. İşgalde yaşadıkları mahalle yok edilmiş Lublin bir üniversite kenti Özellikle eski kentte evlerin tümü yenilenmiş ve çok güzel görünüyorlar. Burası küçük Krakow olarak da adlandırılıyor. Yine kafeler, restoranlar ve sanat galerileri ile dolu bir kent meydanı var. Ortasında belediye binası yer almakta. Önemli yapıları ve kiliseleri geziyoruz. Polonya’da iki ulusal kahraman var: Papa II. Jean Paul ve Lech Walesa. Eski papanın her yerde heykelleri var. Heykellerin bazılarında oldukça atletik görünmekte. Rehberimiz bize Andrzej Wajda’nın Lech Walesa ile ilgili bir filmi yeni tamamladığını söyledi. Lublin Polonya’nın en önemli üniversite kenti. 350 bin kişilik nüfusun yüzde 35’i öğrencilerden oluşmakta. Bu nedenle enerjisi yüksek bir kent. İkinci dikkat çekici şey ise sanat ve kültür. Şehrin kültür ve eğlence hayatı çok zengin. Lublin 2016’da Avrupa Kültür Başkenti olmak için aday gösterilmiş, ancak kaybetmiş. Gençlerin çokluğu nedeni ile çok sayıda müzik yapan barlar ve gece kulüpleri açılmış. Ayrıca kentin yoğun bir festival ajan Johanna bizi yeniden canlandırıp bir tür müzeatölyeye dönüştürdükleri eski bir matbaaya götürüyor. Burasını enkaz bir haldeyken alıp matbaayı tekrar çalışır hale getirmişler. Matbaanın yönetici olan tahmin edebileceğiniz gibi, yine güzel ve entelektüel bir hanım, bize kurşun harf kalıplarını ve tipografi makinelerini gösteriyor. Dayanışmanın ilk kıvılcımları Lublin’de atılmış. Gizlice dağıtılan ilk bildirilerin basıldığı teksir makinesini de görüyoruz. Kahvelerimizi içip bu müzematbaadan tekrar soğuk havaya çıkıyoruz. Sovyetler döneminde yıkılan eski kilisenin temellerini görüyoruz. 1900’lerin başında gözünden kanlı gözyaşları akan Meryem heykelinin bulunduğu Dominiken kilisesini ziyaret ediyoruz. Buradaki bir Meryem ikonasının göz kenarlarındaki üç derin çizginin ne olduğunu merak ediyoruz. Johanna bize, Türkler Lehistan’ı ele geçirdiklerinde bir yeniçerinin kılıcı ile Meryem ikonasının yüzüne 3 derin kesik attığını anlatıyor. Daha sonra yapılan bu temadaki tüm ikonalarda Meryem’in yüzünde bu 3 kesik resmedilmiş. Mehmet Ali Ağca’nın Papa suikastını da anımsayınca dikkat çekmeden kiliseyi terk ediyoruz. Polonya’da din çok önemli. Nüfusun yüzde 65’i Katolik, geri kalanları da Ortodoks ve Protestan mezheplerinden. Bunların da önemli bir bölümü inançlı Hıristiyanlar. Sovyet rejiminin yıkılmasında kilise önemli bir rol oynadığından toplumdaki prestiji de oldukça yüksek. Dikkat çekmeden kiliseyi terk ediyoruz Lublin’de Alman işgali sırasında 350 bin Yahudi öldürülmüş. Yaşadıkları mahalle tamamen yok edilmiş ve bir parka dönüştürülmüş. Müzede yok olan her evin ve her kişinin bir envanteri çıkarılmaya çalışılıyor. Bu evlerin fotoğrafları birleştirilerek mahallenin eski hali gösterilmeye çalışılıyor. Artık yaşamayan kişilerin fotoğrafları, bazıları insan boyunda basılmış şekilde sergileniyor. Kimilerinin yanında öyküleri yazıyor. Soykırımı unutturmamak adına sergilenen toplama kampları ve soğuk anıtların hem nefreti pekiştirdiğini, hem de yaşanan trajediyi soyutlaştırarak gerçekdışı hale getirdiğini düşünmüşümdür. Bu müzede ise yok edilen insanlar ve yaşantılar somut ve gerçek bireyler ve olaylar olarak zihnimizde canlanıyor. Bu da insana nefretten çok derin bir üzüntü veriyor. Son olarak kaleyi ziyaret ediyoruz. Başlangıçta bir kuleden oluşan yapıya Ruslar kale duvarları eklemişler. Burası Rus, Alman ve Sovyet işgalleri sırasında hapishane görevi gördüğünden pek sevilen bir yapı değil. Şimdi içerisinde küçük bir kent müzesi mevcut. Müzede farklı dönemlerde yapılmış çok sayıda özel bir İsa heykeli dikkatimizi çekiyor. İsa oturur vaziyette başını ellerinin arasına almış olarak gösterilmiş. “Ne olacak bu Polonya’nın hali?” der gibi görünen depresif İsa heykellerinin Polonya melankolisine çok uygun olduğunu düşünüyoruz. Kalede kralın ibadet ettiği küçük bir şa pel de var. Katolik kilisesi olmasına rağmen duvarlarındaki rengârenk fresklerindeki tasvirler doğu kilisesine daha yakın. Gezme işi bittikten sonra eski şehirde yine çok eski bir lokantaya gidiyoruz. Polonya mutfağı ağırlıklı olarak et ve özellikle domuz eti, pancar ve lahanadan oluşuyor. Bir de pierogi denilen bir tür mantıları var. Birçok çorbanın ve sulu yemeğin içerisine bu mantıdan ekliyorlar. Kapusniak, bizdeki adıyla kapuska da burada çok tüketilen yemeklerden. Ülkenin üzerine hüzün çökmüş Ertesi gün konuşmamın sonunda Polonezköy’den ve Türkiye’deki Polonya kökenlilerden bahsediyorum. Polonya 1795 yılında Almanya, Avusturya ve Rusya arasında paylaşılıyor. Bu paylaşıma Osmanlılar şiddetle karşı çıkıyor. İşgale karşı direnen Macar ve Polonyalı aydınları destekliyorlar, ülkeden kaçmak zorunda kalanlara sığınma hakkı veriyorlar. Polonya’nın ulusal kahramanı, şair Adam Mickiewitz ve Nâzım Hikmet’in dedesi Konstantin Borzecki, diğer adıyla Mustafa Celaleddin Paşa da bilinen göçmenlerden. Polonezköy ya da Adampol bu dönemde gelen mülteciler tarafından kuruluyor. Polonyalı ve Macar aydınların Osmanlı’nın modernleşmesi üzerine de önemli etkileri oluyor. Konstantin Borzecki ilk Türkoloji kitabını yazıyor. 1. Dünya Savaşı’nın sonunda Polonya Cumhuriyeti tekrar kuruluyor, ancak bu da kısa ömürlü oluyor ve 1939’da Almanlar ve Sovyetler MolotovRibbentrop paktını imzalayıp ülkeyi bir kere daha paylaşıyorlar. Ülke savaşta baştan aşağıya yıkılıyor. 6 milyon sivil öldürülüyor. Yahudi soykırımı en şiddetli Polonya’da yaşanıyor. Savaş bitiminde ise Sovyet uydusu bir devlet haline dönüşüyor. Lech Walesa önderliğindeki Dayanışma Hareketi’nin sonunda devrim oluyor ve 3. Polonya Cumhuriyeti kuruluyor. Doğu ile Batı’nın geçiş noktasında bulunması ve verimli ovaları nedeni ile sürekli işgale uğrayan ülkenin üzerine genel bir hüzün çökmüş durumda. Bu hüznü Polonya sinemasında ve Chopin’in ezgilerinde hissetmek mümkün. Polonyalılar yüzyıllar boyunca özgürlük mücadelesi vermiş gururlu bir millet. Aynı zamanda alçakgönüllü ve içten insanlar. Kendi adıma, Türklerle Polonyalıların kimyasının iyi uyduğunu söyleyebilirim. Farklı ülkelerdeki toplantılardan hep güzel anılarla ayrıldım. Ancak Polonya’nın hatırası uzun süre sıcaklığını koruyacak gibi geliyor. akinyucel@hotmail.com Polonya 1795 yılında Almanya, Avusturya ve Rusya arasında paylaşılıyor. Bu paylaşıma Osmanlılar şiddetle karşı çıkıyor. 1. Dünya Savaşı’nın sonunda Polonya Cumhuriyeti tekrar kuruluyor, ancak bu da kısa ömürlü oluyor ve 1939’da Almanlar ve Sovyetler MolotovEski pazar Ribbentrop paktını imzalayıp ülkeyi bir kere daha paylaşıyorlar. Ülke savaşta baştan aşağıya yıkılıyor. D ce r. Yü l Ressam Andala Lub li ki n es paz ar C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle