Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Vahhabilerin oyununa alet olmak... ÇETİN YİĞENOĞLU Yaşı 40’ın üzerinde olanlar kesinlikle anımsar... Kentleşmenin görece gelişmediği yıllarda, özellikle Güney ve Güneydoğu Anadolu‘da birkaç ailenin birlikte yaşadığı küçük toprak damlı, toprak (kerpiç) duvarlı, toprak avlulu evlerde kurban kesimi sırasında temizliğe nasıl bir özen gösterildiği unutulur türden değil... Kırsal alanlardaki yerleşim birimlerinde (yaylada, köyde) de benzer bir özenin önceliğini burada hemen belirtmekte yarar var. Yaylada, köyde ya da kentte çoğunlukla birkaç ailenin oturduğu toprak avluda belki sadece bir aile kurban kesebilirdi... Halk, kuşkusuz günümüzle kıyaslanmayacak ölçüde yoksuldu... Buna karşın, birçok konuda olduğu gibi kurban kesimi konusunda da gerek inancın batıni (içrek) anlamını özümseme, gerekse başta çevrecilik olmak üzere temizlik (şimdilerde ‘hijyen’ dile dolandı) konusunda günümüz insanlarından çok bilinçliydi. Sabah, bayram namazından sonra eve gelen ailenin reisi kurbanı, daha önce avlunun bir yerinde açtığı küçük çukurun başına getirirdi. Önce duasını okur, sonra kesim ritüelinin gerekleri ni yerine getirerek boğazına keskin bir bıçakla vurulan kurbanın kanını söz konusu çukura akıtarak üzerini kapatırdı. Şimdilerde olduğu gibi sakatatlar sağa sola atılmaz, barsakları mumbar, karnı, işkembesi dolma, kellesiyle ayakları paça yapılmak üzere yıkanıp, ütülenip temizlenmek üzere ayrılırdı. Derisi genelde THK’ya verilirdi. Mehmetçik Vakfı’na, Çocuk Esirgeme Kurumu’na verenler de olurdu. Usta ellerle yapılan kesimler sonucu ne ülke kan gölüne döner, ne de ortalıkta karın, mumbar hatta ayak ve kelle gibi atıklar görülürdü. Çok çok kebap ya da paça, işkembe pişirmek için hazırlanan sakatatın, kellenin, ayakların tütsülenmesi sonucu oluşan o özgün koku ya yılırdı çevreye. Peki, ne oldu da değişti bütün bunlar, bu gelenekler unutulup yok oldu? Örneğin, iş koşullarının yarattığı ağır yaşam biçiminin getirdiği zorlukların mutfak kültürünü, yeme içme alışkanlıklarını değiştirmesi tek neden olabilir mi bunda? İngilizce “fast food” denilen ayaküstü ucuz lahmacun, tavuk dürüm gibi hazırlanması, servise sunulması kolay, aynı zamanda ucuz yiyeceklerin ortaya çıkmasının payı ne kadar acaba? Ya ortam farklılaşmasının payı? Bir iki katlı evlerden oluşan mahalle ortamından apartman kültürüne geçiş mi bütün bu gelişmelerin sorumlusu? Mutfak kültürünü asıl değiştiren nedenlerin başında ekonomik koşulların getirdiği zorunluluklar mı yatıyor yoksa? Daha önce evinin hanımı olan ka dın iş hayatına girmeye başlayınca mı ortaya çıktı mutfak kültüründeki değişim, yemeiçme alışkanlığı? Hazır çorbalar, yemekler, börekler mutfağın başköşesinde yerini alırken beslenme alışkanlığının değişime uğramasının yanı sıra kadınlar sakatat yemekleri yapmayı mı unuttu? O nedenle mi sakatat parçaları cadde ve sokaklara saçıldı? “Güney insanının vazgeçemeyeceği, şırdan, kırkkat, mumbar, kelle ve paça gibi yemekler artık kaç evde pişiriliyor?” diye sorulsa olumlu yanıt verecek kaç kadın çıkar? Evleri bir yana bırakın, sakatat yemekleri lokantalarda bile artık zor bulunmaya başladı. Belki de bütün bu nedenlerle kurban bayramlarında yol kıyıları karın, barsak, ayak, kelle gibi sakatat atıklarından geçilmez oldu... Bu kurbanda da birçok kişi geleneğe aldırmadı. Yasak olmasına karşın, kaldırımları, yol üstlerini kana, pisliğe bulayarak kesti kurbanını. Bölgemizde, ülkenin her yeri, hemen her semti, sokağı kan ve pislikten geçilmez hale geldi. Bu, yaşanılan korkunç gerçekliğin kanlı ve kirli yönüydü... Ya sosyal, inançsal yönü? Çocukları korkutan psikolojik boyutu? “İsraf Haram”, ama... Kurban konusunda kafalar ne denli karışıksa Kur’an’da “israf”ın haram olduğu açık ve net yazılmış... Buna uygun çok güzel ayetler ve hadisler var... Kurban konusuna karşın, “israf” konusunda tam bir görüş birliği söz konusu. Bu da kurbanın sosyal yönünü vurguluyor. Ne var ki kitleler “kurbanın ortaya çıkış amacının, yoksul olduğu için yeterince beslenemeyenlerin, açların, yoksulların et yemesini sağlamak” yaklaşımından uzaklaştırılıyor... Uygulamada böyle bir toplumsal sistem oturtulması adeta istenmiyor... Bugün 30 daireli bir apartmanda büyük çoğunluk kurban kesiyor, ama bu kez etin dağıtım sorunsalı çıkıyor ortaya... Kimi eti buzdolabının derin dondurucusuna depo ediyor, çoğu da kapıcıya gönderiyor... Düşünün bir kez, kapıcıya her daireden birer but gelse, 30 but eder, adamcağız kimbilir neyler bunca eti? Benzer durum devasa boyutlarda Hac sırasında kesilen kurbanlar konusunda da yaşanıyor... Üstelik tam 1400 yıldır... Doğrusu, insanoğlunun binlerce yıllık yaşam serüvenindeki kurban geleneği bir yana, Kâbe’de bile İslamiyet’ten birkaç bin yıl öncesinde, Hz. İbrahim’den bu yana kurban kesildiği biliniyor... Kurban etlerinin telef olmasının geçmişi tarihin derinliklerine değin uzanıyor...Bu bir yana... Anımsanacağı gibi, daha düne değin milyonlarca kurban dozerlerle toprağa gömülüyordu... Son yıllarda BM ile WHO (Dünya Sağlık Örgütü) devreye girdi de Hac’da kesilen kurbanların bir kısmı başta Afrika, 3. Dünya’nın aç halklarına gönderilmeye başlandı... Yine de hepsinin gönderilemediği biliniyor... Elde kalan etlerin hepsini saklayacak yeterli soğuk hava depoları da olmayınca, yine malum yönteme başvurularak, etleri dozerlerle çöl toprağına gömmek gerekiyor... Haydi diyelim ki, eskiden teknoloji yetersizdi... Günümüzde gerekçe hazır... Teknoloji yeterli, ancak masraflı... Ne de olsa gün pazar ekonomisinin, neoliberalizmin... Bu nedenle Vahhabi’lerin de işine gelmiyor etleri saklamak... Çünkü, Suudi ekonomik sisteminin bir parçası bu olay... Kalan etler ortadan kaldırılsın ki, Suudi egemenleri, Vahhabi tüccarları gelecek yıl da aynı senaryoyla milyar Dolarları ceplerine indirebilsin... Tanrı için kan akıtmak... Kimi İslamcıya (Müslüman’a göre değil) göre, Kurban Bayramı’nda kurban kesip kan akıtmak şart! Kurban parasını THK’na, Çocuk Esirgeme Kurumu’na, Mehmetçik Vakfı’na bağışlamak kurban kesmenin yerini tutmaz... İlle de Tanrı için kan akıtacaksın! Kurbanını ya kendin keseceksin, ya kesilirken izleyeceksin, akan kanı göreceksin! (Sürdürelim: ortalığı kan gölüne çevireceksin ki Tanrı görsün seni...çünkü Tanrı kör, değil mi?) Böylece her Kurban Bayramı’nda ortalık kan deryasına dönsün, pislikten geçilmez olsun... Kan akıt, gerisi önemli değil deniliyor. Bu yorumu, Kur’an’ın batınî (içrek) anlamını, ruhunu, felsefesini anlamamış, sadece işine gelen “lafzi”, yüzeysel, biçimsel yönünü ele alarak işine geldiği gibi kullanan kimi İslamcılar, İslamı kişisel çıkarlarına alet etmeye çalışan şarlatanlar yapıyor, kuşkusuz... Gerçi, İslami akımlar arasında kurbanın “sünnet mi, vacip mi, farz mı” olduğu konusunda görüşbirliği yok... Sünnilerle Şiiler arasında köktenci bir görüş farkı var. Sünniler arasında bile ortak bir görüşten söz edilemez... Hambelilerin de, Şafilerin de görüşleri farklı. Şu anda Arabistan’da yönetimi elinde bulunduran Vahhabiler ise bunların hepsinden farklı düşünüyor... Özetle söylemek gerekirse kurbanın ne olduğu konusunda Müslümanlar ortak bir görüşe sahip değil... Kur’an’da “kurban”la ilgili ayet “Kevser” suresinde bulunuyor. “Çok hayır” anlamına gelen Kevser, Kur’an’ın en kısa suresi; üç ayetten oluşuyor. Bunlardan biri Tanrı tarafından verilen bol nimetle ilgili, öbürü Peygambere ve İslamiyete kin tutanın her türlü iyilik ve güzellikten “kesilmesi”ni (mahrum kalması) içeriyor... Kurban’dan söz eden ayet ise “Tanrı’ya içtenlikle yönelimi” vurguluyor. Yani kan akıtmaktan, mutlaka akan kanı görmekten, hayvanlara vahşet uygulamaktan, ortalığı kan gölüne döndürmekten, çevreyi kirletmekten söz etmiyor. İma yoluyla bile bu konulara değinmiyor... Yani bir yıl boyunca Tanrı’yı düşünmeden çalan, çırpan, öldüren, başkasına zarar veren birinin bayramda hayvanın kanını döke saça kestikten sonra etini derin dondurucuya doldurmasını hiç içermiyor / önermiyor... Tanrı’ya yönelimde, Peygamberine saygıda içtenliği vurguluyor... Anadolu’nun “kansız kurban” gelenekleri Kiminin boynuzlanarak, kiminin çifte yiyerek, kendi kendini yaralayarak, hayvanlara türlü işkenceler ederek geçirilen bu Kurban Bayramı’nda yaşananlara bakınca günümüzden 35 bin yıl öncesinde yaşayan insanların insanlık adına günümüzden ne denli ilerde oldukları çıkıyor ortaya... Vahşet görüntüleri üzerine tarihin “vahşet” dönemlerine daha yakın bir süreçte yaşamış Anadolu insanlarının yarattığı “kansız kurban gelenekleri”ni anımsadık ister istemez... Bunlardan en yaygını çiftsıralı, teksıralıbuğday, arpa, mercimek, bezelye, nohut, acıburçak gibi sekiz temel besin maddesiyle yapılır... Bu tahıl maddeleriyle yapılan törenler “Anadolu’nun kansız kurban töreni” geleneğinin en özgün örneğini oluşturuyor. Bazı törenlerde, ritüel gereğince bu besinlerin bir kısmı yakılarak Ana Tanrıça’ya kurban edilmiş sayılıyordu. Yakılan besin maddelerinden çıkacak duman ve kokunun Ana Tanrıça’ya ulaşacağına inanılıyordu. Bazı inançlara göre Kibele’nin kutsal kuşları olan Anka kuşlarının da bu kutsal dumanla beslendikleri varsayılıyordu. Söz konusu maddelerin yakılmayan, pişirilen kısmı ise törene katılanlar tarafından yeniliyordu. Bir başka yaygın kansız kurban yöntemi süt ve şarapla yapılıyordu... Süt ve şarap azar azar ateşe dökülerek gerçekleştiriliyordu ritüel. Ateşin üzerine dökülünce oluşan süt ve şarap buharının Ana Tanrıça’ya ulaşacağına inanılıyordu. Ateşe tuz serpme ritüeli de en önemli kansız kurban ya da saçı kurbanları arasında sayılıyordu. Ateşe serpilen tuz çıtır çıtır yanarak duman halinde göğe yükseldiğinde Kibele’yle tinsel bir bağ kurulmuş oluyordu. Bir başka kansız kurban yöntemi ise Anadolu’nun kırsal kesimlerinde hâlâ düğünlerde gerçekleştirilen bir ritüeldi... Bu kansız kurban biçimi ya da saçı kurbanı, kına gecesinde gelinin, gerdek öncesinde gelinle damadın üzerine bir tepsiyle bakliyat, kuruyemiş, şeker ve bozuk para karışımı serpilerek gerçekleştiriliyor. Böylece, yeni kurulan ailenin bolluk ve bereket içinde yaşaması için Tanrı’ya/Tanrılara yakarılmış sayılıyordu. C MY B C MY B