Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sayfa 7 Mart 2013 Perşembe a4 Yaşam Magnetler Üzerinden Boğazlar Meselesi S anıyorum ki, hemen hepimizin mutfaklarındaki buzdolaplarında az çok ya da çılgınca sayıda magnet bulunmaktadır. Epeycedir adet olmuştur mıknatıslı bu küçük objeleri biriktirmek. Genellikle turistik amaçlı seyahatlerin güzergâhlarındaki tezgâhlardan alıp biriktirmişsinizdir. Ya da seyahatten dönen bir dostunuz size uğradığında, çantasından çıkarıp, senin için diye uzatıvermiştir. Mutfağa girip de buzdolabına yöneldiğinizde onlarla yüz yüze gelirsiniz. Bir anlamda seslenerek hatıralarınızı her dem taze tutarlar. Birer fotoğraf gibidirler. Hatta telefonda epeycedir duymadığınız bir dostun sesidirler kimi zaman. Sahi, ara sıra gelip dolabın karşısına alt kapaktan rakıyı, üst kısımdan buzu alırken onlarla göz göze geldiğinizde ne hissedersiniz? Bir kese kâğıdı içerisinde bir şişe kırmızı şarap, bir baget ekmek, bir topak peynir ve birkaç elma ile günü akşama çevirdiğiniz Sorbonne Üniversitesi’nin kapı önündeki havuz kenarında yer alan banklar aklınıza gelmez mi? Ya da, Bozcaada’nın çamların dahi yönünü değiştiren, belirleyen sert rüzgârlarının yüzünüzü yaladığı yamaçlardaki asmaların hışırtısını hatırlamaz mısınız? Ya da Moskova Arbat Sokağı’ndaki az havyar, bol votkalı bir akşamı. Biriktirdi iseniz siz de bilirsiniz, kişisel tarihinizin karelerinden oluşan aile albümü gibidirler. Hani çevresi tırtıllı kesilmiş siyah beyaz fotoğrafları köşebentlere takıp, özenerek yerleştirdiğiniz; aralarında milaj kâğıdının olduğu, siyah fon kâğıtlarından oluşan, kapakları cilt bezli albümlerden bahsediyorum. Hani şu sol baştan renkli çamaşır ipeklerinden yapılmış ucu püsküllü kordonların olduğu albümlerden!.. O albümlerdeki hafif grenli kâğıtlara tab edilmiş, ruhu olan fotoğraflar. Sevdiklerinize, dostlarınıza adeta dokunurdunuz. Çin işi Yaban ellerden tedarik ettiğimiz magnetlerde genellikle zekâ, yaratıcılık, el emeği, zerafet ve kendine özgülük var. Bizde de ucuzluk adına Çin’e toplu sipariş veriliyor. Bu konuda birkaç noktaya değinmek istiyorum. Efendim, Son dönemde memleketimizin iki önemli turistik merkezi Efes ya da Bergama’ya hiç gittiniz mi? Ya da Karadeniz’in incilerinden Amasra’ya. Nerede ise her üçünde de hatıra/hediyelik eşya satan tezgâh, dükkân, reyon nereye baksanız hep ithal obje ile dolu. Ve nerede ise hepsi Çin malı. Ya da sanki safari seferinden dönüyormuşuz gibi Afrika ya da fillerin üzerinden inmişsiniz gibi Pakistan, Hindistan malı. Yani bize, bizim aklımıza, o yöreye ait bir tasarım, el emeği bir obje o kadar az ki. Üzerinde bize ait ögelerin oldukları da genellikle plastik ve Çin malı. “Boğazlar Meselesi” serdarsahinkaya35@gmail.com SERDARŞAHİNKAYA Ya şimdi? Şimdi USB bellekleri yuvasına takıp, ekranda görüyoruz. Ekran demek, mesafe demek. Albümler, elimizin, avucumuzun içindeydiler. Bu satırları okuyan gençler çoktan sıkıldılar biliyorum. Ve muhtemelen diyorlar ki; “Bizim avuç içi ekranlarımız on yüz milyon bin pikselli ve cillop gibi görüntüler”. Neyse nostalji tıraşını keselim. Halbuki... Evet, örneğin bizim İzmir’in burnunun dibinde iki yerden bahsetmek isterim yeri gelmişken. Menderes ilçesinin Görece beldesi ve Kemal Paşa ilçesinin eski adı ile Kurudere yeni adı ile Nazar Köy. Buralarda yüzyılı aşkındır, ateşle, cam parçaları ter ve göz nuru ile yoğrulup adeta dans ediyor, usta emekçilerin ellerinde hayat bulup nazar boncuklarına dönüşüyor. Ama ne yazık ki, hâlâ Çin’den plastik nazar boncukları tezgâhlarda yer bulabiliyor. Oysa nerede ise yok olmaya yüz tutmuş el sanatlarımızın mutlaka desteklenmeye, korunmaya, geliştirilmeye ihtiyacı var. Bu konuda Nazar Köy’deki gelişmelerin umut verici olduğunu not ediverelim. Ama önce bizlerin ucuzluk adına bu objeleri satın alırken çokça düşünmemiz gerektiğinin de altını çizelim. Yüzyıllardır tarihin imbiğinden süzülen bu türden emek dolu güzellikleri yaşatalım. Emek dolu derken yarının 8 Mart Dünya Kadınlar günü olduğunu unutmayalım. Ve kadınlarımıza hem gül hem de ekmek sunalım. Tüm kadınlarımızı kutluyor ve saygılarımı sunuyorum. Dün de sevgili Mustafa Balbay’ın “Yağmur’a ve Deniz’e hasret 4 yılı” geride kaldı. Balbay ve zindandaki tüm yurtsever tutuklulara bin selam. Memleketteki gidişe inat, direnmek için ağzımızın tadı bozulmasın amman ha. Sağlık ve dostlukla. C MY B