Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sayfa 9 Ocak 2013 Çarşamba a2 BAŞKA KENT YAZILARI Feridun Büyükyıldız nartan99@gmail.com Kültür Sanat Kütüphanesiz Başkent ilgi, ona gösterilen saygı gereği daima görkemli mekânlarda korunmuş ve paylaşılmıştır. Büyük şehirler daima büyük kütüphaneleri ile anılmıştır. Avrupa başkentlerine baktığımızda her biri birer sanat eseri olan görkemli kütüphane binalarına rastlamanız mümkündür. Dünyada ise kütüphane binaları mimaride ayrı bir tarz olarak gelişmektedir. Türkiye’nin başkenti Ankara’da ise görkemli ya da görkemsiz kütüphane binasına rastlamanız mümkün değildir. Ankara’da geçmişi IV. yüzyıla uzanan Vatikan Kütüphanesi gibi eski ve zengin koleksiyona sahip kütüphane bulamayabilirsiniz ancak ülkenin başkentine yakışır bir halk kütüphanesinin şimdiye kadar çoktan inşa edilmiş olması gerekmez miydi? Halk kütüphanesi olmasa da Ankara’nın en büyük kütüphanesi, serüveni Adnan Ötüken’in rafa koyduğu üç kitap ile başlayan, 1946’da kurulan Milli Kütüphane’dir. Ancak Milli Kütüphane bir şehrin değil bir ülkenin belleği niteliğindedir. Ankara’dan daha çok Türkiye’ye aittir. Derleme Yasası gereği basılan her eserin bir nüshasını arşivleyerek, üniversite öğrencileri ve araştırmacılara hizmet etmektedir. Kapısında uzun kuyruklar oluşan Milli Kütüphane’nin işlevi halk kütüphanesi görevini yerine getirmek değildir. Bu özellik halk kütüphaneleri için geçerlidir. Ankara’daki halk kütüphanelerinde durum nedir diye baktığımızda ise rakamlar çok daha ilginçleşmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Halk Kütüphaneleri Yönetmeliği”nde “Her 50 bin kişi için bir halk kütüphanesi kurulur” ibaresi yer almakta. 400 bine yaklaşan nüfusu ile Eryaman dahil olmak üzere Etimesgut ilçesi sınırları içerisinde tek bir halk kütüphanesi yoktur. 500 bine yaklaşan nüfusu ile Sincan ilçesinde ise Fatih Mahallesi’nde, küçük bir barakadan ibaret en fazla 30 kişi kapasiteli 1 adet halk kütüphanesi vardır. 5 milyona yaklaşan nüfusu ile Ankara ilinin İl Halk Kütüphanesi’nin toplam oturma kapasitesi ise sadece 160 kişidir. 161. kişi dışarıda kuyruk beklemek zorundadır. Bir okuyucu çıkarsa ancak bir diğeri girebilmektedir. Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi’ne girememiş ve çocuğunuzun elinden tutup merkeze yakın bir kütüphane bulmaya çalışırsanız, Cebeci’ye kadar gitmeniz gerekir. Gidebileceğiniz en yakın halk kütüphanesi Cebeci’de otomobil galerilerinin arasında, Eceabat Sokak’ta bulunan Cebeci Halk Kütüphanesi’dir. Ben gittim, hatta o kütüphanede kitaplarımla ilgili gözleri pırıl pırıl çocuklarla söyleşi de yaptım. Başkentin bu kütüphanelerinde başlarını kaşıyacak vakti olmayan kütüphanecilere de rastladım. Ankara’nın ne orta yerinde, ne de kenarında göz kamaştırıcı bir kütüphane yoktur. Okurlarına, içerisinde istediği yayına hemen ulaşabileceği, dışarıda kuyruk beklemeden içeri girebileceği, kendisini sanatsal bir ortamda değerli hissedeceği mekânlar sağlayabilmiş değiliz. Şehrin birkaç kütüphanesi ise öğrencilerin ders çalışmak için sığınakları haline gelmiştir. Kütüphane, sadece bir sıcak mekân ve sadece ders çalışacağı bir masadan ibaret değildir. Rafların arasında gezerken kaybolacağı, elini attığı kitabın yanındakine takılıp kalacağı, ayakta durmaktan yorulup hemen oracığa oturacağı, ışıklar kararana dek zamanın nasıl geçtiğini anlamayacağı bilginin mabetleridir. Bu şehrin kitaplarının, okurlarının, öğrencilerinin, kütüphanecilerinin kütüphanelere ihtiyacı vardır. Bu şehrin; kolay ulaşılabilir, merkezde bir yerde, başkente yakışır güzellikte, görkemli kütüphanelere ihtiyacı vardır. Bu şehrin; içinde heykellerin, değerli tabloların, rahat oturma alanlarının, yüksek raflarda cilt cilt kitapların olduğu kütüphanelere ihtiyacı vardır. Bu şehrin; kitabın kapağını kapattığında yan salondaki sergiyi gezebileceği, biraz ilerdeki salonda keman konçertosu dinleyip, kitabına geri dönebileceği kütüphanelere ihtiyacı vardır. Bu şehirde, okuyanın, araştıranın, bilgi sahibi olmak isteyenin baş tacı yapılmaya ihtiyacı vardır. 1940 Sonları 1960 Başları Ankarası (3) 94748’lerde hizmete giren 85 kişilik, yanılmıyorsam Ansaldo San Giorgio markalı, 174175176 numaralılarını çokça kullandığım, “boynuzlu” tabir edilen troleybüslerle seyahat etmediyseniz, Rüzgârlı Sokağı’nın başından sıkça aralıklarla İstanbul’a 15 TL’ye yolcu taşıyan “Gazanfer Bilge” ve “Gülhan” otobüslerine binmediyseniz, Goralı’nın sandviçlerini tatmadıysanız, Skoda dolmuşlarının ön sırasında sürücüyle kucak kucağa, orta sırasında tabureye tüneyerek ya da arka sırasında çamurluğun üstüne yarım porsiyon ilişerek, sürekli sigara içen sürücünün keyfine kalmış 45’likleri dinleyerek yolculuk yapmadıysanız, İtfaiye ya da Hergele(n) Meydanı’ndaki üslerinde, boş saatlerini voleybol oynayarak dolduran itfaiyecileri seyretmediyseniz (İzleyen yıllarda Türkiye liglerinde İtfaiye Voleybol Takımı da yerini alacaktır netekim), İş Bankası’nın o sevimli kumbarasında biriktirdiklerinizi, veznede açtırıp hesabınıza yatırmadıysanız, Sokaklarda ya da okuldaki cimnastik derslerinde “Aç Kapıyı Bezirganbaşı İstop Misket Mendilim Köşe Köşe Kuka (Dalya) Hangi Babuç (ceviz) Güzellik mi Çirkinlik mi? Birdirbir Uzun EşekKipi/No Saklambaç Topaç Gazoz (Lik) ve Sigara Kapağı Yağ Satarım…” oynamadıysanız, Teneke ile su taşıyan sakalardan su almadıysanız, saka getirdiği su miktarını tebeşiriyle kapınızın pervazına işaretlemediyse, “Yerli malı yurdun malı, her türk onu kullanmalı” düsturundan hareketle her okulda mutlaka yapılan Yerli Malı Haftası’nı kutlamadıysanız, Küçülen kurşun kaleminizin kullanım ömrünü, kamışa takarak uzatmadıysanız, Divite geçirdiğiniz çeşitli uçları “dökülmez hokka”daki mürekkebe batırarak “kareli defter”inize güzel yazılar yazmadıysanız, Annenizin ördüğü özel kılıf içinde yazı dersine götürdüğünüz “dökülmez hokka”dan üzerinize mürekkep dökmemeyi GÖRÜNÜM A. Celal B NZET acbinzet@gmail.com 1 Düş Yolcusu SAVAŞSÖNMEZ becerdiyseniz, “Gislaved” lastik ve “Üçyıldız” basket “kes”i kullanmadıysanız, Anafartalar’daki Akalın Pasta Salonu’ndan “fok dondurması” yemediyseniz, Bir ilkbahar sabahı Kavaklıdere’den aşağı doğru, elçiliklerin önündeki bol ağaçlı ve çok geniş yaya kaldırımından akasya çiçeklerini soluyarak inmediyseniz, “Ucube” Altındağ Belediye Başkanlığı binasının yerindeki o güzelim Esentepe Çay Bahçesi’nde Ankara’ya nazır bir kahve içemediyseniz, gazinosunda dönemin ünlü Türk müziği solistlerini dinleyemediyseniz, Yazları ya da beden eğitimi derslerinde giydiğiniz beyaz keten ayakkabılarınızı, “üstübeç”e batırdığınız diş fırçası ile boyamadıysanız, Gençlik İş Bankası kumbarası ve topaç. Parkı’nda kayığa binip küçük adanın küçücük köprüsünün altından geçmediyseniz, Lunapark Aile Gazinosu’na bir kez olsun gitmediyseniz, AOÇ’de ya da Çubuk Barajı’nda hiç piknik yapmadıysanız, Piknik’in “sosis tavacipssosisli ve Rus salatalı sandviçşişArjantin biraRoma dondurması” muhabbetlerinden nasiplenmediyseniz. Ankara Radyosu’nda Suat Taşer’in haftalar boyu anlattığı “Binbir Gece Masalları”nı dörtgözle bekleyip, heyecanla dinlemediyseniz, Hatıra pulu çıkarılan günlerde Filateli Servisi önünde uzun kuyruklar oluşturmadıysanız, Samanpazarı, Atpazarı, Kale,Hacıbayram, Hamamönü’nün bugünkü halleri içiniz acıtmıyorsa, Buharlı lokomotiflerin çektiği banliyö katarlarının sağladığı rahat ulaşımlarla okula ve işe vaktinde gidip gelmemişseniz, Okul önlerindeki seyyar satıcılardan aldığınız alıç, keçi boynuzu, kırık leblebi, elma şekeri, keten ve koz helvalar, macun, zungla şekeri gibi tadlar halen damağınızı gıdıklamıyorsa, “Ulus Meydanı’nda bugünkü Ulus Çarşısı’nın heykele yakın köşesindeki Maarif Vekaleti’nin (daha önce Darül Muallimin) 23.12.1947’de yanması, 195053 arasında Kore Savaşı’na gönderilen askerlerimizin banliyö tren hattı boyunca uğurlanışları, MalıköyEsenkent arasındaki büyük tren kazası, Hayati Karaşahin’in casusluk suçuyla 14.4.1955’te Samanpazarı Meydanı’nda idam edilmesi, 11.9.1957’de Ankara’yı sel sularının basması, 27.5.1960’ın ertesi günü Ankara sokaklarının coşkusu, şimdiki Atatürk Spor Salonu’nun yerinde daha önce var olan salonun boş olduğu bir gece çökmesi, 1.2.1963 günü havada çarpışan iki uçağın Hacıbayram yöresine düşüp 100’e yakın ölüme neden olması” gibi olaylar sizin için hiçbir şey ifade etmiyorsa ya da hatırlamıyorsanız, Tarihi Ankara Şehir Hipodromu’nda bir 29 Ekim Töreni ya da bir at yarışı izlemediyseniz, 29 Ekim akşamı Ankara caddelerine taşan, 2’nci Dünya Savaşı’ndan kalma GMC (halk arasında Cemse) askeri kamyonlarına bindirilmiş kıtaların gerçekleştirdiği “Fener Alayı” coşkusunu yaşamadıysanız, Ankara’yı okumuyortanımıyorsevmiyorkorumuyorgeçmişine sahip çıkamıyorsunuz demektir. Küçük bir Anadolu kasabasından önce “BAŞKENT”liğe evrilen, sonra da “bilgisizgörgüsüzeyyamcıvurdumduymazçıkarcısıradanvandal” politikacı ve yetkililerce “BAŞKÖY”lüğe çevrilen Ankaramız için, üstüne ölü toprağı serilmiş sessiz çoğunluk gibi “pısmayı” sürdürür; haksızlıkları, yanlışlıkları, keyfilikleri anında ve sonuç alana kadar izleyip protesto etmez, sokaklara çıkmaz isek, çok daha kötü günlere doğru yelken ve kanat açmış Ankaramızın, korkarım “inkıraz”ına ramak kalmıştır. ÖNEMLİ NOT : Hepimizin kendimize öz Ankara anılarımız, gözlemlerimiz, bildiklerimiz vardır. Bu yıllara ilişkin benzer ilaveleri olan ve paylaşmak isteyen “akranlarım” bana yazacak olurlarsa çok sevinirim. Kültür ve Sanat Kurultayı eni bir anlayışla hizmete giren Ankara Halk Tiyatrosu Kültür Merkezi, 56 Ocak günlerinde “Cumhuriyetin 90. Yılında Türkiye’de Kültür ve Sanat Kurultayı”nı düzenledi. Genel sanat yönetmenliğini Ercüment Çamlı’nın üstlendiği merkez iki günlük sürede tiyatro, resim, edebiyat ve müzik alanlarının sorunlarını gündeme getirdi. Bölüm konuşmacılarının kendi alanlarından seçilmiş adlardan oluştuğu bilinen bir gerçeklik. Günümüz Türkiyesi’nde sanata karşı takınılan tavır düşünüldüğünde sorunun ne denli yakıcı olduğu belli. Her kurumuna karşı bilinçli ve örgütlenmiş bir merkezden alınan buyruklarla harekete geçen görevlilerin uyguladığı baskılarla sanatın soluksuz bırakılmaya çalışıldığı bilinmez değil. Bu oldubittiye karşı kurultayda, sanatçıların içinde bulundukları durumu ve sorunlarını belirleyebilmeleri amacıyla ayrıntılı bir tartışma ortamı yaşandı. Genel anlamda sanat disiplinlerini önem bakımından birbirinden ayrı tutmak elbette olanaksızdır ancak yer sınırlaması nedeniyle burada yalnızca resim alanına değinmek zorundayım. Yöneticiliğini Süleyman Karakul’un üstlendiği resim sanatının durumu konulu bölümün konuşmacıları Prof. Dr. Zafer Gençaydın, Muharrem Pire ve A. Celal Binzet’ti. Günümüz Türkiyesi’nde sorunsuz resim sanatı, hele de sanat olur mu? Statükocu anlayışı, dogmatik dünya görüşünü kılavuz edinmiş olanlarla, sanat gibi, düşünce açılımlarının eşliğinde daha iyi bir dünya özlemini savunanların uyuşması söz konusu olabilir mi hiç? Cumhuriyetin 90 yıllık sürecinde, Batı uygarlığına yönelme hareketini başlatan Mustafa Kemal Atatürk ve öncü kadronun sanata verdiği önemle günümüzdeki sanat düşmanlığını nereden nereye geldiğimizin göstergesi olarak kabul etmeliyiz. Gerçekten de, Türk Rönesansı diye yorumlanabilecek o yıllardan sonra yeniden Ortaçağ’a dönüşün işaretleri her gün yaşayarak görülüyor. Yalnızca son teknolojik ürünleri kullanmanın çağdaşlaşma sayıldığı bu anlayıştaki insanların yönettiği ülkede düşüncenin önüne konulan yasaklarla bir yere varılamayacağı açıktır. Bugün toplumca içine çekildiğimiz durumun açıklaması bundan başkası değil kanımca. Halbuki, topluma sanat penceresinden bakma yetisinin kazandırılmasıdır asıl önemli olan. Yaşamın canlılığını dondurmak ve her gün daha ileriye doğru gidişinin ayrımına varılmasını engellemek için yapılıyor her şey. Bilinmesi gereken, binlerce yıl öncesinin donmuş kalıpları üzerine çağdaş bir ülke kurulamayacağıdır. Öteki sanat alanlarına katılan konuşmacıların da benzer kaygıları dile getirmesiyle ortaya çıkan görünüm, ortak kaygılar paydasında yaşanan bir gerçekliğin resmini çizdi. Her yönden sanata karşı başlatılan saldırılar, gelişmiş toplumların geçmiş dönemlerinde olanlarla büyük benzerlikler taşıyor. Benzer söylemler, aynı gerekçeler, sanat düşmanlarının tek silahı olmaya devam etmede. Bugünkü karamsar görünüşün, sanatın öncülüğüyle aydınlatılması güç ama olanaksız değil. savassonmez@yahoo.com 29 Ekim 1958 günlü Cumhuriyet Bayramı töreni davetiyesinin ön ve arka yüzleri. “MENDERES DE MÜLKİYE'YE TAKMIŞTI” GÖRSEL SUNUM DERS VERENLER FRANSIZCAYI konuşturuyorum ve mesleki hukuksal çeviri. 0506 300 30 75 SERDAR ŞAHİNKAYA 9 OCAK 2013 ÇARŞAMBA SAAT 18.30 AHMET RASİM SK. NO:14 ÇANKAYA T: 442 30 50 : Cumhuriyet Vakfı adına Orhan ERİNÇ Genel Yayın Yönetmeni : İbrahim YILDIZ Ankara Temsilcisi : Utku ÇAKIRÖZER Sorumlu Müdür : Miyase İLKNUR 9 Ocak 2013 Çarşamba Sahibi Editör Sayfa Editörü Reklam Müdürü Satış Koordinasyon : Barkın ŞIK : Okan AKYÜREK : Kerim TAŞKAN : Osman ÖZER Yazışma Adresi : Cumhuriyet Gazetesi Ankara Yayımlayan : Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Bürosu, Ahmet Rasim Sok. No:14 Basıldığı Yer : DPC Doğan Medya Tesisleri 06550 Çankaya Dağıtım : YAYSAT Telefon : 0312 442 30 50 Yerel ve süreli yayın Eposta : ankcum@cumhuriyet.com.tr C MY B