Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 10 AĞUSTOS 2012 CUMA A2 ANKARA Kültür Sanat Ve Perde... Eren AYSAN aysaneren@hotmail.com Metin Erksan... Herkes bir şey söylüyor / kimi aşk diyor, kimi ilkyaz.” Şairin dizelerinden uzakta değiliz, belki de... Kim bilir, hâlâ İstanbul’da eski sahaf duruyordur. Orada Metin Erksan, Sezer Tansuğ ve Hilmi Yavuz çay içimi buluşmalarını sürdürüyordur. Galata Kulesi akşamın kızıllığına yalnızlığını armağan ediyordur. Sohbet belki de, “Susuz Yaz” filminin yurtdışına, bir araba bagajında nasıl olup da kaçırıldığına uzanıyordur. Öyle ya, Necati Cumalı’nın aynı adlı eserinden uyarlanan ve çekimi dokuz ayda tamamlanan “Susuz Yaz”ın, sansür kurulu tarafından gösterimine izin verilmemiş, film de seyircisinden mahrum kalmıştı. Yapımcı Ulvi Doğan filmi yurtdışına kaçırmış, ama hiçbir yönetmene yapılmayacak bir haksızlığa da imza atmıştı! Afişteki Metin Erksan adını uyduruk bir isimle, İsmail Metin’le değiştirmişti. Filmi, bu şekilde Berlin Film Festivali’nde yarışmaya sokmuştu. “Susuz Yaz”, festivalin büyük ödülü Altın Ayı’yı kazanıp büyük sükse yapınca, devlet mecburen Erksan’a hak ettiği itibarı sözde vermiş, ama film memlekete bir türlü gelememişti! Dahası da var... Filmin yapımcısı Ulvi Doğan daha fazla para kazanabilmek için, Avrupa’da Koçyiğit’e benzeyen bir figüranla filme birkaç pornografik sahne ekletmiş, böylece bizim medarı iftiharımız “Susuz Yaz”, ancak ucuz salonlarda “I had my brother’s wife” (Kardeşimin Karısına Nasıl Sahip Oldum?) adıyla gösterime girebilmişti. Filmin düzenlenmiş versiyonu, Fatih Akın’ın çabalarıyla 2008 yılında Cannes Film Festivali’nde “klasik film”ler bölümünde gösterilebildi. Ya da sohbet, “Sevmek Zamanı”nda herkesin zihnine çakılı olan, daha filmin başında genç kızın (Sema Özcan) elinde tuttuğu kitaba, Ovidius’un Sevişme Yolu’na uzanıyordur. Şimdi uzun uzadıya, aşka dair klişeleri tartımlamaya çalışan bir genç kızın cinsel açlığını anlatmaya ne lüzum var? Erksan’ın da derdi zaten, sürekli Bach dinleyen bir genç kızla bir boyacıyı (Müşfik Kenter) yan yana getirerek, basit melodramların dışında adam akıllı bir sınıf çatışmasını sergilemek değil mi? Ya da bu kadar ağır metaforu yan yana kullanan bir yönetmeni o dönemde kavramak mümkün mü? Hani, o cesur kayık sahnesini? Müşfik Kenter resmine aşık olduğu kızla, resmini bir kayıkta taşımaktadır. “Sevmek Zamanı” Altın Portakal Film Festivali’ne katıldığı zaman, Erksan’ın, “Yarışmanın jürisinde filmi değerlendirebilecek kimse yok” deyişi şekilsiz bir huysuzluk da değildir! Belki de konuşmalar erkenden kaybedilen bir yıldız adayında düğümleniyordur. Hani “Kuyu” filmindeki güzeller güzeli Nil Göncü’de... Genç yaşta tiyatro eğitimi alan, yirmi dört yaşında bağırsak düğümlenmesi yüzünden hayata veda eden Türk sinemasının talihsiz yüzüne... Söz, Erksan’ın 1982’den sonra film yapmamaya iten güce gelince kalpler de, yüzler de buruluyordur. Aslında şöyle söylenebilir. Hayata veda ettiğinde seksen üç yaşındaydı Erksan... Film yapmayı bıraktığında ise elli üç... Bir yönetmenin olgunluk dönemi olması gereken son otuz yıl ondan bir film olsun izleyemedik. Bunun nedenlerini, Yeşilçam’ın geldiği noktayı, herkesin “alan memnun satan memnun” halini, buna karşılık onun delilik ile dahilik arasındaki ince sınırda bulunduğu için, yaratıcılığının bir patlama gibi ortaya çıkan halinin piyasa ile uyuşmamasını, her filminin sonunda sansürle karşılaşmasını ve sansürden dolayı yorgunluğunu birkaç cümleye sığdırmak zor. Orhan Koçak Vüs’at O. Bener için, yazmadığı yılları onun bir eseri olarak görebileceğimizi söylemişti bir panelde... Hazin de olsa, Erksan’ın film yapmadığı otuz yılı Türk sinemasında bir eser olarak nitelendirebiliriz. İçinde herkesin bulunduğu, derin piyasallaşma koşullarının, siyasal mekanizmanın, yorgunluk, hırs ve acıların olduğu bir yapıt... ‘Ortam bizi bir yere itmeye başladığı zaman direnç gösteriyoruz’ Birkaç ay önce çıkardıkları yeni albümleri Hayat Kaçık Bir Uykudur ile müzikleri kadar cesur söylemleriyle de gündem yaratan Redd, Çankaya Kent Konseyi Gençlik Meclisi tarafından düzenlenen “Sokaklar Gençlerindir” etkinlikleri kapsamında Ankara’da konser verdi. Grup üyeleriyle müzik ve politika ilişkisi ve günümüz Türkiyesi’nde sanatçının sorumluluğu üzerine söyleştik. ¦ Ankara’da çok seviliyorsunuz. Nasıl “ buldunuz Ankara’yı? Doğan Duru: Ankara dinleyicisini seviyoruz. Ankara çalmaktan keyif aldığımız yerlerden biri. Açık havada böyle bir konser vermek güzel oldu. Bizi tanıyan, tanımayan, tesadüfen yoldan geçerken arkadaşının çekiştirdiği insanlar bizi dinlemiş oldular. Biz de elimizden geldiğince düzgün çalmaya çalıştık. ¦ Grup müziği kadar toplumsal duyarlığıyla da öne çıkıyor. Bu misyon nasıl oluştu? Doğan Duru: Aslında bir misyon fikriyle yola çıkmadık. Daha tepkisiz insanlar olabilirdik ama Türkiye o koşullara sahip değil. Sanatla uğraşan insanların biraz da duyarlılığı varsa tepki göstermeleri gerekli. Sanatta özgürlük, sanatçı için özgürlük çok önemli bir şey ve o zayıfladıkça biz de tepki gösteriyoruz. Grup ilk kurulduğunda oturup gündemi konuşmazdık ama Güneş Duru: Kırılma şimdi gündem o kadar diyemeyiz buna, bir süreç çetrefilli bir şekilde daha çok. İlk albümü özgürlüğü kıskaca almış yaptığımızda 2005 yılıydı, durumda ki, sadece müzik AKP’nin 1. dönemiydi, Sevgican yaparken değil, kendi özgürlükleri beraberinde YAĞCI AKSEL aramızda konuşurken bile getirecek bir parti vaadiyle sevgicanyagci@gmail.com reaksiyon göstermek oradaydı. O zaman da zorunda kalıyoruz. Herkes sorunlar vardı ama şimdiki korktuğu için de bize yüklenen bir misyon gibi kadar değil. Odaklandığımız şey müzikti, gelişti bu süreç ama aslında biz bireyler olarak albüm yapmaktı. 2006’da yine Türkiye toplumsal hayatla ilişkimizi ketlemek resminde bir değişik yokken, daha soyut ve isteyenlere tepki gösteriyoruz. ironik bir kıpırdanma oldu. Sonrasında zaten Berke Hatipoğlu: Bir de insanların o askere gittik. 2007 senesinde askerden misyonu yükleyecek birilerine ihtiyacı var. döndükten sonra 21’i yaptık. Orada işte Kendileri gibi düşünenleri bulmak istiyorlar. AKP’nin 2. dönemi başladı ve parti, tabanını ve Azınlık olmaya başladık gitgide çünkü. Her cemaati mutlu etmek için adımlar attı. O gün bizleri daha kenara itmeye çalışıyorlar. adımlar özgürlükleri törpüleyen şeylerdi. Biz de Belki de herkes birbirinden güç almaya sessiz kalmadık. 3 yıl geçti aradan bu albümü çalışıyor. yaptık, arkada da AKP’nin 3. dönemi var, hepimizin bildiği referandum süreci, “yetmez ¦ Sanatla politikayı birbirinden ayrı tarif ama evet”ler… İşte bu süreçte sadece rövanş edenlere de bir güzel bir yanıt bu duygusu değil, bütün muhaliflere yönelen bir söyledikleriniz... tutum ortaya çıktı. Güneş Duru: Sanat düşünen insanların yaptığı bir şey. Düşünmenin kendisi politik bir ¦ Siz korkmuyor musunuz muhaliflere eylem zaten. Bunu birbirinden ayırmak olmaz. yönelen bu tutumdan, müzik endüstrisinin Burası Kuzey Avrupa ülkesi olsaydı farklı sizi dışlamasından? şeyler konuşuyor olurduk belki. Berke Hatipoğlu: 199697’de birlikte çalmaya başladık, enteresan bir şeye tanıklık ¦ Müzik serüveninize nasıl yansıdı Türkiye’de ettik, canlı müzik yapan gruplar birbirine benzer yaşananlar? Bir kırılma olarak mı? bir hal alıp aynı repertuvarı çalmaya başladılar. SESLİ DEFTER Yalnız o repertuvarla iş bulur hale geldiniz. Biz o dönemde kendimizi bu furyaya kaptırmamak için pazartesisalı günleri, kimsenin çalmadığı şarkıları çalan bir grup olduk. Biraz dışına itildik evet. Bir bar grubu olarak popüler olmadık. Sonra iş DJ müziğine kayınca Taksim’e de küstük, 23 yıl bir yerde çalmadık. O zamanlar bir rock grubunun kendi şarkılarıyla albüm çıkarma olasılığı yüzde 20 filanken bu mümkün oldu ama. Hepimizin ortak kişisel özelliği sanırım, biraz inatçıyız. Ortam bizi bir yere itmeye başladığı zaman direnç gösteriyoruz. Aslında rock müziğinin doğasında protest bir yan vardır ama Türkiye’deki rock grupları genelde ticari kurumların tavrına daha ortaklar. ¦ Albümleriniz internetten de dinleniyor. Tercih mi bu? İlke Hatipoğlu: O bizden bağımsız gelişiyor, yapımcı denen bir faktör var. Müziğinizin nasıl dağılacağını, dijital olarak nasıl satılacağını yapımcı ve sektör belirliyor. Plastik CD’nin ortadan kalkacağını söylüyorlar mesela. Yani pek sanatçının inisiyatifinde olmayan konular. Endüstrinin durumu karışık. Sponsorlar önemli faktörler. Onlar sayesinde konserler, albümler olabiliyor, klipler çekilebiliyor. Sanatçı hakları açısındansa meslek birliklerinin daha etkin olması gerekiyor ama kendi varlığından memnun olan insanlar, değişiklik yapmaktan da kaçınıyorlar. Ankara, 9 bin yıllık tarihe yalnızca 4 saat uzaklıkta... 4 saatte ver elini Çatalhöyük SELDA GÜNEYSU Bu yıl UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan Çatalhöyük, Başkent Ankara’ya yalnızca 4 saatlik mesafede. Arkeologlar, günümüzden 9 bin yıl önce inşa edilen, Neolitik ve Kalkolitik çağların izlerini taşıyan yerleşim yerinde her gün yeri bir ayrıntıyı keşfediyor. Çatalhöyük’ün UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmasının ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı gazetecilerle birlikte bu eşsiz tarihi yerleşim yerine gezi düzenledi. Gezide gazetecilere Bakan Ertuğrul Günay da eşlik ediyordu. Kazı ekibiyle birlikte bölgenin tarihini gazetecilere anlatan Günay, ilk olarak Çatalhöyük’ün 1958 yılında James Mellaart tarafından keşfedildiği ve bölgede ilk kazıların 19611963 yılları arasında yapıldığı bilgisini verdi. Ardından, Çatalhöyük’ün “insanlık tarihinin ilk yerleşim yeri olarak kabul edildiğini” söyledi. Daha sonra sözü Çatalhöyük Kazı Başkanı Ian Hodder’e bıraktı. ‘Arkeoloji öğrencileri için bir okul’ Hodder de kazı alanını gezerken tek tek anlattı bölgeyi, Türkçe olarak... “Yerleşim yerlerindeki binalarda malzeme olarak genellikle kerpiç, ağaç ve kamışların kullanıldığını görüyoruz. Bu evlerin en önemli özelliği de binaların arasında herhangi bir sokağın bulunmaması. Yani günümüzden çok farklı bir şehir yapılanması anlayışları var bu insanlığın. Şimdi soracaksınız, sokaklar yoksa bu insanlar nasıl girip çıkıyor evlerine? Yaptığımız kazılardan anlıyoruz ki bu insanlar evlerine ve diğer binalara, evlerin damlarından girip çıkıyorlar. Damlar aracılığıyla kurulan bir yol var... Ayrıca evlerde herhangi bir pencere de bulunmuyor. Kazılardan anladığımız kadarıyla evler bitişe bitişe böyle bir yerleşim bölgesi kurulmuş... Burası gerçekten tüm arkeoloji öğrencileri için bir okul...” 9 bin yıl önceki insanlara ait kemikler... Gezi sırasında hemen hemen her alanda kemikler ve kafatasları gördük. Merakımız üzerine Hodder, anlatmaya devam etti: “İnsanlar, ölülerini genellikle evlerine, ya da evlerinin yakınlarına gömmüşler. Genellikle ‘cenin’ şeklinde gömülmüşler. Dikkati mizi çeken bir başka ayrıntı da insanların çöplerini de evin bir yerinde biriktiriyor olmaları. Bu da bize ilginç gelmişti. Bir başka ayrıntı da insanların hayvanlarını da aynı yerlere gömüyor olmaları. Bazen kazılar sırasında herhangi bir evde bir öküz ya da boğa, geyik gibi hayvanların boynuzlarına rastlıyoruz. Bunlar büyük ihtimalle süs amacıyla kullanılmış. Bir de gömütlerin bulunduğu yerde çeşitli eşyalar görüyoruz. En fazla aynaları görüyoruz. Aynanın çok önemli olduğunu gözlemliyoruz.” Evlere sıva da yapmışlar Hodder, Çatalhöyük mimarisine ilişkin ayrıntıları da anlattı. Çatal höyük’teki evlerin genellikle 2 oda, kiler ve mutfaktan oluştuğunu dile getiren Hodder, yapılara ilişkin şunları söyledi: “Evlerin planları birbirinin aynı. Kazılar sonucunda binaların iç yüzlerinin sıvanmış olduğunu da gördük. Bu sıvalı yüzeylerde siyah, kahverengi, pembe, kırmızı gibi renklere rastladık. Bununla birlikte geometrik desenler, av sahneleri ve bir hayvan kabartmalarını da gördük. Ayrıca dini anlam da taşıyan boğa figürü binaların duvarlarında da sıkça kullanılmış.” Her yerde Ana Tanrıca kültleri mevcut Gezi sırasında hemen hemen her yerde Ana Tanrıça kültlerine de rastladık. Hodder de sorularımız üzerine bu heykellere ilişkin şu bilgileri verdi: “Kazılarda ele geçen heykeller bize Ana Tanrıça kültürünün başlangıcı ve zamanın inançları hakkında da özgün bilgiler veriyor. Genellikle pişmiş toprak ve taştan yapılan heykeller, şişman, iri göğüslü, büyük kalçalı ve zaman zaman doğum yapar vaziyette tasvir edilmiş. Bu da bize göre o dönemde insanların, bolluğu ve bereketi temsil etmek istediklerini gösteriyor. Bunun yanı sıra, kazılarda elde edilen aletlerin çoğunun da taş, pişmiş topraktan yapılmış olduklarını gözlemledik. Baltalar, tabaklar, bilezik ve kolyeler, çanaklar... Ayrıca Ana Tanrıça ve mukaddes hayvan figürleri de pişmiş topraktan yapılmış. Ok uçları, mızraklar, delici aletler... Bunlar da genellikle kemikten yapılmış. Bunlar Çatalhöyük’te kullanılan en önemli malzemeler olarak tarihe geçti...” 9 bin yıllık tarihiyle Çatalhöyük, Başkent Ankara’ya çok yakın; hafta sonları bile gidilip görülebilecek nitelikte. Üstelik hızlı trenle mesafe daha da kısalıyor... Kıraç Ankara’ya geliyor Ses sanatçısı Kıraç, uzun bir aradan sonra başkentli sevenleriyle yeniden bir araya gelecek. Kıraç, 13 Ekim’de, Jolly Joker’de konser verecek. Kıraç, yeni albümünü, dinleyenlerin beğenisine sundu. “Derindekiler” adını taşıyan albümünde, çoğunluğu kendi şarkılarından oluşan 10 eser yer alıyor. Bestesini yaptığı 6 eser ile sözlerini yazdığı 8 şarkının bulunduğu albümde, müzisyen arkadaşları Namık Nagdaliyev, Edip Emre, Müfide İnselel ve Hakan Doba’nın da eserleri var. Albümdeki tüm düzenlemeler Kıraç’a ait. Mayıs 2011’de, yeni albümü “Derindekiler”in müjdecisi olan “Dön Artık” şarkısını sadece digital platformlarda yayınlayan, albümdeki diğer şarkılar için, uzun bir süre stüdyoda çalışmalarını sürdüren Kıraç, diğer şarkıların kayıtları sırasında yurtdışından 1970 yılında üretilen, 26 inçlik Ludwing marka davulu getirtti. Böylece, yeni albümünün kayıtlarında Led Zeplin’in 1970’lik antika davulu ile günümüzün “5+1 Dolby Dijital Surround” ses kayıt teknolojisini birleştirmiş oldu. Kıraç, uzun bir aradan sonra, son albümüyle yeniden Ankaralı sanatseverlerin karşısına çıkacak. Kıraç, 13 Ekim’de, saat 22.00’de, Jolly Joker’de konser verecek. DERS VERENLER BEN MAHİR AYDINER. Uzun yıllar saksafon çaldım. Şimdi bu yılların birikimini siz saksafon öğrenmek isteyenlerle paylaşmak istiyorum. 0542 657 36 85 KORSAN KİTAP KÖTÜ BASILIR. OKUMA ALIŞKANLIĞINI YOK EDER. BESAM Türkiye Mehmetçiğe Mehmetçik Türk Milletine Emanettir. TSK MEHMETÇİK VAKFI Tel: 284 19 7071 Faks: 284 19 73 www.mehmetcik.org.tr Sahibi : Cumhuriyet Vakfı adına Orhan ERİNÇ Genel Yayın Yönetmeni : İbrahim YILDIZ Ankara Temsilcisi : Utku ÇAKIRÖZER Sorumlu Müdür : Miyase İLKNUR 10 Ağustos 2012 Cuma Sayfa Editörü Reklam Müdürü Satış Koordinasyon : Okan AKYÜREK : Kerim TAŞKAN : Osman ÖZER Yazışma Adresi Telefon Eposta : Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu, Ahmet Rasim Sokak No:14 06550 Çankaya : 0312 442 30 50 : ankcum@cumhuriyet.com.tr Yayımlayan Basıldığı Yer Dağıtım : Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ : DPC Doğan Medya Tesisleri : YAYSAT Yerel ve süreli yayın C M Y B C M Y B