Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 31 MAYIS 2012 PERŞEMBE A4 ANKARA Yaşam C Ankara muhabiri Sevil Arınan, kimliğini gizleyerek girdiği sığınma evindeki izlenimlerini yazdı Sığınmaevine sığamayanlar SEVİL ARINAN nkara’nın bilinen bir caddesi burası. Taksiden inip, sağımda olduğunu bildiğim sığınmaevine hızlı adımlarla giriyorum. Çünkü taksiden indiğimi görünsünler istemiyorum. Binanın hemen içerisinde güvenlik görevlisi var. Biraz gardiyana benziyor. Kemerinin altında bir sürü anahtar. Burası sığınmaevine hiç benzemiyor. Güvenlik görevlisine “İçeri girmek istiyorum” diyorum. Önce şöyle bir bana bakıyor. Sonra zile basıp, kemerinin altındaki bir anahtarı çıkartıyor. Kapıyı açıyor. İçeri ilk adımımı atıyorum. Uzunca dönen merdivenlerin sonunda beni bir “gözetmen” karşılıyor. Ona sığınmaevine kalmak için gelen mağdur bir kadın olarak tanıtılmıştım. Bana binayı gezdiriyor. 35 kişilik odalardan oluşan bir sığınmaevi burası, yemekhanesi, sigara odası var. Biraz yurt havasında. Sonra gözetmen kadın yanımdan ayrılıyor. Kendi başıma kalıyorum. Öyle koridorda gezinirken, bir kapının aralığından içeri bakıyorum. Televizyon ve karşısında oturan 3 kadın var. İşte onlar benim ailekadın muhabiri olarak haberlerimde sürekli yazdığım mağdur kadınlardan üçüydü. Hemen yanlarına gidiyorum ve “Oturabilir miyim?” diyorum. Ev kıyafetleri giymişler, sıradan. Saçları da öyle. Uzun koltuğa oturuyorum. İlk önce kıyafetlerimi ve saçlarımı inceliyorlar. Birkaç dakika sessizlik oluyor. Sonra ilgi göstermeye başlıyorlar. Acilen yalan söylemem gerekiyor. Garip bir tezat; ama onların iyiliği için. Gazeteci olduğumu saklayıp, mağdur kadın rolünü oynuyorum. Hiçbirinin yüzü gülmüyor. Başta rolümde hata yapıyorum, gülümsüyorum onlara. Aslında nerede olduğumu tam idrak edemediğimden. Sonra yeni kimliğimi özümseyip bir anda somurtmaya başlıyorum. Ve ilk soru “Yeni mi geldin sen?” oluyor. Anlatıyorum: “Evet. 30 yaşındayım ben. 3 yıl önce evlendim. Ben de sizin gibi kocamdan kaçtım. Allah bilir beni arıyordur. Bıktım bu hayattan. Artık huzurlu olmak istiyorum. Sekreterim ben zaten. Nasılsa iş bulurum ama onun beni bulmaması önemli. İyi ki çocuğum yok.” Anlattıklarımı dinliyorlar ama çok sıradan onlar için. Tepki vermiyorlar. Sonra sıra bana geliyor. Büyük bir merakla gözüme ilk kestirdiğim kadına, şüphelenmemesi için önce kolay sorular yöneltiyorum. Ayrıca fiziksel şiddet ifadesi yerine “dayak”, eş yerine “koca” kelimelerini kullanıp, devrik cümleler kuruyorum. A Her gün tüy alma günü Bu sırada yanımda oturan bir başka 25 yaşındaki genç kadının elindeki makara dikkatimi çekiyor. Çok neşeli, sürekli gülen bir kadın o. Halinden de çok memnun. Sanki sığınmaevinde değil de, tatil köyüne gelmiş. Aylardır burada kalmanın verdiği rahatlığı yaşıyor belki de. Elindeki makaranın ne anlama geldiğini kısa süre sonra anlıyorum. İplik aracılığıyla sevdiği arkadaşlarının yüzlerindeki tüyleri alıyor. Aslında bu vasıtayla zaman geçiriyor. Tüy alma konusunda başarılı bulunan bu kadına “Sen çok neşelisin, maşallah” diyorum. “Öyle görünüyorum ama” deyip, tüy almaya devam ediyor. Sonra onun da hikâyesini dinliyoruz: “Kocamdan çok çektim. İki çocuğum vardı. Bir tanesi burada, diğerini kocamın yüzünden evlatlık verdim. İçim kan ağlayor hâlâ. Kendimi ‘Çocuğun artık yok, öldü’ düşüncesine alıştırdım. Kolay mı bunları yaşamak. Nasıl dönerim ben ona. Buraya gelmeme de annem aracılık etti. O da babamdan dayak yerdi. Sonra sığınmaevine yerleşti. Anneme iş buldular. Şimdi aşçı. Çok da güzel maaş alıyor, kendine bakabiliyor. Ben de onun gibi kendi ayaklarımın üzerinde durabilirim.” Çocuklar da mağdur Televizyon odasının değişmeyen bazı kanalları var. Sabahları kadınlar magazin programlarındaki mankenleri kaçırmadan izliyor. Çalışıyor musun? Evet tarlada. Ama gözleri dolu dolu. Başında yemenisi var. Yürüyüşü ürkek. Sığınmaevinde olduğu için sanki korkuyor da... Bir hafta önce gelmiş sığınmaevine. 3 çocuğunu evde bırakmış. “Sen de mi dayak yedin?” diyorum. Başlıyor anlatmaya: “16 yaşında evlendim ben. Büyük oğlum 20, kızım 17, küçük oğlum 13 yaşında. 20 yıldır koca dayağı yiyorum. Hem tarladan kazandığım paraları elimden alıyordu, hem de beni aldatıyordu. Sanki çok kazanıyormuş gibi benim paramla beni kandırıyor. Bıktım, usandım. Şimdi burada büyük oğlumla sık sık telefonda konuşuyoruz. Oğullarım kendine bakar ama esas kaygım kızım. Onu çok merak ediyorum. Ayrıca çocuklarım da benim arkamda. Tek sorunum onları göremem.” Bunları anlatırken, derin derin “of”lar çekiyor içinden. ‘Arabanın altında kalır inşallah’ Biz sohbet ederken televizyon odasından içeri kucağında bebeğiyle Romen kökenli bir kadın giriyor. Onun da 3 çocuğu varmış. Dudakları ve dişleri sigara içmekten renk değiştirmiş adeta. 25 yaşlarındaki bu kadının ‘Çocuklarım arkamda’ Abla sen nerelisin? ... (Ankara’nın bir ilçesini söylüyor.) elindeki telefon sürekli çalıyor. Arayan ya kocası ya da annesi. Belli ki renkli bir kişilik. Ona da soruyorum sorularımı. Ama öğreniyorum o mağdur değil, bilakis eşini mağdur etmiş: “İçip içip geberesice gelip beni dövüyordu. Arabanın altında kalır inşallah. Bir gece yine beni dövmeye başladı. Dayağı yedim, oturuyordum. Karanlık olan odada elime bir şey geçirdim. Başladım eşimin sağ bacağına vurmaya. Bir güzel kırdım bacağını. Ayağa kalkamadı bu. Ertesi sabah ‘Benim bacağımı kırdın sen’ dedi. Ben de ona ‘Sen beni dövdükten sonra nasıl hatırlamıyorsan ben de dün geceyi hatırlamıyorum’ dedim. Sinirlendi. Beni yine dövecekti ama yerinden kalkamadı. Kırık bacağı iyileşene kadar rahat nefes aldım. Sonra tekrar başladı şiddet. Sonunda kızımla buraya geldim. Ohhh kurtuldum ondan. Artık o benim bacım, kardeşim. Barışalım diyor ama gitmem. Dövecek kimseyi bulamayınca beni arıyor, biliyorum.” O anlattıkça odadaki diğer kadınlar onu imrenerek dinliyor. Belki hepsi eşini dövmek istiyor ama ... Bu arada televizyonda magazin programı var. Kadınlar, mankenleri imrenerek izliyor. Birbirlerine “Ellerinde avuçlarında var doktora gidip, zayıflıyorlar” diyorlar. Arada lafa ben de giriyorum: “Tabii canım. O kadar kazanılsa herkes güzel olur. Makyaj güzeli bunlar zaten” diyorum. Gülüyorlar. İlk günüm olması nedeniyle bana son derece misafirperver davranılıyor. Şanslı günümdeyim, kısır yapılmış. Hemen ikram ediyorlar. O sıra “Ben de kısıra şunları koyuyorum ama böyle güzel olmuyor gibi” cümleleri kuruluyor. Gülüşüyoruz. Zaman bir hayli hızlı geçiyor. Öğle yemeği zamanı, yemekhaneye iniyoruz. Menu güzel. Makarna, etli bezelye ve sütlaç. Tabaklardaki yemekler sohbet eşliğinde yeniyor. Sonra yemekhaneye bir grup küçük çocuk da geliyor. “Bunlar kim?” diyorum. Onlar çalışan mağdur kadınların çocukları imiş. Öğretmenleri eşliğinde yemeklerini yeyip, ders çalışıyorlarmış. Normal çocuk gibi değiller. Yani ses yapıp, şımarmıyorlar. Hepsi çok sessiz. Belli ki tembihlenmişler. Sonra tekrar televizyon odasına çıkıyoruz. Ama bu kez ben çok sıkılmaya başlıyorum. Bunu o kadınlara da söylüyorum. “Biz de sıkılıyoruz ama yapacak bir şey yok. Çalışmak istiyoruz fakat kocalarımız bizi yolda, ordaburda görebilir” diyorlar. Kendilerince onlar da haklı. ‘Dayak yemiş bir haliniz yok’ Kadınlarla olan 3 saatlik görüşmem bittiğinde, sıra beni sığınmaevine alan yöneticinin yanına gitmeye geliyor. Yanında gözetmenler de var. Hemen masalarına oturuyorum. Ve yönetici benim gazeteci olduğumu, gözlem için oraya geldiğimi söylüyor. Diğer yöneticiler ve gözetmenler çok şaşırıyor. Hatta bir tanesi, “Zaten dayak yemiş gibi bir haliniz yoktu” diyor. “Bunu nasıl anladınız?” diyorum. “Buraya çok kadın gelir. Sizin yürüyüşü ve duruşunuzdan belliydi” diye yanıt veriyor. Sığınmaevinden ayrılıyorum. Sanki başka bir kentte başka bir hayattaydım. Onların dünyası beni çok etkiliyor. Hatta o gece rüyamda bile sığınmaevinde olduğumu görüyorum. Ben 3 saatlik yalan hayatımdan bu kadar etkileniyorsam, onları hayal bile edemiyorum. Kocasının bacağını vurarak kırdığını anlatan Romen kökenli kadın herkesi etkiledi. Diğer mağdurlar onu imrenek izliyor. İlüstrasyon: Ersun Türköz C M Y B C M Y B