Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sayfa 1 Kasım 2012 Perşembe a4 Yaşam Nâzım Hikmet, 1957 İlk Yazında Varna ve Sofra B üyük ozan Nâzım Hikmet, 1957 yılının Mayıs ayı sonlarında Münevver’in doğduğu ıhlamur kokan şehir Sofya üzerinden Varna’ya gelir. Varna, Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısındaki kadim şehirlerindendir. Ve o kadim şehirde Nâzım, karşı kıyıları ve karşı kıyılardakileri özler. Ama en çok da Münevver’i ve biricik oğlu Memet’i. Nâzım’ın Varna’dan yazdığı şiirlerinin çoğu, tüm şiirleri gibi aklımızda ve yüreğimizde özel bir yer etmiştir. O şiirler buram buram hasret kokar. Memlekete hasret, sevgiliye hasret, evlada hasret. Varna limanından bir vapur geçerken; “(…) Bir vapur geçer Boğaz’a doğru. Nâzım usulcacık okşar vapuru, yanar elleri” Varna’nın karşısı, yani karşı yakası memlekettir aslında ve evlada hasret, Memet şiirinde mısralara dökülür. Nâzım, deli hasret, deli hasret diye durmadan akan Karadeniz’den karşı kıyıya seslenir. “Karşı yaka memleket, sesleniyorum Varna’dan, işitiyor musun? (…) Oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun? Memet! Memet!” Sıcak bir haziran gecesidir. Bor Oteli’nde kalan Nâzım’ı uyku tutmamaktadır. Sarılır kalemine ve Bor Oteli şiirini yazar. Evet, uyumanın yolu yoktur. Neden mi? Gelin büyük ustanın dizelerine birlikte göz atalım: “(…) yıldızların bolluğundan, yakınlığından, parlaklığından, kumlukta hışırtısından ölü dalgaların sedefleriyle, çakıllarıyla, tuzlu yosunlarıyla hışırtısı; denizde bir yürek gibi atan motor sesinden, İstanbul’dan çıkıp Boğaz’ı geçip Odamı dolduran anıların yüzünden (..)” Günlerden 3 Haziran’dır. Çok hasta, çok muhacir şair, Kurort – Varna’da, Balkan Turist’te balkondan bakmaktadır. Birazdan yemek zamanıdır. “(…) Mavi çanakta cacık Peynirli pide getirdiler, İstanbul’dayım sankipeynirli pide getirdiler, susamlı, sıcak sıcak, yumuşacık… (...)” “Boğazlar Meselesi” [email protected] SERDARŞAHİNKAYA (*) Kalkan tava görseli, HYPERLINK “http://sofrabezim.blogpost.comdan ”http://sofrabezim.blogpost.com’dan alınmıştır. şair için. Aynı zamanda memleket, hürriyet kavgası ve Münevver ve Memet demektir. Ve ahbapça, kardeşçe konuşulan dile hasretliktir. Sahi, Nâzım’ın bu “dile hasretliği”ni bugün bizler de çekmiyor muyuz? Dilimiz konusundaki rahatsız edici boyutlara ulaşmış bulunan lagarlıklar, sizleri de rahatsız ediyordur. Bundan eminim. Şu Varna deli etti beni, divâne etti. Sofrada domates, yeşil biber, kalkan tavası, radyoda “Ha Uşaklar!” Karadeniz havası, rakı kadehte aslan sütü, anason, uy anason kokusu! Sofra Ahbapça, kardeşçe konuşulan dilim… A be islâh be, islâh be hâlim… Şu Varna deli etti beni, divâne etti. Yazıyı bitirirken kısa bir not; Türkiye’nin 30 Ekim 2012 sabahına bir başka uyandığını düşünüyorum. Yanılmıyorum değil mi? Ağzımızın tadı bozulmasın. Sağlık ve dostlukla. Pembe Köşk’ü bu kez ‘demir ağlar’ süslüyor SELDA GÜNEYSU T Aradan üç gün geçmiştir. 6 Haziran akşamı yine hasret ve yine hüzün vardır. Nâzım, denizin kenarından karşı kıyıları izler uzun uzun. Vakti kerahet gelmiştir. Masaya oturur. Mütevazı bir sofradır. Öyle lüzumsuz ağırlık yoktur. Acı yeşil biber ve domates söğüş vardır bir tabakta. Az sonra bir başka tabakta kalkan tava(*) gelir sofraya. Rakıyı doldururken, radyonun düğmesini de çevirir. Önce lambalar ısınacaktır. Camın arkasındaki kafesli dokumadan lambanın ışıkları kuvvetlenirken radyodan cızırtılı ezgiler yayılmaya başlar. Nâzım, kulak kabartır. Ahşap radyoda kemençe ezgileri eşliğinde Karadeniz havaları çalmaktadır. Rakısından bir yudum alır; genzine dolan anason kokusu, aynı zamanda memlekettir. Memleket, hasret demektir büyük ürkiye’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün evi Pembe Köşk, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle “Demir Ağlarla Ördük Anayurdu Dört Baştan” adlı sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergide demiryollarının tarihini anlatan 70 fotoğraf ve belge ile trenlerde kullanılan eşyalar, İsmet İnönü’nün trenle yolculuk yaparken kullandığı özel bavul, Eskişehir, Kayseri gibi hatların açılışında Türkiye’nin ilk TCDD Genel Müdürü Behiç Erkin’in ve TCDD çalışanlarının İnönü’ye verdiği özel hediyeler de yer alıyor. “Demir Ağlarla Ördük Anayurdu Dört Baştan” sergisi Cumhuriyetin ilk yıllarında demiryollarının Anadolu’da nasıl ilmek ilmek örüldüğünü fotoğraflar eşliğinde anlatıyor. Sergideki fotoğrafların çoğunda demiryollarında çalışan işçilerin fotoğrafları ve İsmet İnönü ile Atatürk yer alıyor. Ancak sergide yer alan iki fotoğraf “çok özel.” Bunlardan ilki 26 Mayıs 1938’de çekilen “Trenden Ankara’ya son selam” adlı fotoğraf ile Ata’nın meşhur trenden halkı selamladığı fotoğraf. Sergiye ilişkin Cumhuriyet’e açıklamalarda bulunan İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker, Atatürk’ün “Trenden Ankara’ya son selam” adlı fotoğrafıyla ilgili olarak, “Atatürk babama yazdığı mektuplarda hep Ankara’ya olan özlemini dile getirmiş. Rahatsız tabii o dönem... ‘Sakın sen gelme, Cumhuriyet Bayramı ile ilgilen, bayrama ben de geleceğim’ demiş” bilgisini aktarıyor. Toker, sergiye ilişkin şöyle konuştu: “Demiryolları Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi için çok önemli. Kurtuluş Savaşı için de ayrı bir önem arz ediyordu. O günlerde askerler bir yerlerden bir yerlere silah, yiyecek taşıyamıyorlardı çünkü imkânlar çok kısıtlıydı ve demiryolları kullanılamayacak haldeydi. Cumhuriyet kurulduktan sonra ilk iş demiryollarını onarmak ve yeni raylar döşemek oldu. Amaç yurdun her yanına hizmet götürebilmekti. Medeniyet götürmekti... Oralarda fabrikalar kurmak, toplumu bir refaha ulaştırmaktı. Bu amaçlarında da başarılı oldular.” Toker, “Başbakan Erdoğan, ‘Neyi ördünüz?’ diye bir söylem kullanmıştı Cumhuriyet döneminde yapılan demiryolları için. Siz ne düşünüyorsunuz” şeklindeki sorumuza, 1920’lerde işçilerin demiryolları için çalıştığı fotoğrafı göstererek, “Bakınız bu fotoğrafın altında ne yazıyor. ‘19231950 yılları arasında toplam 3 bin 579 kilometre demiryolu yapıldı.’ Burada insanlar küreklerle, kovalarla çalışmışlar, her şey fotoğrafta görünüyor. Daha sonra tabii makineler girmiş devreye, her şey daha kolay olmuş. Peki diğer fotoğrafın altında ne yazıyor: ‘19502012 yılları arasında toplam bin 607 kilometre demiryolu yapıldı.’ Her şey çok daha kolayken üstelik... Bu kadar basit” yanıtını verdi. Toker’in anlatımıyla Behiç Erkin Toker, TCDD’nin ilk genel müdürü Behiç Erkin ile ilgili olarak da şunları söyledi: “Behiç Erkin o dönemlerde Atatürk’ün de yakın dostu. Daha sonra Atatürk onu büyükelçi olarak bir Balkan ülkesine atamış. Babam da Cumhurbaşkanı iken Paris’e yollamış Erkin’i. Bu sıralar tabii İkinci Dünya Savaşı yılları... Oradaki Yahudiler kaçmak istediği zaman da Behiç Erkin onlara Türk pasaportu temin etmiş ve onların Hitler zulmünden kurtulmalarını sağlamış. Sergideki fotoğraflarda Behiç Erkin’in çalışmalarını da görebilmek mümkün.” Toker, ayrıca sergide çocukların ilgisini çekebilecek buharlı trenlere ilişkin maketlerin de yer aldığını söyledi. Pembe Köşk’teki sergi 25 Kasım’a değin görülebilecek. C MY B