Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 Dünya Tiyatro Günü’nde seyirciyle kutlama ELEŞTİRİ Eren AYSAN 18 Mart 2011 Cuma 350 27Mart’taoyunlarücretsiz SELDA GÜNEYSU Mehmet Baydur’un Anısına... NKARA Tiyatro sanatına gönül veren herkesin ortak dileğidir “perdeler hiç kapanmasın.” 1961 yılından bu yana dünyanın hemen hemen her yerinde kutlanan “27 Mart Dünya Tiyatro Günü” de bu dilekle oluşturuldu Uluslararası Tiyatrolar Birliği’nce. Oyuncular, yönetmenler, tiyatro yazarları, kısaca herkes, 27 Mart’ta bir kez daha sahnelerden haykıracak, “Tiyatronuza sahip çıkın” diye. O güne özel olarak da Ankara Devlet Tiyatrosu (ADT) oyunları ücretsiz izleyici ile buluşacak. Ücretsiz sahnelenecek oyunlar arasında, Ayşe Emel Mesci’nin yönettiği “Kerbela”; Celal Kadri Kınoğlu’nun yönettiği “Dün Gece Yolda Giderken Çok Komik Bir A O Şey Oldu”; Aclan Büyüktürkoğlu’nun yönettiği “Bir Savaş Hikâyesi”; Tansu Aytar’ın yönettiği “Kahramanlar Öldü mü?”; Cem Emüler’in yönettiği “Bir Delinin Hatıra Defteri”; Ali Hürol’un yönettiği “İçlerinden Hangisi?” ve İskender Altın’ın yönettiği “İşte Baş, İşte Gövde, İşte Kanatlar” yer alıyor. Oyunlar saat 20.00’de başlayacak. ‘Şenlik devam etsin’ Poyrazoğlu bildiride tiyatro sanatını “elden ele, yürekten yüreğe dolaşan yün çilecikleri” olarak tanımlıyor. “Bu işin yüzde ellisi sizsiniz, siz seyirciler; yüzde ellisi de biziz, oyuncular. Tiyatronun iki temel öğesi: Oyuncuyla izleyici karşı karşıya gelmeden tiyatro dediğimiz mucize gerçekleşmiyor. İzleyicilerle oyuncular karşı karşıya gelmeden, insan kadar eski, insan üstüne düşünme, insana bakma, eğlenirken insanı ve dünyayı yorumlama, yeniden yaratma eylemi gerçekleşmiyor” diyor. Poyrazoğlu, iyi bir tiyatro izleyicisinin de “tiyatrocu” olduğuna vurgu yapıyor; tiyatroseverlere, “meslektaşlarım” diye sesleniyor. Bildirinin sonuna da “Yaşam boyu birlikte eğlenip, insana ayna tutup, o aynada kendini arama sevincimizin, şenliğinin devam etmesi” dileğini iliştiriyor. n yıl geçti aradan… Ölüm olanca soğukluğuyla erkenden, oyun yazarı, çevirmen, tam bir aydın, Memet Baydur’u yanına aldı. Yazdıklarıyla “kendini ve yaşadığı Türkiyesi’ni anlattığını” söyleyen bir dünya sevdalısıydı. Yaşamını AnkaraNairobiMadridWashington hattında sürdürürken, ülkesine içeriden ve dışarıdan bakma ayrıcalığını tattı. Bu gezginlik ona derin bir sorgulama anlayışı kazandırdı. Said’in entelektüel tanımına uyan, sürgün, yabancı ve marjinal bir yanı vardı. Sürgünlüğü kendi tercihiydi. Yabancılığı, çok sevdiği ülkesinin içine düştüğü çalkantıyı görmesindendi. Marjinalliği ise, ona atfedilen bir hal değil, aydın olarak hissiyatı gereğiydi. Baş eğmez tavrını yalnızca yaratılarına değil, büyük bir ustalıkla yaşamına da kazandırdı. Alan Sokal ve Jean Brichmont tarafından yazılan, Baydur’un çevirisini yaptığı, günümüz aydınını, postmodernizm, düşünsel buhran ve sapma üçgeninde eleştiren “Son Moda Saçmalar: Postmodern Aydınların Bilimi Kötüye Kullanmaları” bir ders kitabı niteliğindedir. Bir yandan da, bu kitap Baydur’un hayata bakışının, onun nerede durduğunun somut bir örneğidir. Bugün tali yollara sapmayan, konum değiştirmeyen, iktidar odaklarına göz yummayan yazarlara o kadar ihtiyacımız var ki… Oyunlarına da, bu tavrını entelektüel kimliğiyle kazandırdı. Bütünü kavrarken ayrıntıları kaçırmayan Tiyatrosizisarar,sarmalar’ Uluslararası Tiyatrolar Birliği’nce her yıl bir de 27 Mart’a özel bir bildiri yayımlanıyor. Bu yılki bildiriyi Türkiye’den tiyatro oyuncusu Ali Poyrazoğlu yazdı. Bildiride, “Bence tiyatro, küçükken annelerimizin ellerimize taktığı yün çilelerine benzer. Hani ‘Tak bakayım şunu, sana bir kazak öreyim’ derler. Uzatırsın iki elini. Geçiriverirler yün çilesini. Alırlar yünün ucunu, başlarlar sarmaya, top yapmaya. Siz açarsınız onlar sarar. Rengârenk yün çileleri top olur, örmeye hazır hale gelir. Kazak olur, kaşkol olur, eldiven olur, yaşamı ısıtır. Tiyatro dediğiniz de böyle bir şeydir işte. Sizi sarar sarmalar, yaşamınızı ısıtır” diyor Poyrazoğlu. Oyuncuların her akşam sahne üstünde, ne kadar heyecanlandıklarını, ellerinde bin bir düğümü olan rengârenk yün çilelerini barındırdıklarını ve onları oyunlarla açmaya çalıştıklarını anlatıyor. Sonra da yün çilelerinin bir ucunu sahneden izleyiciye attıklarını, onlarla birlikte bu çileleri nasıl yün topu yaptıklarını aktarıyor Poyrazoğlu ve ekliyor: “Biz açarız çileyi, siz sararsınız. Biz asılırsak da yün kopar, seyirci çok çekerse de. İki taraf da büyük bir dikkatle işini yapar. Oyunun sonunda bizim elimizdeki yün çileleri biter. Yünün ucu sahneden salona kayar... Ve sevgili seyirciler, çıkar gidersiniz tiyatrodan yüzünüzde çiçek açmış gülücüklerle, zihninizde bin bir renkli yün topçuklarıyla. Sorarsınız: ‘Ne kaldı bende oyundan geriye?’ Oysa bilmezsiniz ki, ya da çok iyi bilirsiniz ki, zihin alır, biriktirir, sıralar, dosyalar, yerleştirir. Üstüne düşünmeye, fikir üretmeye, yorum yapmaya başlar.” üslubu vardı. Cumhuriyet Kızı’nda, Kutu Kutu’da, Limon’da, Kamyon’da ayrıntılardan bütüne giden yolu eğlenceli bir biçimde tartışma yolunu seçti. Bu onun “dramatik ironi”siydi. Bu ironiyi ister gelişkin mizah gücü olarak, ister yazar zekâsı olarak alın, siyasi tavrı son derece somut ve netti. Doğan Hızlan bir yazısında, Mehmet Baydur’u Oğuz Atay’a benzetiyor. Bence acıyı somutlamasıyla Vüs’at O. Bener’in kara anlatısını daha fazla çağrıştırır.Oyun kişilerinin gerekli gereksiz konuşmaları da, mizahı ayrıntılardan bulma çabasındandı. Satır aralarında yaşamın trajik yanını verme gayreti içine girdi. Bir yandan da yazdıklarının ucunu hep açık bıraktı. Son sözü seyirciye bırakma arzusu onda bilgeliğe dönüştü. Bilgiyi bir hap olarak vermek yerine, düşündürmek istedi. Dramatik yapının ne olduğuna eğilmesi, onu sinemaya da itti. Bir yazar olarak farklı disiplinlerden beslenmeyi başardı. On yıl geçti aradan… Baydur’u son olarak Paris Caddesi’nin başında gördüm. Hastalığı yeniydi. Amerikan hastanelerinin içinde bulunduğu konumdan söz ettim ona. Gülüştük. Vedalaştık. Meğerse hayata veda ediyormuş… Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.