27 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 Aralık 2011 Cuma 388 13 GÖRÜNÜM A. Celal BİNZET NKARA (Cumhuriyet Bürosu) Sevda Cenap And Müzik Vakfı’nın, her yıl çoksesli müziğe katkılarda bulunan kişi veya kurumlara verdiği “Vakıf Onuru Ödülü Altın Madalyası”na, bu yıl ünlü orkestra şefi Gürer Aykal layık görüldü. Aykal’a ödülünü, MEB Şura Salonu’nda düzenlenen törende Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay verdi. Vakıf kurucularından Cevza And anısına 1989 yılında ihdas edilen ödül, şimdiye dek Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Suna Kan, İdil Biret ve Muammer Sun gibi Türk müziğine katkıda bulunmuş önemli isimlere verilmişti. Ödülün bu yılki sahibi ise, dünyanın sayılı orkestralarıyla sürekli ya da konuk şef olarak yaptığı başarılı konserler, bu konserlerde çağdaş Türk bestecilerinin eserlerini çeşitli orkestraların repertuvarına katması, öğretmen olarak yetiştirdiği öğrenciler ve çoksesli müziğin Türkiye’de yaygınlaşmasına yaptığı katkılar sebebiyle Gürer Aykal oldu. ŞefAykal’a büyükonur A Türk çoksesli müziğine hizmete “Altın Madalya” şimdiye dek Vakıf Danışma Kurulu tarafından verildiğini, Aykal’ın 1991’den bu yana Danışma Kurulu Başkanlığı görevini yürütmesinden ötürü etik nedenlerle aday gösterilemediğini belirtti. Başman, ödül sahibinin belirlenmesi görevinin bir defaya mahsus Vakıf Yönetim Kurulu’nun üstlenmesiyle birlikte, ödülün Aykal’a verildiğini aktardı. Aykal ise yaptığı konuşmada, şimdiye dek aldığı uluslararası ödüllerden sonra Anıtkabir’e giderek Atatürk’ün huzuruna çıktığını belirtti. Aykal, “Atamı onurlandıracak bir ödül almışsam gidip paylaşırım. Aslında bu ödülden sonra da gitmem lazım” diye konuştu. Ödül törenine 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de eşi Semra Sezer ile birlikte katıldı. ‘Ödülü Atamla paylaşırım’ Ödül töreninin açılış konuşmasını yapan Vakıf Başkanı Mehmet Başman, ödülün Üniversitelilere çağrı Yazarımız Bekir Coşkun’un üniversite öğrencilerini Cumhuriyet Ankara’da yazı yazmaya davet etmesinin ardından gösterilen yoğun ilgiye teşekkür ederiz. Ankara’da öğrenimini sürdüren üniversite öğrencileri, okullarında yaşadıkları sıkıntıları, kente ilişkin şikâyetlerini kısa haberler biçiminde gazetemize iletebilir; bunun yanı sıra her türlü sosyal faaliyet, etkinlik ve projelerini de sayfalarımızda tanıtma olanağı elde edebilir. Örneğin Ankara’daki herhangi bir öğrenci kulübünün düzenleyeceği etkinliğe ilişkin bilgileri, 2 bin 500 karakter boyutunu geçmeyecek bir metin ve fotoğraflar eşliğinde [email protected] adresine göndermesi durumunda; bu etkinlik Cumhuriyet Ankara’da haber olarak yer alacak. Üniversite öğrencilerinin hazırladıkları metinleri kısa ve öz olarak ele almaları, en az bir fotoğrafla da yazıyı desteklemeleri gerekecek. erçekliğin sapma noktası olarak nitelendirebileceğimiz soyut evren sanatçılar için bulunmaz bir imgelem ortamı demektir. Sanatın uzun tarihi içinde doğa biçimleriyle oynayan, yorumlayan sanatçı, düşünsel gelişim basamaklarını tırmanırken ondan kopma, özgürlüğünü ve özgünlüğünü kanıtlama çabalarının peşinde koşacaktır. Gerçi, en gerçekçi çalışmada bile belli ölçüde soyutlamanın belli belirsiz tadını yok sayamayız. Oradaki öykünme doğayı birebir kopyalamaktan öte kendi öznel penceresinden bakmaktır sanatçı için. Öznellik söz konusu olduğunda, doğanın ayrıştırmacı bir gözle yeniden ele alınması bağlamında Mustafa Salim Aktuğ’un resimlerini anmamız gerekiyor. Atlas Sanat Galerisi’nde açtığı sergisini incelerken, onun çalışmalarına dayanak olan düşünsel anlayışın temel noktalarını sezmek zor değil. Aslında, halen Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan sanatçının daha önce hazırladığı sanatta yeterlik tezi bu eğilimin ilk ipuçlarını vermesi bakımından daha iyi bir örnek. Buradaki “Kozmik Çözülmeler, İnsan ve İz’ler” başlıklı araştırması, doğanın dış nesnellikten çok, daha derinlere uzanan düşünsel yapıya ilişkin bir laboratuvar gözleminin izlerini sürer gibidir. İnsanın varoluş sorunlarını sonsuz evren içindeki konumunu sorgulayan bu eğilimin bBatı kaynaklı düşün okullarına yaslandığı da yine bilinen gerçekler arasında. Aktuğ, sözü edilen düşünce akımlarının etkisiyle olsa gerek, başlangıç yıllarındaki figüratif anlatımın etkisindeki çalışmalarını terk ederek zaman içinde epeycedir tanıdık olduğumuz bugünkü biçemine kavuştu. Bireyin dış dünyayla ilişkisini en aza indirgeyerek, içebakışın arınmaya uzanan sürecini not edercesine yatay ve dikey fırça vuruşlarının ritmiyle kurguladığı tuvallerinde aynı kararlı işçiliğin ve düşünsel yolculuğun ayak izlerini görebiliyoruz. Sıcak ve soğuk renkler arasındaki zıtlığı dengeleyen birbiri ardınca kondurulmuş lekeler zıtlıkla birlikte uyum sorununun da aynı derecede ele alındığının kanıtıdır. Çoğunluğu büyük ölçekli resimlerindeki bu yoğun işçiliğin, izleyici üzerinde istenen etkiyi yaratması yolunda sadece bir basamak olduğunu anlamak hiç de zor değil. Burada önemli olan, içimizdeki duygu sarmallarının karmaşık yollarında yürümektir yalnızca. Bugüne değin 15 kişisel sergisi ile katıldığı çok sayıda karma etkinlikleri sayarken bunlardan bir bölümünün dış ülkelerdeki düzenlemeler olduğunu sözlerimize ekleyelim. Bunlar arasında Fransa’daki Avrupa Sanat Okulları 1. Sanat Bienali (1987), Bangladeş’teki 6. Asya Sanat Bienali (1993), Kore’deki Çağdaş Türk Resminden Bir Kesit (2002) gibi birkaç tanesini anmak yetecektir sanırım. Yine bu bağlamda, Mustafa Salim Aktuğ’un sanatsal dosyasında katıldığı etkinliklerden kazandığı birçok ödülün bulunduğunu da not etmemek doğru olmaz. G ‘Meditasyon” ya da Ritmik Oyunlar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle