Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 27 MART 2011 / SAYI 1305 ZÜLAL KALKANDELEN Nükleer rulet 2008 yılında bu köşede çıkan bir yazımda, Türkiye’de bazı kesimlerce bilime ve uzmanlığa karşı alınan tavrı sorgulamış ve şöyle demiştim: “Böylelikle bilimsel veriler değersizleştirilip onların yerine boş inançlar geçirilince, her türlü yanlışı gerçekmiş gibi göstermek olanaklı hale geliyor. Aynı anlayış, bir zamanlar Kenan Evren’in radyasyonun faydalı olduğunu savunmasına yol açmıştı... lkel toplumlara uygun bir yaklaşım bu. Ancak neden diye sorgulamadan efendisine biat edenler tarafından kabul edilebilir. Oysa kulluktan vatandaşlığa geçen insan, araştıracak, bilimsel verileri aklın süzgecinden geçirip değerlendirecektir. Bu yaklaşım değişmediği sürece, ne yazık ki, Türkiye’nin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması olanaklı görünmüyor. Mustafa Kemal Atatürk, boşuna ‘Hayattaki en hakiki mürşit ilimdir,’ dememiştir. Çağdaşlığın yolu bilimden geçer.” Ne acıdır ki, Türkiye’de o yazıdan bu yana ülke yönetiminden sorumlu olanların bu konudaki tavrı değişmedi. Hangi olay olursa olsun, işin uzmanına danışmadan kararlar alan ve tüm verileri göz ardı eden bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız. *** Japonya’da yaşanan deprem ve arkasından başlayan nükleer santral krizi, tüm dünyayı bu konuyu bir kere daha değerlendirme noktasına getirdi. Japonların sahip olduğu tüm ileri ve gelişmiş teknolojiye rağmen nükleer reaktörlerden sızan radyasyon havaya karışınca alarm zilleri çaldı. Avrupa Birliği acil toplandı; sviçre nükleer projeleri durdurdu; Almanya, nükleer santralların kullanma süresini uzatmaya yönelik kararı ertelediğini açıkladı. spanya, bütün nükleer santrallarındaki güvenliği gözden geçirme kararı aldı. Venezüella lideri Hugo Chávez, Japonya’da yaşanan felaketin ardından Rusya’yla yaptıkları nükleer anlaşmasını askıya aldıklarını açıkladı. H “Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Japonya’daki olaylar imkânsız olduğunu düşündüğümüz risklerin tamamen göz ardı edilemeyeceğini öğretti” diyordu Almanya Başbakanı Merkel... Amerika’da ise birçok politikacı, Japonya’da gelişmelerin sonucu belirginleşene kadar nükleer enerjide frene basılması gerektiği görüşünde. Ralph Nader, bu felaketin Amerika’daki nükleer rönesansını sona erdirdiğini söyledi. *** Peki Türkiye’de neler oldu? TMMOB nşaat Mühendisleri Odası, görevini yapıp uyarıda bulundu. Yaptıkları açıklama aynen şöyle: N “Nükleer santrallar her zaman nükleer tehlike potansiyeli taşımakta, yapımında ve işletilmesinde yapılacak en küçük bir hata bile telafi edilmesi mümkün olmayan sonuçlara yol açabilmektedir. Japonya gibi güvenli yapı üretiminde ileri düzeyde bir ülke bile nükleer patlamaya engel olamamış ve insanlığı gelecek tehlikesiyle baş başa bırakmıştır. Ülkemizde de yaşanabilecek olası doğal afetler ve depremler gözüne alındığında, yapılması planlanan nükleer santralların oluşturacağı riskin ne kadar büyük olduğu, geçmişte Çernobil, bugün Japonya örnekleriyle sabittir. Buna rağmen bu konuda ısrar edilmesi en hafif ifadesiyle, felakete davetiye çıkarmaktır.” Türkiye’yi yönetenler bütün bunlar karşısında ne yaptı? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, mutfak tüpünün yaratacağı tehlike ile nükleer santral riskini aynı kefeye koyma gafletini gösterdi. Onunla da kalmadı; Rusya Devlet Başkanı Medvedev’le Akkuyu’da yapılacak nükleer santral için el sıkışırken, T “Temeli nisan sonu ya da mayıs başında atarız” dedi. Nükleerde rulet çarkı dönmeye başladı. Masanın etrafında toplanan oyuncularda cahil cesareti mi var, dediğim dedikçi hırs mı yoksa başka nedenler mi, siz karar verin... G www.zulalkalkandelen.com kzulal@yahoo.com Fotoğraf: VEDAT ARIK Pera’nın son düş savaşçısı Madam Katia’nın dediği gibi bir zamanlar eldivensiz, şapkasız çıkılmazdı Pera’ya. O ise bugün annesinden devraldığı şapkalarla yaşatmaya çalışıyor Pera’nın ruhunu Hacopulo Pasajı’nda. Artık daha çok dizilere şapka yapıyor. Ünlü müşterileri de var ama her isteyene şapka satmıyor. “Nasıl kullanılacağını bilmiyorlar, kusura bakmasınlar ama şapka benim için bir kültürdür” diyor. BERKEN DÖNER alatasaray’da, Hacopulo Pasajı’nda, küçücük, eski bir dükkânda, adeta Batı kültürünün ve Cumhuriyet ruhunun kalbi atıyor. 1960’lı yıllarda, Paris caddelerinde ve cumhuriyet döneminin Beyoğlusu’nda yani Pera’da görülen şapkaların tasarlandığı nostaljik bir atölye. Madam Katia, tasarladığı ve kendi elleriyle yaptığı şapkalarla yitip gitmiş bir Beyoğlu düşünü anlatıyor. Biz de tanıklık etmek istiyoruz. Madam Katia, sorularımızı cevaplandırırken, o düşlere dalıp gidiyor… Şapka yapmaya ne zaman başladınız? Çocukluğumdan beri şapka yaptığımı hatırlıyorum. Beyoğlu’nda okuyordum, okul çıkışlarında da annemin dükkânına geliyordum. Çok ilgiliydim, yeteneğim de vardı. Kız kardeşim de gelirdi benimle ama onun ilgisini çekmiyordu. Annem atölyede şapka yaparken bana da ufak tefek işler verirdi. Zamanla öğrendim. Çok fazla ilgilendiğim zaman da annem kızardı. “Senin derslerin var, onlarla ilgileneceksin” derdi. Anneniz de bu dükkânda mı şapka yapmaya başlamış? Hayır, annemin ilk dükkânı Aznavur Pasajı’ndaydı. Çok büyük bir dükkândı. Yanında kırk beş kişi çalışırdı. Aznavur Pasajı’nda çok şapkacı vardı. Anneniz kimlere şapka yaptı? Hatırladığınız önemli isimler var mı? Çok hatırlamıyorum ama mebus eşleri gelirdi. Dönemin mebuslarının eşleri annemin müşterileriydi. Türkan Şoray ve Belgin Doruk da annemin müşterileriydi. Dükkâna gelirlerdi, görürdüm hepsini. En son Sezen Aksu’ya yapmıştı. Hatırladığım kadarıyla, yeşil bir fötr şapkaydı. Sizin de pek çok ünlü müşteriniz var, sanıyorum… Bülent Ersoy’a, Ebru Şallı’ya, Ajda Pekkan’a şapka yaptım. Dizilere de yapıyorum. Hatırla Sevgili’ye, Deli Saraylı’ya ve Şüphe dizisine yaptım. Hatırlayamadıklarım da var tabii. Şu an Hanımın Çiftliği’ne yapıyorum. Bazen onlar eski şapkalar getiriyorlar, onarıyorum. nsanlar şapkalarımı dizilerde görünce, kendileri de takmak istiyorlar. Şapkalara ilgi duymaya başladılar. Bazen hanımlar geliyor, abiye bir şapka beğeniyorlar. O zarif şapkayı mantonun üstüne takıyorlar. Böyle mi kullanacaksınız, diye soruyorum. Evet, bunda ne var ki, istediğim gibi kullanırım, diyorlar. O zaman, kusura bakmayın, satamam, diyorum. Şaşırıp, kızıyorlar. Ama şapkalar benim için bir kültürdür. Böyle kullanılmasına izin veremem. Şapka modellerini nasıl geliştiriyorsunuz? Bütün şapkaları kendim tasarlıyorum. Bazen insanlar gelip şapkalarımın fotoğraflarını çekiyordu. Buna izin vermiyorum artık. Çünkü bazen mecmualara bakarken görüyorum ki benim tasarımım kopya edilmiş. Malzemeleri nereden alıyorsunuz? Avrupa’dan alıyorum; Paris’ten, Milano’dan. Bazen bir şapka için üç farkı ülkeden malzeme alıyorum. Bazen müşterilerim de istedikleri kumaşı getiriyorlar. Çin malları çıktı, çok kalitesiz malzemeler. Ben kullanmıyorum. Bir müşterim getirmişti Çin malı kumaş. Çalışamadım, bıraktım. Bu senenin moda renkleri neler? Öne çıkan bir mod e l va r mı ? Bu sene her renk moda. Geçen sene kahverengi çok kullandım. Bu sene bütün renkleri kullanıyorum. Bere tarzı şapkaları çok alıyorlar. Fötr şapkaları da çok seviyorlar. Hacopulo Pasajı’nda eskiden kimler vardı? Dantelciler, moda evleri, kuyumcular, kemerciler, ince çorap satan dükkânlar vardı. Eskiden ince çorap satan pek dükkân yoktu. Buraya ince çorap almak için gelirlerdi şık hanımlar. Çok güzel bir pasajdı. Çok farklıydı eskiden. Şimdi de güzel ama eskiden daha güzeldi. Hiç gitmek istemezdim. Bir moda evi vardı. Sen çizimini yapardın, terziler de elbiseyi yaparlardı. Bayılırdım o dükkâna, çocukken. Şimdi onlar yok. Bir de tehlikeli oldu. Bir gün tinerci bir çocuk girdi dükkâna. Çok korktum o zaman. 67 Eylül olayları sırasında dükkânınız zarar gördü mü ? Ben çok net hatırlamıyorum ama annem anlatırdı. 67 Eylül olayları sırasında Aznavur Pasajı’ndaydı dükkânımız. Olaylar sırasında iki Türk bizim pasajı korumuş. “Burada sadece Türklerin dükkânları var” demişler. Bu sayede bizim dükkâna da diğer dükkânlara da bir zarar vermemişler. Beyoğlu’nda zarar görmeyen iki pasajdan biri Aznavur Pasajı olmuş. Diğer pasajların ne hale getirildiğini biliyorsunuz. Hacopulo Pasajı’ndaki şimdiki dükkânımız talan edilmiş. Biz çok korktuk. Bütün Rum ve Ermeniler çok korkmuştuk. Birçok tanıdığımız, hiç istemeyerek stanbul’u terk etmek zorunda kaldı. G berkendoner@gmail.com G Beyoğlu çok fazla değişti Sizin çocukluğunuzun Beyoğlusu nasıldı? Neler değişti Beyoğlu’nda? stiklal Caddesi’nde özellikle hafta sonları yürüyemiyorum. Çok kalabalıklaştı. Beyoğlu çok fazla değişti. Eski dükkânlar, sokaklar kalmadı. Yeni dükkân sahipleri çok kötü kullanıyorlar sokağı ve dükkânlarını. Girişteki hamburgercilerin görünümü hoş değil. Kötü kokuyorlar üstelik. Eskiden Beyoğlu’nda böyle dükkânlar olmazdı. Hepsi çok temiz ve şıktı. Elmadağ taraflarında vardı bakımsız dükkânlar. Burası Pera. Burada izin verilmezdi çünkü. Eski sahipleri buradan yavaş yavaş gidiyorlar. Vakko da kapattı. Çocukları kapatmamalıydı. Babaları çok severdi orayı, mağazayı korumalıydılar. Eskilerden Rejans, nci ve Hacıbekir kaldı. nci de kapanıyormuş, çok üzüldüm. Markiz Pastanesi’nde yemek satıyorlar. Camına da yemek fotoğrafları asmışlar. Oysa eskiden şapkayla gidilirdi Markiz’e. Çok önemli bir şeydi Markiz’e gitmek. En şık haliyle giderdi insanlar. Müşterilerim gelip ağlayarak “Markiz’i gördün mü, ne hale gelmiş” diyorlar. Eski Degüstasyon Meyhanesi de aynı şekilde. Sokakların da ismini değiştirdiler. Hacopulo’yu da Danışman Geçidi yaptılar. Beyoğlu’nun bu hale gelmesinde iş yerlerinin çok etkisi var. Eskisi gibi insanlar oturuyor olsaydı, bu kadar kötü hale gelmezdi belki. Ben çocukken Mısır Apartmanı’nda ünlü aileler otururdu. Şimdiki Yapı Kredi binasında annemin çok arkadaşı vardı. Bize çaya gelirlerdi. Şapkasız, eldivensiz sokağa çıkmazlardı. Paris neyse Beyoğlu da öyleydi. Oysa belediyenin eski yapıyı koruması gerekli. Çünkü burası çok önemli bir yer. Pera Palas’ı yeniden açmışlar. Çok güzel olmuş. Turistler hep oraya geliyor. Atatürk’ün odasını merak ediyorlar. Diğer yerleri de Pera Palas gibi korumalılar. Bütün bunlara rağmen stanbul’da yaşamaktan mutlu musunuz? Çok seviyorum stanbul’u. Başka ülkede yapamam. Sık sık Avrupa’ya gidiyorum kumaşlar almaya. Oralarda yapamıyorum, çok özlüyorum stanbul’u. Avrupa’nın insanları çok soğuk, komşuluk yok, birbirleriyle konuşmuyorlar. Ben sevmiyorum. Özleyip hemen dönüyorum. stanbul dünyanın en güzel yeri. G C M Y B C MY B