17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

c 23 TEMMUZ 2012 PAZARTESİ EGE Çandarlı Limanı yapımı için gerçekleştirilen çalışmaların bölge halkına rahatsızlık verdiği kaydedildi PATİKA HALUK IŞIK [email protected] ‘Dinamitler evimizde patlıyor’ eni Şakran sakinleri Aliağa Kaymakamlığı'na başvurarak yaz dönemi boyunca patlamaların ve dağdan malzeme taşınmasının durdurulmasını istedi. İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Çandarlı Limanı yapımında kullanılan patlayıcıların, inşaat için taşınan taş ve kayaların çevre sakinlerine rahatsızlık verdiği, halk sağlığını olumsuz etkilediği belirtildi. Çevre sakinleri, yaz dönemi boyunca patlayıcıların ve dağdan malzeme sağlanmasının durdurulması amacıyla Aliağa Kaymakamlığı'na başvurdu. Çevre sakinlerince toplanan imzalar, ayrıca başbakanlığa da gönderildi. İmza sahipleri arasında yer alan Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Altıntaş, Yenişakran Beldesi İncirlik Mevkii ve Sayfiye Mahallesi alanında yaşadıklarını belirterek, dilekçesinde şu görüşlere yer verdi: “Yaşamımızı sürdürdüğümüz Çandarlı Körfezi’nde, bir yükleme limanı yapılmaktadır. Bu yapımın gerekli kıldığı taş/kayalar, yine hemen yakınımızda bulunan ve antik kalıntıların bulunduğu söylentisinin de yer aldığı zeytinliklerin önce kesilmesi ve sonrasındaysa patlayıcı kullanılarak elde edilmektedir. Taşıması da İzmirÇanakkale otoyolu’nun Yenişakran/İncirlik Mevki'nde yapılan alt geçit kullanılarak kamyonlarla gerçekleştirilmektedir. Taş ve kayaların liman inşaatına taşınması da mavnalarla denize doldurularak yapılan iskeleden sağlanmaktadır. Haftada 7 gün ve günde 24 saat bu taşıma yapılmaktadır.” OZ BULUTU ALTINDA... Taş ve kayaların büyük bir gürültü içinde ve toz bulutu altında mavnalara boşaltıldığını vurgulayan Altıntaş, bu işlemin evlerin içi ve havanın toz dumana boğulmasına neden olduğunu söyledi. Bu durumun gencinden yaşlısına dek herkesi rahatsız ettiğini bildirerek, “Uykularımız haram oldu. Gürültü ve çevre kirliliği, yaşamımız açısından tehlike boyutlarını aşmış bulunuyor. Yaz boyunca, kendi konutlarımıza, çevre ve gürültü kirliliği olmasın diye tek bir çivi çakılmasına bile izin verilmemesine karşın, yaşamımızı çekilmez kılan ve sağlığımızı tehlikeye düşüren bu taşıma ve boşaltmalara nasıl izin verildiğini de anlamış değiliz. Taş ve kayaların elde edilmesinde kullanılan patlayıcının neden olduğu gürültü ve patlama sonrasında çevreye yayılan yoğun TNT dumanı ve tozu soluyoruz. Üretim alanlarımız, zeytinliklerimiz, bahçelerimiz ve bostanlarımız da, onarılmaz biçimde zarar görüyor” diye konuştu. Altıntaş, yaz dönemi boyunca patlayıcıyla malzeme elde edilmesini ve bunların mavnalara boşaltılmasının yasaklanmasını istediklerini söyledi. 250 Patika... Kişisel bir yazıdır, bağışlayınız. 5 yıl kadar önce bugünlerde, Cumhuriyet Meydanı'nda Serdar Kızık’la telaşla yürürken, “Olur mu? Olur!” gibisinden iki kelamla başlayan macera, bugün 250. Patika'ya ulaşmış bulunuyor. Ada doğmamıştı, 3 yaşına koşmaktadır. “Yeryüzü Sahnesi, İzmir” aklımda bile değildi, 2. yılına girmek üzeredir. Devlet Tiyatrolarından emekli olmuş, yerel yönetimlerin o kendine özgü dünyasında, danışman, genel sanat yönetmeni olarak, varlığımı yokluğuma armağan ederek çalışmaktaydım. Bademler Köy Tiyatrosu'ndan ve Aydın Belediyesi Şehir Tiyatrosu'ndan koparılacağımı düşünemezdim. Çünkü söz gelimi Seferihisar Belediye Tiyatrosunu kurma telaşım vardı. Patikaları yazmaya başladığımda, töhmet, soruşturma, yargısız infazlardan geçeceğimi, aklandıktan sonra özür dilemesi gerekenlerin susacağını bilemezdim. Ama bekliyorum ve mutlaka işiteceğim o özürleri. Sakın unutkanlığımdan medet umulmasın. Öfke çabuk geçer, ama ya kırgınlık? Topluluğumun emeği ve ekmeği çalındı. Bir turnusol mevsimiydi, sürmektedir... Toplu Oyunlarım basılmamıştı, İZBETON’cularla “Murtaza”yı, romanlarla “Yurdum Kılındığında Tüm Dünya”yı, talasemi hastası kardeşlerimle “Çiçekler Solmasın”ı çalışacaktım bu yıllar içinde. Atilla Koç ayrılacak, yerine Ertuğrul Günay Kültür ve Turizm Bakanı olacaktı ve aklımızdan bile geçmiyordu bir gün tiyatroların kapanma tehlikesi yaşayacağı. Orhan Pamuk Nobel almıştı, ama Elif Şafak’ın erkek kisvesinde ya da şemsiyeli kapak fotoğrafı çektirmesine zaman vardı. Siyanürü biliyorduk, GDO’yu öğrenecektik. Tiyatrocu geçinen biri, “Kıbrıs çıkartmasında 10 Rum gencini öldürdüm, et yiyemiyorum” diye saçmalayacak ve onu Tenyalar Vadisi özentisi çocuklar izleyecekti. Manyak mı ararsın, töre, racon, “erkeğiz ulan!” gibi gerekçelerle insanlar ve en çok kadınlar ölecek, öldürülecekti. Tersanede, madende, selde heyelanda, depremde trafikte, dağda düzde... İnsana değer verilmediği için, demet demet ölenlerin ardından, “adet” hesabıyla “güzel” ölüp ölmediklerini konuşmaya kadar varacaktı işler. Kocasına arkadaşıyla yatmayı teklif edecek bir kadın göreceğimizi de düşünemezdik elbette. Türkan Saylan ve Türkel Minibaş gibi kadınlarımızın ışığı yeter sanıyorduk, onlar gitti birer birer ve geride cehaletin kendini bilmezliği kaldı. Mustafa Balbay yazmaya başladığımda tutuklanmıştı, kendimce nöbettir her Patika. Yüzlerce insandan kimi duruşma sonucunu göremeden ölecekti. İzmir de operasyondan geçecekti ve 250. Patikaya ulaştığımda, bütün bunları yazacağımı bilemezdim. Nereden bilecektim, galerilerin basılacağını, ressamların bıçaklanacağını, heykellerin dilimleneceğini? Elbette nice değerli insanın zamansız öleceğini ve kalbim kanaya kanaya arkalarından yazacağımı da... “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” diyor bilge, “Su akar, yolunu bulur” diye yanıtlıyor Anadolu insanı. İşte 250 haftadır, kültür ve sanat penceresinden kentin, bölgenin, ülkenin ve dünyanın hallerine bakarken, bu umutla yürümeye çalıştım. İnsanlarım oldu, onlar artık salt okur değildir gözümde. Kızdırdığım, yanlış anlayıp anlaşıldığım da olmuştur kuşkusuz, bundan sonra da olacaktır. Yetişemediğim, gidemediğim, ihmal ve ertelemelere kurban gidenler de bağışlasın. Samimiyet ve iyi niyetimden başka kanıtım yok. Bir de yazdıklarım, haftada 460 sözcük… 5 yıl kadar önce bugünlerde, “Cumhuriyet yazarıyım” demekten çekinir, utanırdım. Hala bu büyük sorumluluktandır, mevzu açıldığında, lafı ağzımda gevelerim. Şimdi iki haftalık izin istiyorum, daha nasıl yakışabilirim bu gazeteye ve size... Düşünmeliyim. Ömrüme verdiğim sözü tazelemeliyim; inandığımı, yüklendiğim sorumlulukla yazmaktan, söylemekten ve eylemekten asla vaz geçmeyeceğim. Bütün bunları bize öğretip, gidenler gibi. Ta ki, “yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek”... Y KALE GÜÇLENİYOR İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Kadifekale sur duvarlarının restorasyonu için yapım ihalesini sonuçlandıran İzmir Büyükşehir Belediyesi, bölgede kaymaya yol açan faktörleri ortadan kaldıracak proje için de Dokuz Eylül Üniversitesi'yle protokol yaptı. Büyükşehir ayrıca, heyelan nedeniyle boşaltılan Topaltı İlköğretim Okulu önüne kazıklı istinad duvarı yapabilmek için 1 Ağustos’ta ihaleye çıkacak. T ZAMANL A YARIŞ İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Torbalı, Menemen, Buca, Bornova, Konak, Karabağlar, Gaziemir, Narlıdere ve Balçova’da sürdürülen asfaltlama çalışmalarını denetledi. Asfaltlama ihalesine yapılan itiraz nedeniyle 3 aylık gecikme yaşandığını, bunu gidermek için 2 aylık yoğun çalışma öngören bir plan hazırladıklarını belirten Kocaoğlu, “İhaleyi yapamadığımız için mevsimin hemen hemen yarısını boşa geçirdik. İki firma girdi ihaleye onlar birbirini Kamu İhale Kurumu’na şikayet ettiler. Evraklarında bir sürü hata vardı. Bir sürü yanlışlık vardı. Ama olan bize oldu. İzmirli hemşehrilerimize oldu. Elimizde olmayan bu gecikmeden dolayı tüm İzmir hemşehrilerimizin affını diliyoruz” dedi. KONUK Prof. Dr. SÜLEYMAN SEVİNÇ Urla, turkuaz rengi suları, iki katlı bahçeli evleriyle İzmir'e en yakın plajlara ev sahipliği yapmakla övünür. Bu plajlar sadece görsel olarak değil, aynı zamanda kullanılabilirlik açısından da modern standartlara uygun, yüzülebilir sulara sahip. İzmir Körfezi'nde 2000'li yılların getirdiği temizlik çalışmaları, atıksu tesisleri ve belediyelerin uyguladığı sıkı disiplin sonucu Urla plajları, İzmirlinin hafta sonunda kaçışlar yapabileceği alternatif mekanlar oluşturmaya başladı. Zeytinalanı'ndan başlayıp Çeşmealtı sahiline kadar uzanan şeritte pek çok plaj İzmirlinin rahatlıkla yüzebileceği kalitede. Bu plajlar İzmir'e daha uzak olan Çeşme, Seferihisar ve Karaburun plajlarına kesin bir alternatif. Ancak buna rağmen, Urla plajlarında bir bakımsızlık, dağınıklık ve çevre kirliliği hakim. Yerel halk, plajların kumsalının temizliğinden yerel belediyenin sorumlu olduğunu düşünse de, belediyenin bu konuda bir gayret içinde olmadığına inanıyor. Bu yazıda Urla'nın dünya güzeli plajlarından İzmir'e en yakın olanı, Pakize Hanım Caddesi Plajı'nın hazin halini su URL A’DA PL ASTİK MEZARLIĞI... Köfteciyi içiniz sıkılarak geride bırakıp biraz ilerlediğinizde, plajın asıl kumsalının da bu tecavüzden payını aldığını görecek ve içiniz sıkılacak. Eskiden kalma ve parçalanmaya yüz tutmuş bir beton iskele, adeta kurtarıcınız gibi koşar imdadınıza. Bir an için arkanızda yer alan onca pisliği unutur, denizin fısıldayan hışırtılarına dalarsınız. İskelede bulunan eski bir kanepeden Urla'nın adaları, Karaburun dağlarının siluetleri ile karışır. İskelenin sağında ve solunda önce beton kalıntısı zannedebileceğiniz doğal kaya parçaları şekillenmiştir. Bir başka ülkede nadir bulunan bir fauna olduğundan özenle korunacağı açık olan bu kayalar, kumsalla deniz arasında üzerinde türlü yosun ve deniz yaratığına bir yaşam alanı sunuyor. Plajın kumsalında batıya doğru bir yürüyüşe geçersiniz. Sizi kaya yığınından oluşmuş dalgakırana benzer bir yapı karşılar. Önce ağır bir koku selamlar sizi ardından şok geçirirsiniz. Kapladığı su alanı balçığa dönüşmüş, otomobil lastiğinden tuvalet klozetine kadar her şeyi bulabilirsiniz burada. Dalgakıranın üstü de payını almıştır bu pislikten. Mideniz bulanarak dönmek zorunda kalırsınız. Caddeye doğru hafifçe yokuşu tırmandığınızda sol tarafınızda bir çöp yığını ve o yığının içindeki 4 adet üstü açık varili görürsünüz. Bu 4 varil, belediyeden bu bölgede alabileceğiniz servisin üst sınırı gibi görünmektedir. Varillerin çöp tenekesi olarak kullanımı hem estetikten yoksun, hem de çöplerin rüzgârın etkisiyle savrulmasına açık bir uygulamadı. Pakize Hanim Caddesi'ne ulaştığınızda, caddenin durumu da dalgakırandan farklı değildir. İzmir'e 30 kilometrelik bir uzaklıkta, dünya standartlarında, yüzülebilir en az 30 plajı barındırabilecek bir kent, ne yazık ki bunu değerlendirememektedir. Araştırdım. Dalgakıran, Urla'daki diğer yasal dalgakıran ve balıkçı barınaklarının aksi yönünde yapılmış. Böylece akıntılara ters yönde kaldığından içi önce yosunlarla sonra her türlü çöple dolmuş. Belki bu yazımız bir fark yaratır da ilgili makamlar gereğini yaparlar. Böylece vatandaşa kolayca ulaşabilecekleri bir plaj kazandırılır. nacağız. Bu canım plaj, İzmirCesme karayolunda seyahat ederken uzaktan muhtemelen çoğumuzun turkuaz sularına bakarak iç çektiği, Zeytinalanı ışıklarını geçince Aşıklar Çeşmesi mevkiinden sağa deniz kenarına girince karşınızda beliriverir. Aslında Aşıklar Çeşmesi ile başlamak gerek yazımıza. Adı üstünde aşkla ilişkilendirilmiş. Aşıklar Çeşmesi Durağı'nda deniz kenarındaki düzlükten gün batımında aşıklar, Karaburun dağlarının arkasında güneşin gölgelerini, Urla'nın sayısız adalarının üzerinde bırakıp gökte renk cümbüşleri ile uykuya çekilmesini izlermiş. Manzara halâ çok etkileyici. Aşıklar Çeşmesi'nden Urla'nın antik sularına göz attıktan sonra yürüyerek Pakize Hanım Plajı'na geçebilirsiniz. Plajın girişi sağlı sollu, derme çatma ve pek de estetik olmayan bir köfteci tarafından işgal edilmiş. Daha doğrusu talan edilmiş. Köftecinin deniz tarafı kumsal ama pet şişeler, naylon torbalar, deniz kenarına dökülmüş molozlar, tahta parçaları, kısacası aklınıza gelebilecek her türlü çöp. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle