21 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

25 MART 2011 CUMA cEGE 3 FELAKET KAPIYI ÇALMADAN... aponya’daki depremin ardından akıllara gelen ‘Biz ne derece hazırlıklıyız?’ sorusunun yanıtları pek de iç açıcı değil. PAT KA HALUK IŞIK [email protected] J ASUMAN ABACIOĞLU Japonya’da meydana gelen ve binlerce insanın yaşamına mal olan tsunami felaketini yaratan 9 şiddetinde bir deprem beklenmiyor Türkiye’de. Ancak, Prof. Dr. Celal Şengör’ün ülkemizde bu kadar büyük bir deprem olmasa da daha çok zarara yol açacağı sözlerine takılıp kalıyor insan. Türkiye’de deprem açısından İstanbul’dan sonra en riskli kent İzmir. İzmir’de depremin en fazla zarara yol açacağı yerleri gösteren bir harita var; bu yerler kırmızıyla işaretlenmiş. Kentin körfez boyunca çepeçevre bütün kıyıları, haritada kıpkırmızı bir renkle gözlerimizi alıyor. Kırmızı renk, uyarı işaretidir ve körfezin dolgu alanlarının bulunduğu bütün kıyıları alarm veriyor. Hani kentin en prestijli, deniz manzaralı, en pahalı semtlerinin olduğu kıyılar ne yazık ki en riskli olan yerler. Haritada kırmızının yanı sıra turuncu ve sarıya da yer veriliyor; yani riski biraz daha az olan yerler. Ancak İzmir neredeyse tamamıyla deprem riski altında. niyle hasar görebileceği öngörülüyor. Bu proje çerçevesinde tahmin edilebilenler böyle. Gerisi sizin hayal gücünüze kalmış. Risk haritalarında kırmızı renkle gösterilen kıyıların Marmara depreminde olduğu gibi deniz sularının altında kalabileceği tahmin edilebilir örneğin. Otoyolların ve viyadüklerin çöktüğünü veya kullanılamaz hale geleceğini düşünün. Böyle bir durumda kentin başka bir yerinde bulunan yakınlarınıza nasıl ulaşacaksınız? Körfezde güçlü bir deniz ulaşımı ağı bulunmadığı için kullanılamaz duruma gelen karayollarından başka bir alternatifiniz olmayacak. Eğer hayatta kalırsanız yakınlarınıza ulaşmaktan başka sorunlarınız da olacak. Yiyecek, su, tıbbi malzeme ve barınma gibi gereksinimlerinizi nasıl karşılayacaksınız? Size en yakın yardım merkezi nerede kurulacak, bilginiz var mı? Bütün Dünya Tiyatro Sahnesi Dert ayıdır, kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır... Bütün bunlar mart ayı için söylenir bizim memlekette. Yüzyılların birikiminden doğan sözlerdir, anlamak gerek. Ama mart bu kadar değildir. “Dünya Su Günü”, “Dünya Ormancılık Günü”, “Dünya Şiir Günü”, “Dünya Çocuk Tiyatroları Günü”, “Dünya Tiyatro Günü” ve elbette “Nevruz”, marta özel bir konum kazandırır. Bütün bu önemli günlerin tarihlerini, yazıyı rakamlara boğmamak için belirtmedim. Bilmeyenler, kolaylıkla öğrenebilir. Mart ayı, insanoğluna doğayla kardeş ve saygılı bir yoldaş olmaktan başka çaremizin olmadığını anlatır. O nehir bir gün akmayabilir, o ağacın gölgesi bir gün siliniverir, o deniz bir gün tüm nimetleriyle birlikte çekip gidebilir. Doğa hala bunu yapmıyorsa, kimi anımsatmalarla yalvarıyorsa, kimi zaman tepesi atıp “Yapma, artık yeter!” deyip köpürüyor ve her türlü hırsımızı beş dalga üç rüzgarla birden sıfırlayıveriyorsa, bunun tek nedeni insanoğludur. Suyu korumadığı, ormana saygı duymadığı, bütün bunlardan dolayı şiirini yitirdiği içindir. İşte bu yitirme hali ve korkusudur, savaş denen belanın silahımızın ve dilimizin ucunda durması ve her fırsatta insanlığı yeni bir utanca sokması. TMMOB’nin “Dünya Su Günü” bildirisini, hele yaptığı anketin sorularını bir yerlerden bulup okuyun, okutun. Sanıyorum, en az benim kadar, cahilliğimizin ve cahillerin peşinden sürükleniyor olduğumuzun farkına varacaksınız. Bir 27 Mart daha geldi işte. “Dünya Tiyatro Günü”dür. Turgut Özakman öğretmenimin tanımıyla; “İnsanı insana, insanca ve insanla anlatma sanatıdır” tiyatro. Hak yiyerek, hor görerek, ötekileştirerek, hiçleyerek birbirimize dar ettiğimiz şu dünya sahnesinde, en güzel sanat olan “yaşama sanatını” berbat etmeyelim diye, insanoğlunun yarattığı harika icatlardan biridir. Bir aynadır, kendimize çeki düzen verelim diye uğraşır. Yüzünün çarpıklığını görmek istemeyenler, ondan hep korkar. Boal o yüzden şöyle der; “Barbarlar mutludur, çünkü tiyatroları yoktur.” Mustafa Kemal Atatürk, işte bu yüzden “Tiyatro, bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır” demiştir. Bugün tiyatromuzun ve tiyatrocularımızın hali pür mealinin sorgulamasını yapacaksak, hepimizin bir “seviye tespit” sınavından geçtiğimizi unutmamalıyız. Kuşkusuz, durum saptamalarından yeterince yorulduk. Şiirsizliğin, tiyatrosuzluğun, kısaca sanatsızlığın girdabında debelenen insanların, halkların, ülkelerin, insanlık bahçesinde gerine gerine dolaştığını tarih henüz yazmadı. Sanata ve sanatçıya düşmanlığın, utku, mutluluk ve saygınlık kazandırdığını bilen yok ve olmayacak. Yasakçı zihniyetlerden mekan sorunlarına, telif haklarından örgütlenme güçsüzlüğüne... Aşılması gereken bütün bu sorunlar, öncelikle bu ülkeyi yönetenlerin ve yönetmeye soyunacakların “ne düşündüklerini ve ne yapacaklarını” somut olarak öğrenmemizi kaçınılmaz hale getiriyor. Çağdaş her ülkede insanlar, yöneticilerini, biraz da bu soruları sorarak ve yanıtlarını alarak seçer. O ülkeleri “gelişmiş” olarak anmamızın gerekçelerinden biri, kültür ve sanata verdikleri değer ve önemdir. 29. İzmir Tiyatro Günleri’nin, bizi bütün bunları düşünmeye yönlendirmesini dileyelim. Hepimizin “Dünya Tiyatro Günü”, sonsuz umutlarla kutlu olsun. 27 Mart’ın aynı zamanda yazarınızın doğum günü olmasına gelince, geçti gitti yarım yüzyıl. Her yıl bunları düşünmekten, neyi nasıl kutlasın ki gariban? ‘B ZE B RŞEY OLMAZ’ Radius Projesi, Türkiye’de sadece İzmir’de gerçekleştirildi ve 6.5 şiddetindeki bir depremin bile yıkıcı sonuçları olacağını gösterdi. O zamandan bu yana on yıldan fazla bir süre geçti ancak araştırdığımda Karayolları yetkililerinin, “Bizim yollarımıza ve viyadüklerimize bir şey olmaz’’ şeklindeki açıklamalarına rastlıyorum sadece. Bunun dışında, araştırmada öngörülen riskleri engellemek için hangi kuruluşlar ne yaptı bilemiyorum. Hasar görmesi beklenen binalar, yollar ve viyadüklerin sağlamlaştırılması bir yana, İzmir’de yaşayanların ne kadarı bir deprem sonrası ne yapması, nereye gitmesi, kimden yardım alması gerektiğini biliyor? Bize yardım etmesi gerekenler yeterince hazırlıklı mı? Önce birilerinin bize bunları “yeniden’’ anlatması gerekiyor. Böylece biz de felaket başımıza gelmeden önce sorumlulardan hesap sorabilelim. RADIUS PROJES Gözünüzü korkutmak gibi olmasın ama Japonya’daki gibi bir deprem olsa İzmir’de ne olur bence biraz düşünmek lazım. Siz düşünemiyorsanız eğer, bunun çalışmasını ta 1997 yılında BM desteğiyle çok sayıdaki uzman Türkiye’de sadece İzmir’de yaptı; Radius Projesi adıyla da bir aralar epeyce konuşulan bu risk analizinin ürkütücü sonuçlarına bakın. Unuttuysanız hatırlatmak isterim; üstelik bu çalışmada, İzmir’de 9 şiddetinde değil 6.5 şiddetinde bir depremin yaratacağı hasardan söz ediliyordu. BM desteğiyle İzmir Büyükşehir Belediyesi, Valilik, Boğaziçi Üniversitesi ve meslek odaları tarafından Radius Projesi kapsamında İzmir ve ilçelerinde iki yıl boyunca 180 bin yapı üzerinde araştırma yapıldı. Kentte 6.5 şiddetinde bir depremin incelenen 180 bin yapıdan 45 bininde orta ve ağır hasara yol açacağı belirlendi. Can kaybının 6 bin 300, yaralı sayısının 74 bin olması öngörüldü. Radius Projesi’ne göre 6.5 büyüklüğündeki deprem, köprü ve otoyollarda da hasara yol açacak; tüm köprü, kav şak ve viyadükler en az yüzde 8 hasar görecek. Çeşme Otoyolu üzerinde yer alan İstihkam, İkiztepe, Osman Kibar, Sanayi 2 ve Doğanlar köprüleri ağır hasar görecek. Yine aynı otoyol üzerinde yer alan Şehitlik, Garaj ve Egemak köprüleri ile Liman Viyadüğü yüzde 8’den fazla hasar görecek. Senaryo çerçevesinde İzmirÇeşme Otoyolu’nun kullanılamaz hale geleceği öngörülüyor. Naldöken ve Zafer Payzın viyadükleri ile Turan ve Egemak köprülerinin yüksek sıvılaşma ihtimali olan bölgelerde yer alması nedeniyle kullanılamaz duruma gelebileceği belirtiliyor. Çanakkale yolunun Karşıyaka’da kalan bölümü ile kısmen güneydeki kesimlerinin sıvılaşma nede C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle