17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

13 AĞUSTOS 2010 CUMA cEGE P ATİK A HALUK IŞIK 3 Seferihisar’daki Buluşma 4. Türkiye Tiyatro Buluşması, Seferihisar Ekmeksiz Koyu'ndaki kamptaki yoğun toplantılar, atelyeler ve söyleşiler; Sığacık Kalesinde günde ikişer oyun ve Sığacık sokaklarındaki oyunlarla gösterilerle, bir haftayı yoğun bir şekilde tüketerek bitti. Buluşmanın, “Perde Aralanıyor, daha yakından bakın” çağrısına ve “Hayat sanattır, sanat sokakta” şiarına uygun biçimde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu sonuçta, sanatın araştırma, bilim ve eğitim yanına odaklanmış TİSAD’ın, her gün biraz daha genişleyen Tiyatrolar Birliğinin ve elbette Seferihisar Belediyesi ile konuya duyarlı başkanı Tunç Soyer’in ve arkadaşlarının büyük payı, emeği var. Bu arada, 150 dolayındaki tiyatrocuya ev sahipliği yapan Ekmeksiz Plajı işletmecisi Yunus Beyi, çalışma arkadaşlarını ve ailesini de anmamız gerekiyor. Çok zor bir işin üstesinden, üstelik de yaz sezonunun en yoğun olduğu günlerde gelmek, sanıldığı kadar kolay değildir. Düzenleyiciler, katılımcılar ve ev sahipliği yapanlar, kuşkusuz önümüzdeki buluşmaya dair, oldukça deneyim kazanmış durumda. Buluşmanın teknik ve bilimsel ayrıntılarına girmek, köşemizin yönelişi ve boyutu açısından olanaksız. Meraklısı, yazılı ve sanal medyanın ilgili yayınlarında ve sayfalarında, konuya dair değerlendirmeleri kısa süre sonra okuyacaktır. Ama bu buluşmanın bıraktığı izleri paylaşmak isterim. Toz duman içinde, nelerle uğraştığımız bir süreçte, böylesi etkinliklerin anlam ve önemini, Seferihisar’da bir daha gördüm, yaşadım. Bunların başında, sanıyorum “bir araya gelme” ve “bir şeyleri paylaşma” ihtiyacının yoğunluğu geliyordu. Bu ihtiyacın, sanatın ”itiraz” ve “hayata müdahale” ateşi çevresinde giderilmesi, insanların böylesi buluşmalara olan “açlığını” gösteriyordu ki, bunu önemsemek gerek. Öte yandan, birçoğu üniversite öğrencisi ya da amatör nitelikli gençlerden oluşan tiyatrocuların, oturup hayat, sanat, ülke ve olup bitenler üstüne konuşması, tartışması; bu uğurda pek de konforlu olmayan koşulları göze alması, umut vericiydi. Oyunların tamamı, istenen nitelikte miydi, elbette hayır ve böyle bir durum da çok doğaldır. Böylesi organizasyonların olmazsa olmazlarının tümü yerine getirildi mi, kuşkusuz eldeki olanaklarla bu da mümkün değildi. Ama hiçbiri, bir şey yapmadan oturmaktan ya da sızlanıp durmaktan daha kötü değildi. Bu, durumun tiyatrocuları ve buluşmaya emek verenleri ilgilendiren yanı. Buluşmanın, bundan sonraki çalışmalara ve ülkemiz tiyatrosuna yapacağı katkıyı, bize zaman gösterecek. Ne de olsa, “fikri sabit” olmaktansa, “fikri takip” her zaman iyidir. Bunu söylerken de, yanılmıyorsam Sakallı Celal’in sözü kulağımda çınlamaktadır; “Bu memleket uzun laftan battı” (Sözün sahibi konusunda yanılıyorsam, lütfen düzeltiniz) Buluşmada beni en çok, Sığacık Kalesi'ndeki oyunlara gelen ve kaleyi dolduran izleyiciler etkiledi. Kim demiş, “tiyatro izleyicisi azalıyor, izleyici tiyatrodan kaçıyor” ve hele hele “tiyatro ölü bir sanattır”? Söylenecek çok söz var, yıllardır söyleyip duruyoruz, bundan sonra da söyleyeceğiz. Şimdi bizim yerimize, öğretmenim ve ustam Suat Taşer konuşsun: “Siz yeter ki çiçeğinizi güzel dikip, büyütün. Bal toplamaya gelecek arılar, mutlaka olacaktır.” Bilmem, açıklamaya gerek var mı? Size, özel bir tiyatrocudan, Esmeray’dan da söz edecektim. Onu da haftaya anlatırım. TESLİM EDECEK KENTİMİZ YOK!.. aşbakan Recep Tayyip Erdoğan, İzmir’in eninde sonunda AKP’ye ‘teslim edileceğini’ savunuyor. ASUMAN ABACIOĞLU İzmir’de bir şeyler kötüye gidiyor gibi gözüküyor. Haberler hiç iç açıcı değil; işsizlik oranı Türkiye ortalamasının üzerinde; en çok iş kazası burada oluyor; ihracat oranı son hızla düşüyor; satılık fabrika sayısı çok fazla. Üstüne üstlük Türkiye’ye gelen turist sayısında yüzde 10.5’luk artış yaşanırken İzmir’deki artış yüzde 3.8’de kalmış; bu demektir ki turizm bile fazla ilerlemiyor. Yani İzmir zaten çok iyi durumda değilken, daha beterine doğru yol alıyor. Bu gerilemeyi fırsat bilenler İzmirlileri her yönden sıkıştırmaya çalışıyorlar. Başbakan, İzmir mitinginde yaptığı konuşmada referandumun AKP'nin oylanması anlamına gelmediğini söylüyor, “Yaşam tarzınız teminatımız altındadır’’ sözünü veriyor ve İzmir’i can evinden vuruyor; “Çocuğunun geleceği için oy ver” diyor. İzmir’in böyle kendi içine doğru kapanması ve ekonomik açıdan gerilemesinin nedenleri nedir, bunun sorumluları kimlerdir bilemiyorum. Bu, biraz da bilinçli bir geri bırakılma mı tartışmak gerek. Kentin önde gelen kişileri İzmir’i “suskun bir kent’’ olarak tanımlıyorlar. Bence suskun kelimesi gerçekten de İzmir için doğru B bir tanımlama değil. “Bağırmayan’’ demek belki daha doğru. Bağırmak veya haykırmak İzmirliler’in tarzı değil. Onların yöntemi “sessiz ve derinden’’ gitmek. Ancak asla suskun denemez. İzmirliler ağırbaşlı hiç değiller ama yine de bağırdıkları söylenemez. Bu yüzden İzmirlileri tanımlarken biraz dikkatli olmak gerekiyor. Başbakan Tayyip Erdoğan İzmir mitinginde halkı “Evet’’ demeye ikna etmek için kendisine verilen tüyoları iyi değerlendirmiş gibi görünüyor. Seçtiği kelimeler tesadüf değil. Ben mitinge katılmadım ancak okuduklarımdan bu sonucu çıkarıyorum. Konuşmasına bakıldığında, “yatırım’’, “yargı engel liyor’’ ve “hayat tarzınız’’ sözcükleri hemen dikkat çekiyor. Nedense bu sözcükler insana hiç yabancı gelmiyor. Yıllardır önümüze getirilen argümanın birer parçaları bunlar. Bataklık olduğu için bilim insanlarının yapımına karşı çıktığı gökdelenlerin, kent içindeki altı şeritli otoyolların, Çeşme’yi betonarme bir oteller kentine dönüştürecek projelerin, doğayı alt üst edecek altın madenlerinin yargı yoluyla engellenmesi, İzmir’i geri bırakan zihniyet olarak sunuluyor. Biz bu yaklaşımı tanıyoruz. Mesela Başbakan Erdoğan, yatırım yapılmamasının gerekçesi olarak “yargı’’yı gösterdiği konuşmasında, yine gazetele rin yazdığına göre, “Yatırım yapın dediğimizde diyorlar ki ‘Yargılamada çok sıkıntı çekiyoruz’. Yüzde 47 aldığımız cevap bu. Yüzde 37’si de diyor ki ‘Yargıçlar tarafsız davranmıyor. Bunu uluslararası sermaye söylüyor’’ diye konuşmuş. Bir yandan da İzmirlileri, “Benim her vatandaşımın değerleri, yaşam tarzları, tercihleri teminatımız altındadır’’ diyerek ikna etmeye çalışıyor; korkularını gidermek istiyor. 12 Eylül’de yapılacak referandumda oylanacak Anayasa değişikliğinin asla bir AKP projesi olmadığını kaydediyor; bu noktayı İzmir’de özellikle vurguladığının da altını çiziyor. Diyor ki “12 Eylül’de Ak Parti oylanmıyor; senin kendi geleceğin oylanıyor; çocuklarının geleceği oylanıyor; ona göre karar ver’’ . Ancak Başbakan Erdoğan’a tüyo verenlerin bir türlü anlayamadıkları bir durum var; hükümet yetkilileri hep aynı hatayı tekrarlıyorlar. Başbakan da son İzmir mitinginde bu hatayı yapıyor; “İzmirlilerin de er veya geç İzmir’i de AKP’ye teslim edeceklerini’’ söylüyor. Ancak bilmiyor ki, bu “teslim etme’’ meselesi İzmirlilerin tüylerini diken diken ediyor. İzmirliler bu kenti kimseye “teslim etmezler’’. Çünkü bu kent İzmirlilerindir; kimseye vermezler; gözleri hep üstündedir. İzmir yerin dibine de batsa, beş kuruş para da alamasa bu böyledir. Çalışmaya iş bulmaya başka yerlere gitseler de akılları fikirleri İzmir’dedir; hep geri dönmeyi düşlerler. Bu yüzden “teslim almaya’’ gelen herkes, bu kentin kapısından gerisin geri döner. [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle