02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 ARALIK 2010 CUMA cEGE P A TİK A HALUK IŞIK 3 Kentlerin Ruhu İnsanların bir arada yaşaması, örgütlü olma haline muhtaçtır. Kentler, bu gerekliliğin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Biz kendi işimizde gücümüzdeyken, farkında olalım olmayalım, bu örgütlülüğü tepeden tırnağa yaşarız. Basılan gazete, çeşmeden akan su, yürüyüp giden trafik, her hafta açılan pazaryeri, her sabah temizlenmiş olarak gördüğümüz sokaklar ve saymakla bitmez bir kıpır kıpırlık halidir kent. Kentlilik, bu örgütlülüğün bir parçası olduğumuzun bilinmesiyle başlar. Yerleşik olmak, yerleşikliği kabul etmek ve yerleştiğin yerde üretmek, barınmak ve bir arada olmayı “yaşama sevinci”ne dönüştürmektir kentlilik. Kentlilik, göçebelik, “bir gün gitme ihtimali” beslemek değildir. Banka memuru olarak üstüne düşeni yaparken, seni işe getiren Eshot şoförünün de aynı şeyi yapmaya çalıştığını bilmektir. Sen suyun akmasını sağlarsın, öteki trafiğin akmasını, beriki pazaryerini düzenler, başkası çöplerin toplanmasını. Bu bir “konsensüs”tür, işbölümüdür, birlikte yaşamanın görev paylaşımıdır, kentsel bir imecedir yani. Bu kadar yalındır bir kentte yaşamak, bir kenti paylaşmak, o kenti “kent” yapmak. Önemli olan, yetkilerin verdiği böbürlenmelere kapılmak olmadığı gibi, çöpü topladığın için kendini küçük görmemektir. Önemli olan, mevkiden dolayı “ileri gelen” değil, işini yapmak için “ileri giden” olmayı göze almaktır. Makamın, üniforman, silahın, telsizin, kalaylı kumaştan döpiyesin, takım elbisen, tepe lamban, geçiş üstünlüğün, önlüğün, tulumun değildir önemli olan. İşini yapmaktır, seçilmiş ya da atanmış olarak getirildiğin, ekmeğini kazandığın, sana bir iş yapmanın saadetini yaşatan o görevleri yerine getirmektir. Hayatı başkaları için kolaylaştırmak, başkalarından hayatını kolaylaştırmalarını talep etmek, yapılmıyorsa talebi itiraza dönüştürmek, gerektiğinde bütün bunları eyleme dökmektir. Bir kentte yaşamak, uygarlığın cesaretini ister. Vandallığın, ilkelliğin saldırganlığını değil. Bu kadar da değildir, kentle kentlinin ilişkisi. Birbirini belirleyen kavramlardır, birbirlerinin göstergesi öznelerdir kent ve kentli. Demokrasinin, çağdaşlığın, gelişmişliğin, uygarlığın hayat alanıdır kent. Bu değerlerin niteliği, kentlinin gösterdiği duyarlık kadardır. Demokrasiyi bir yaşama biçimi olarak kabullenen kentlerin insanlarında, “agorafobi” yoktur örneğin. Kentler alanlarıyla vardır. Oraları kentlilerin toplanma, buluşma, bir arada olma coşkusunu yaşama mekanlarıdır. Talep ve itirazlar oralarda dillendirilir. Kamuoyu orada ses verir, ses alır. O yüzden, öyle kentlerin alanları, botanik bahçesinden devşirme kocaman saksılara benzemez, benzememelidir. Çünkü bir kentin alanları, kentin ve kentlinin özgürlük simgesidir. Bu farkındalığa sahip olunmazsa, herşey birbirine karışır. Birlikte yaşamanın, haklara karşılıklı saygının tüm gerekleri ortadan kalkar. Bir türlü kentli olamamışlık, kentten intikam almaya başlar. Kent mobilyalarını kırar, otobüs koltuklarının arkasına jilet atar, yırtar. Yontuların üstüne kaba saba yazılar yazar. “Ben de varım” demenin en zavallı yöntemi seçilmiştir. Ve böyle böyle ruhunu yitirmeye başlar kent. Geçmişi unutulmuş, geleceği düşünülmez olur. Örneğin, burada bir “hatıralar anıtı” cumbalı ev yıkılır, orada bir Haydarpaşa Garı yakılır. Yıkılan yanan, yalnızca binalar değildir. Göğe yükselen, toz duman değil, kentin ruhudur. Geriye, nerede yaşadığı hiç farketmez insanlar kalır. Bir de kalbi kırık sloganlar; “Kentler, onlara sahip çıkanlarındır.” Erkeklerin‘geçici’duyarlılığı! ızının üniversiteli arkadaşı, inancı gereği taktığı türbanına bu kadar karşı çıkılması yüzünden çok üzülmüştü. Onu böyle görmek adamın içini kanatıyordu. Türk erkeklerinin şefkatine mazhar ‘olabilmek için ille de türban mı takmak gerekiyordu?’ K ASUMAN ABACIOĞLU Radyoda yayınlanan bir haber programına telefonla katılan adam, sesini titreterek anlatıyordu; kızının türbanlı arkadaşı, gördüğü zulüm yüzünden hüngür hüngür ağladığı için yüreği parçalanmıştı. Spiker araya girerek sordu; “Ama artık üniversitelere de türbanla girilebiliyordu. Niye ağlıyordu bu genç kız?’’ Adam soruya yanıt verdi; kızının arkadaşı, inancı gereği taktığı türbanına bu kadar karşı çıkılması yüzünden çok üzülmüştü. Onu böyle görmek adamın içini kanatıyordu. Birden gözlerim doldu; bu ne iç burkucu bir duyarlılıktı! Kadınların bu coğrafyada, Türk erkeklerinden görmeye alışık olmadıkları bir incelikti bu. Biz ortaokul, lise çağlarında eteklerimizi kısa bulan öğretmenlerimizin hışmına uğrarken, nedense kimseden böyle duyarlılıklar görmemiştik. Özgürlükler için gösterilen bu duyarlılıktan nedense asla payımıza bir şey düşmemişti. Türk erkeklerinin şefkatine mazhar olabilmek için ille de türban mı takmak gerekiyordu? öğrencilerin, dikkatleri çekmeyecek bir şekle sokulmalarıydı; daha doğrusu “şekilsiz’’ olmalarıydı. Cinsel kimlikleri böylece baskı altına alınıyordu. Yani bir yerde saçları örtmekle ilgili kuralın gerekçesiyle aynıydı; kadınların erkeklerin aklını çelmemesi gerekiyordu. Kurallar bu kadarla da kalmıyordu; kız öğrencilerin eğer saçları uzunsa, yanlardan en az üç boğum olacak şekilde örülmeliydi. Üç değil de iki boğum SÖKÜK ETEK UTANCI Şimdilik üniversitelerde serbest bırakılan türbanın lise ve ilköğretime kaydırılmasına az kaldı. Yakın zamanda nasılsa bunu da konuşmaya başlayacağız. Kılık kıyafet kapsamında türban madem özgürleşmenin bir gereği, o zaman biz de biraz çerçeveyi genişletelim. Eskiden ortaokullarda ve liselerde kız öğrencilerin önlüklerinin etek boyları, dizlerinden iki parmak kadar aşağıda olmalıydı. Etek boyu dizinden sadece bir parmak aşağıda olduğu için önlüğünün etekleri sökülen ve bütün bir gün sökük eteklerle dolaşmak zorunda bırakılan arkadaşlarımı hatırlıyorum. Ne kadar utanç vericiydi. Bir başka kural da siyah çoraplarımızın ninelerimizin giydiği kalınlıkta olması zorunluluğuydu. Boyu kısa diye etek söken öğretmenler, ince olduğunu düşündükleri çorapları da uzun tırnaklarını takarak kaçırırlardı. Siyah çoraplar yol yol kaçar ve üzerinde kocaman delikler açılırdı. İnce çorabın yasaklanmasında da etek boyunun uzunluğunda da amaç kız kardı ki, o öğrencinin derse girmek yerine berbere gidip saçlarını sıfır numara kestirmekten başka çaresi kalmazdı. Liseye geldiğimizde kılık kıyafet kuralları konusunda daha farklı uygulamalarla yüz yüze geldik. Önlük yerine formaya geçtiğimizde, üzerimize giydiğimiz beyaz gömleğin, içimizdeki çamaşırı belli edecek incelikte olmaması gerekiyordu. Bunun için de sınıfta gömlek kontrolleri yapılırdı. Gömleği yeterince kalın olmayan kız öğrencilerin sütyenlerinin arkası, yine bir kadın öğretmen tarafından, esnetilerek çekilir ve şrak diye sırta çarpacak şekilde bırakılırdı. Bu da can yakıcı ve acımasız cezalardan birisiydi. Küpe, yüzük gibi takıların, süslü tokaların asla takılamadığını söylememe gerek yoktur sanırım. Bu kuralların zamanımızda bir miktar gevşetilmesine karşın günümüzde de kılık kıyafet ile ilgili zorunlulukların öğrencilerin başına dert olduğunu biliyorum. Nereden derseniz; kızımın lise döneminde kılık kıyafet kurallarına olan isyanından dolayı pek çok kez okuluna çağrıldığım için. BİT YENİĞİ... Sonuç olarak kurallar herkes için vardı; üstelik de cezaları, ergenlik çağındaki gençler için zulüm denecek düzeyde acımasızdı. Bu nedenle okullarda türban takmak isteyenlerin dile getirdikleri “zulüm’’ iddiası, sadece onlara özgü değil. Benim anlamadığım; bu hoşgörü, incelik ve duyarlılığın sadece onlara gösteriliyor olması. Düşünüyorum da, birden ortaya çıkan bu duyarlılığın da geçici olma olasılığı var mıdır acaba? Yani, Mısır’daki bir üniversitenin kapısında üstlerinin aranmasına karşı çıktıkları için erkek güvenlik güçleri tarafından evire çevire dövülen ve kolları kırılan siyah çarşaflı kız öğrencileri hatırlıyorum da. Onların yerlerde sürüklenmeleri ve bağırışları hala hafızamdan silinmedi. Demek istediğim, erkeklerin bu duyarlılığına pek aldanmamak lazım. Türbanlı arkadaşlara, şimdilik tadını çıkardıkları bu duyarlılığın altında bir bityeniği aramalarını tavsiye ederim. örülürse, örgülerden birisi yine acımasızca cezalandırılarak kesiliyordu. Saçlarınız kısaysa, enseniz ve kulaklarınız ortada kalacak şekilde olmalıydı. Kısa saçın ölçüsü de böyleydi. İkisinin arasında bir saç uzunluğu söz konusu olamazdı. Erkek öğrencilerin saçları uygun kısalıkta değilse elinde traş makinasıyla bekleyen öğretmenler, öğrencinin kafasının tam ortasından geriye doğru saçları traşlarlardı. Ortaya öylesine komik ve utanç verici bir görüntü çı [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle