17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 OCAK 2010 CUMA c TOBAV tarafından yürütülen projede, 70 çocuk geleceğin sanatçısı olmak için çalışıyor P A T İ K A 7 İki İzmirliyi Düşünürken HALUK IŞIK Artık gücüme gidiyor. Neredeyse gün aşırı bir cenazeye katılır, taziye gönderir oldum. “Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi, müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi” mi diyordu Yahya Kemal? Olup bitene baktıkça, gel de Fuzuli’ye hak verme; “Aldanma ki, şair sözü elbet yalandır.” İyi de, gün geçtikçe eksilen iyi kalpli ağaçlara baka baka, tek başına kalmaya doğru sürüklendiğimiz, bu hazin “kayalıktaki incir ağacı” gibi kalma durumuna ne diyeceğiz? Ötekilere gelince, işte her yerdeler ve onları görmekten işitmekten, bana artık gına geldi. Ya size? Sözü uzatmayalım, bakın bir ülkede, yaşayan “iyi” insanlardan ve yapılan “iyi” işlerden çok; gidenlere yakılan ağıtlar ve yapılmayan işlerden dolayı yakınmalar öne çıkıyorsa, orada işler “iyi” gitmiyor demektir. Bu belirleme, ülkemiz için aynen geçerlidir. Kimleri yitirirken, söyler misiniz biz kimlerin işgali altındayız? Elbette yasımızı bile yaşatmayan cambazların ve gerçek sorunları görmememiz için ortaya atılan türlü herzenin. Patika’nın konusu ve derdi, öncelikle kültür ve sanattır. Bu toz duman işgalinde, üç beş iyi işi saymazsak, tiyatrodan, sinemadan, şiirden söz edebilir miyiz? Hayattan ve ülkeden uzağa düşerek, nasıl yazılır kültür ve sanat? İşte ocak ayı da geçip gidiyor. Otuz güne onca ölümü ve anma gününü sığdırmış, sindirmiş ve ıssızlaşmış bir ülkede; inanın hiç kolay değil. Uğur Ağabeye öykünerek sorayım; söyleyin, şimdi ben ne yazayım? Ne diyeyim şimdi? Abdülmuttalip Uzunkavakaltındayataruyuro ğlu bir şiir kitabı çıkarmış diye mi başlayayım? İmgelemin sonsuzluğunda, ruhun boşluğunu eline almış, tensel açlığımıza sözel girdaplarda yanıt arayan bu şiirler, sürüklediği dehlizlerde bizi kanatıyor, sabrımızı kanırtıyor, aklımızı sarartıyor... gibisinden saçmalıklar döktüreyim mi? Siz zaten bunları yeterince dinliyor, izliyorsunuz. Yapamam, bize böyle öğretmedi Suat Taşer, Turgut Özakman, Beyhan Ülgen ve ötekiler. Ayıp olur Uğur Mumcu’ya, Bedrettin Cömert’e, Asım Bezirci’ye, Mehmet H. Doğan’a... Kültür bir yaşama biçimi, sanat da hayata düşünsel ve estetik müdahale biçimidir. Bize öğretilen budur. Umarım ki, yaptıklarımız söylediklerimize yakışıyordur. Ben asıl Dinçer Sezgin’i anlatacaktım, söz nerelere geldi. Ah Dinçer Abi, var mıydı gidivermek? Biz, yüzünü ülkesine ve insanlarına dönmüş, bir kültür ve sanat emekçisini yitirdik. Nevzat Abla ise, bir aşkı, bir çocuğu, delifişek bir delikanlıyı yitirdi, başı sağ olsun. Şakir Eczacıbaşı’yı anlatacaktım. Hödük kodamanla, entelektüel bir burjuvanın süzülmüş inceliği arasındaki fark nedir, ondan dem vuracaktım. Filiz Sarper Eczacıbaşı dostumun ve sevdiklerinin başı sağ olsun. Ne beis, haftaya anlatırız biz de. İki İzmirliyi yitirdik deriz. Bir yandan hayatımızı işgal eden ilkellikler, bir yandan inadına umut, inadına direniş... Tekel işçileri kadar olalım, yeter deriz. Ben umudu, 24 Ocak’ta Seferihisar’da, “gidenlerimiz” için sahneye çıkan gençlerimizde gördüm. O zaman niye bunları yazdın, içimizi kararttın diye sormayın. Ocak’tandır desem takvime, yorgunluktandır desem, yol arkadaşlarımıza ayıp olur. Hayattandır, başka neden olur ki? Yaşamları müzikle değişiyor HİCRAN ÖZDAMAR İZMİR Sosyoekonomik durumu iyi olmayan ailelerin çocukları, çok sesli müziğin tadına varıyor. Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı (TOBAV) İzmir Şubesi tarafından hazırlanan “Sesime Kulak Verin” projesi kapsamında risk altında bulunan ve maddi olanakları olmayan 70 çocuk, geleceğin sanatçıları olmak için hazırlanıyor. İzmir Kalkınma Ajansı finansörlüğünde, Yaşar Holding Gıda GrubuPınar anasponsorluğunda, Buca Belediye Başkanlığı, İzmir Devlet Opera ve Balesi ve Swissotel Grand Efes Oteli destekleriyle gerçekleştirilen etkinlikte, ilkokul ikinci sınıftan lise son sınıfa dek, çeşitli yaş gruplarındaki öğrenciler sanatçı olmak için çalışıyor. Keman, piyano, klarnet, flüt gibi çeşitli alanlarda eğitim alan öğrenciler, güzel sanatlar liseleri, konservatuarların ilk, orta ve yüksek bölümleriyle çeşitli müzik okullarının sınavlarına hazırlanıyor. Hayatlarında ilk kez çok sesli sanatların dallarını izleyerek yaşamlarına da yeni bir pencere açıyor. TOBAV İzmir Şube Başkanı İsmail Bilen, projenin mart ayı sonunda tamamlanacağını ancak öğrencilerin sınav tarihlerine dek hazırlıklarını sürdüreceklerini belirterek, “İzmir İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü, EÇEV, Sokak Çocuklarını Koruma ve Çocuklar Geleceğimizdir Derneği destekleriyle seçtiğimiz 70 çocuğumuz, yetenekleri ve becerileri doğrultusunda yaklaşık 15 eğitmenimiz tarafından çalıştırılıyor. 600’e yakın çocuğumuz arasından seçtiğimiz öğrencilerimiz büyük çaba harcıyorlar. Onlardaki değişimin inanılmaz boyutta. Özellikle gittiğimiz konserlerin ardından öğrencilerimizin daha heyecanla çalıştıklarını gördük. Bu eğitim çalışması öğrencilerimizin yaşamlarını değiştiriyor” dedi. Projeyle çocukların sanatsal bakış açılarının değiştiğini vurgulayan Bilen, etkinliğin geleceğin sanatçılarını hazırladığını söyledi. ‘Sesime Kulak Verin’ projesi, risk altındaki çocukları kapsıyor. [email protected] m Dinçer Sezgin... HİDAYET KARAKUŞ 20 Ocak 2010 Çarşamba günü toprağa verdiğimiz Dinçer Sezgin’in bıraktığı boşlukta çınlayan yapıtlarını düşünüyorum. “Baki, kalan bu kubbede bir hoş sada imiş” demiş ya Baki! İşte Dinçer’in bıraktığı hoş sada beni hüzünlendiriyor! Geçmişe Bakan Kadın, 1991’de yayımlanmış. Demek ki tanışıklığımız on dokuz yılı bulmuş. Okuduğumda kıvrak diline, ayrıntı ustalığına, öykülerinin şaşırtıcı sonlarına hayran olmuştum. Bir zekâ kıvılcımı çakardı onun anlatımlarında. Derin bir duyarlık, temiz bir dünyaya bakış vardı. Gündelik ilişkilerdeki duyarlıkları yakalamayı severdi. O günlerde Nevzat Süer’in Koru Anaokulu’nda miniklere küçük bir tiyatro hazırlıyordum. Nevzat Süer’e, Dinçer’in öykülerinden söz ettim. Okuduğu günün gecesinde Nevzat, onu telefonla bulmuş. Ertesi gün yazarımız, sabahleyin erkenden öykülerine hayran olan okurunun kapısını çalacaktır. Dinçer’le Nevzat böyle evlendiler. Dinçer, İzmir’e gelince tanıştık. Sonra o, daha İzmir’e gelmeden ben Ankara’da onun evinde, yazdığım sonuçsuz bir çocuk öyküleri senaryosu üzerinde çalıştık. O TRT’de çalışıyordu, senaryo tekniğini biliyordu. Ben de birkaç kitap okumuştum senaryo üzerine. Ancak yazmak başka, uygulamayı bilen birinin önerilerini almak, başkaydı. O günlerden aklımda, sabahın köründe onun bekâr evine damlayan, evinden kovulmuş bir halk ozanı ile on sekiz yaşındaki gencecik oğlunu yitiren şair Alaaddin Özdenören’in ellerinde birer ufak rakıyla Dinçer’in kapısına dikilmeleri kalmış. Dinçer’in Ankara’daki evi, evden kovulan, kaçan insanların yeriydi adeta. Onun anlattığına göre kimi zaman kendine yatacak yer bile kalmazdı evde. Metin Altıok da sık gelirmiş Dinçer’in evine. O, canım ozanın “Ne zaman bir dosta gitsem, evde yoklar” dizesiyle başlayan o güzel şiiri, Dinçer, İzmir’e geldiği için evde bulamadığı bir zaman yazılmıştı. Metin’in kapıdan geri dönüşüne çok üzülürdü anımsadıkça. Metin’in de özellikle son eşiyle evde huzuru kaçınca dostlarına koştuğunu biliyordum. Evinin duvarları ünlü ressamların özgün tablolarıyla süslüydü. Pek çok yazarla dost olduğu gibi pek çok ressamla da dostluğu vardı onun. Dergilere resim eleştirileri yazıyordu. İlginç olan bir özelliği de tesbih toplamasıydı Dinçer’in. Duvarlarda, özellikle çalıştığı masanın gerisinde türlü renkte, türlü boyutta tesbih sarkardı çivilerden. Evlenip İzmir’e yerleştikten sonra Dinçer’in yaşamı düzene girdi. Belki de o yeraltı yaşamını andıran yaşam içinde kendi bedenine yaptığı haksızlıklara bir süre ara verdi de o nedenle Ankara’dan sonra on dokuz yıl yaşadı. Yazdıklarını sık sık paylaşırdık. Öykülerindeki vuruculuk burada sanki daha dingin, daha yumuşak bir gerçekliğe yerini bırakmıştı ama o, toplumsal gerçekliğin insanı ezen baskısını anlatmaktan da hiç vazgeçmedi. İlk öykü kitabı İnsanların Ayak Sesleri’ni daha on dokuz yaşındayken yayımlamıştı Dinçer. Öykü tutkusunun ne denli eski, ne denli köklü olduğunu göstermesi bakımından önemlidir bu kitap. Sokağa Çıkma Yasağı, 1993’te yayımlanan sıkıyönetim dönemi öykülerinden oluşur. Bana adını söylediğinde sevmiştim ama ben biraz da bu adı tersine çevirerek ‘Yasağa Çıkma Sokağı’ koymasını önermiştim. Bence daha çarpıcı olacak, yasaklara direnme anlamını da içerecekti. O, doğru bildiğini yaptı. Bu, onun öykü anlayışına da uygundu. Bir gerçeği bin türlü anlatabilirdiniz ama en güzeli dosdoğru anlatmaktı. O yüzden yalındı öykülerindeki atmosfer. Bulanıklığa rastlanmazdı onun anlatımında. Öyküsünü kurarken gündelik ilişkilerindekinden daha aydınlık olurdu beyni. Yazdıklarını İzmir’de yayımlamayı sürdürdü Dinçer Sezgin. Gözlerinde Mavi Kuşlar, 1997’de, Kemanıma Güvercin Konsa 2002’de Etki Yayınları’nda çıkan, Radikal’deki yazılarının toplamıydı. İmambayıldı Nasıl Yapılır da 2003’te yayımlanan denemeleriydi. Bir deneme kitabı da İzmir Esintileri’dir. 2005’te Kaveko bu kez Papirüs Yayınları’nın ses getiren kitabı oldu. Bu kitaptaki öykülerde çocuk pornosu iddiası, kitabı çocuk kitabı gibi algılayan çevrelerin anlamsız karşı çıkışlarının sonucuydu. Oysa çocuk öyküsünün ne olup ne olmadığını bilirdi Dinçer. Yazdığı Çılgın Geliyor (1997) , Bir Şişe Gözyaşı (1998), Düş Sokağı Çocukları (2000) birer çocuk kitabı olarak onun duyarlı yüreğinin, dil bilincinin ürünü olarak ortadaydı. Yine Papirüs’ten 2008’de Tek Kurşun yayımlandı. Son öykü kitabı 2009’da Kırmızı Yayınları’ndan çıkan, öykülerinden bir seçkiyi içeren Sır Gecesi oldu. Bir Düştür Uyanışın, 1993’te yayımlanan ilk şiir kitabıdır Dinçer’in. Denilebilir ki İzmir, Dinçer’in şair yanını kışkırtmış, ona öykünün yanında bir de şiir kitapları kazandırmıştır. Bunun sonucu, Narfidem 2001’de yayımladığı ikinci şiir kitabı olarak gün yüzüne çıkar. Burada bir değerbilirliğin de altını çizmeliyim... İlya Yayınevi sahibi Sevim Korkmaz Dinç ile Kırmızı Yayınları’nın sahibi Fahri Özdemir, ona ömrünün son günlerinde şiirlerinden, öykülerinden seçmelerden oluşan Şiirden Şiire ile Sır Gecesi’nin mutluluğunu yaşatmışlardır. Sanırım Sevim Hanım’la Fahri Özdemir, yaşamlarının en güzel işini yaptılar bu kitaplarla. Onları buradan kutluyor, esenliyorum bir yazar olarak. Her etkinliğe sağlığını düşünmeden katılan, edebiyat adına, herkesin yardımına koşan bir yazarın sevgisi büyük olacaktır doğal ki. O bu sevgiyi hak ederek yaşadı. TRT’de yayımladığı izlencelerle Türk Dil Kurumu Ödülü’yle birlikte Yunus Nadi Röportaj Ödülü gibi ödüller kazanan Dinçer Sezgin’in sahnelenmemiş pek çok da oyunu vardı. İhbar adlı oyununu okumuş, çok etkilenmiştim. Bazı tiyatrolar, sahneleme sözü verdikleri halde bir türlü izleyicisini bulamadı oyunları. Bu konuda, sıkıntıyla oyun sahnelemede dönen oyunlardan söz etmişti birinde. İmambayıldı Nasıl Yapılır kitabının kitabının ön adının da Deneyememeler olduğunu belirterek özgün bir yazar, değerli bir dost olan Dinçer’i özlemle esenliyorum. Işıklar içinde yatsın. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle