17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 K ONUK c 22 OCAK 2010 CUMA Festival Yiyecekleri GÖKHAN DÖKMEOĞLU 1980’li yılların ikinci yarısıydı... İthalat serbest bırakılmış, ülkede birçok anlamda değişiklikler yaşanıyordu. Yiyecek ve içecek sektörü de bu değişim ve gelişmelerden nasibini alıyordu doğal olarak. En belirgin göstergesi ise yurdumuzun birçok yerinde mantar gibi üreyen yerli ve yabancı fast food restoranlardı. Önce yabancı zincirler, ülkenin en işlek caddelerinde boy gösterdi. İyi tasarlanmış mimarileri, ışıklı menü tabelaları, güler yüzlü personeli, klimalı ortamı, çocuk mönüleri, hızlı servisi ve standartlara verdikleri önemle herkesi şaşkına çevirdiler. Beni de. Ancak bu konuda kendimi biraz daha şanslı hissediyordum, bir farklılığım vardı. O dönemde fast food makine ve cihazlarını ithal eden bir firmada yönetici olarak çalışıyordum. İnanın tam bir çılgınlıktı, gün geçmiyordu ki yeni bir restoran açmak isteyen biri bize başvurmasın ve ülkenin herhangi bir yerinde bir fast food açılmasın. Baş döndürücü bir hızla yükseliyordu fast food... Tercüme edersek “tez yemek” ya da “hızlı yemek”. Dilimize o kadar yapıştı ki bu iki kelime, hızlı tüketilen her şeye fast food demeye başladık. Köprüde yenen balık ekmeğe de, kokorece de, döner ekmeğe ya da Hüseyin Usta’nın köfte ekmeğine de... Yerli yabancı her şey aynı iki kelime altında toplandı. Garibime giden ne biliyor musunuz? Fast food sağlığa zararlı dediklerinde bizimkiler de şu malum fast foodlarla aynı sınıfa giriyor. Acaba bu yiyecekler gerçekten aynı mı? Yani balık ya da döner ekmekle zincirlerin hamburgerleri, patatesleri... Hiç mi fark yok aralarında? Bu uluslararası zincirler daha ucuza mal etmek ya da standartlaşma adına bilimin ve teknolojinin tüm olanaklarını kullandı. Hedef her zaman minimum zamanda maksimum satıştı. Söylediğim gibi ucuz ve standart yapmak için hemen her yol denendi. Sistemin gereği buydu zaten. Ucuza üretmek için her yol denenmeliydi. Fast food tüketimine uygun olması için göğüs eti daha fazla olan yeni bir tür tavuk üretildi. Tavuk eti daha iştah açıcı olsun diye içine et suyu özü eklendi. Sığırlar ömürleri boyunca birkaç metre karede yaşamaya mahkum edilip daha yumuşak et almak için daha fazla yemeğe zorlandılar; hormonlandılar, obez yapıldılar, hasta edildiler. Kendi arkadaşlarının ya da diğer hayvanların artık parçaları öğütüp onlara protein olsun diye yedirildi ve sonuçta bugüne kadar görülmemiş, doğanın üretmediği insan yapısı bir virüs ve hastalık oluştu. Ve daha birçok şey! Çok net hatırlarım Atatürk Stadı’nda bir basket maçı sonrası stadın dışında Hüseyin Usta’dan yediğim köfte ekmeğin tadını, ağzım sulanırdı o muhteşem köftelerin pişirilişini seyrederken. Ya İstanbul’da köprü altında o taptaze, mevsiminde tutulmuş balık ekmek... Hele çocukken annemle Kemeraltı’nda alışveriş sırasında yediğim döner ekmek? İçkili bir akşamdan sonra yenen o kokorecin tadı? Ya kumru, İzmir sandviçi? Benim için basket maçına gitmekle Hüseyin Usta'nın köfte ekmeği, ya da Kemeraltı’na gitmekle söğüş yemek her zaman aynı konseptin içindeydi. İkisini beraber düşünür Kemeraltı’na gidiş saatimi ona göre ayarlar ve tüm bu yemekleri bir festival havasında yerdim, bugün de yiyorum. Bunları yerken dünyanın herhangi bir yerindeki başka birisiyle aynı şeyi yiyebiliyor olmayı, özdeş olmayı asla düşünmedim, istemiyorum da... Bu köfte, balık, sandviç ya da yediğim her neyse buraya hatta pişiren ustaya özgü ve hiçbir zaman başka bir yer ya da ülkede aynısını bulmak gibi bir kaygım olmadı. Evet, ilk bakışta hepsi hızlı yemek, ama aralarında önemli farklar olduğunu çok iyi görüyoruz. Bu tür yiyecekleri büyük zincirlerle “fast food” gibi aynı iki kelime altında toplamaktan vazgeçmezsek kendimize ve dünyadaki birçok benzerlerine de haksızlık etmiş oluruz. Ben bu yiyecekleri diğerlerinden ayırırken onlara “festival yiyecekleri” diyorum, size de tavsiye ederim. İlle İngilizcesi de olsun derseniz, “food feast”! Özellikle son on yıllarda bireysel varlığımızın ve çevremizdeki her türlü çeşitliliğin hemen her alanda uğradığı saldırıya ve istilaya ancak bizim olanları ve çeşitliliğimizi yaşatarak karşı koyabiliriz. S S elçuk’ta Prof. Dr. Türkan Saylan’ın adını taşıyan eğitim, kültür ve sosyal hizmetler merkezi, ilçe gençliğini aynı çatı altında topladı. aylan gençleri kenetledi yemekhane ve idari bölümleriyle birlikte Türkan Saylan Kız Öğrenci Yurdu olarak hizmet veriyor. Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür, merkezi gençlerin Atatürk ilke ve devrimleri ışığında eğitim almalarına, spor, kültür ve sanat gibi etkinliklerde yer almalarına katkı sağlamak amacıyla açtıklarını belirterek, böyle bir yere Türkan Saylan adını vermekten mutlu olduklarını kaydetti. Ülgür, “Binanın işlevi, değerli hocamızın yaşam uğraşılarına da çok uygun düştü. Bin beş yüzü aşkın çocuğumuz bu merkezde eğitim ve kültür çalışmalarının bizzat içinde yer alıyor. İlçemizde eğitim gören kız öğrencilerimizin barınma sorunları bu merkezde çözümleniyor. Halk oyunları, saz kursları gibi kültürel çalışmalar burada verilerek geleneksel kültürümüz yaşatılmaya çalışılıyor. Spor etkinlikleri yine bu binada bulunan kulüp merkezinden yönlendiriliyor” dedi. İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu)Geçen yıl yaşamını yitiren Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan'ın adı, pek çok kurumla birlikte yaşıyor. Selçuk'ta da belediyenin eğitim, kültür ve sosyal hizmetler merkezi Türkan Saylan adıyla geçen aylarda hizmete girmişti. Aradan geçen sürede merkez, ilçe gençliğinin bir araya geldiği mekan halini aldı. İlçe merkezinde yer alan mülkiyeti belediyeye ait 5 katlı bina, aynı zamanda belediyenin turizm eğitim merkezi etkinliklerinin de yapıldığı yer haline geldi. Kültür ve sosyal hizmetlerle ilgili etkinlikler de buraya kaydırıldı. Belediyeden verilen bilgiye göre, merkezin açılmasıyla birlikte binanın bulunduğu Kızılay Caddesi daha da hareketlendi. Beş katlı binanın ilk üç katında Selçuk Belediyespor'a ait dershane ve kulüp merkezi yer alıyor. Burada 30 derslik yer alıyor. 4 ve 5. katlardaki 16 oda, İzmir hakkını arıyor Ş HİCRAN ÖZDAMAR İzmir, yurttaşların haklarını aramada ülkenin öncü kent oldu. 2009’un ilk on ayında Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’na bin 806, il ve ilçe insan hakları kurullarına da 2 bin 105 olmak üzere toplam 3 bin 911 kişi başvuruda bulundu. İzmir 345 ihlal başvurusuyla ilk sırada bulunurken, ikinci sırada 202’yle İstanbul, üçüncü sırada da 158 başvuruyla Adıyaman yer aldı. Şikayet edilen kurumlar ise ilk sırada 339 başvuruyla özel sektör, 299 başvuruya sağlık kuruluşları ve 137 başvuruyla belediyeler olarak sıralandı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ercan Tatlıdil, başvuru sayısının ülke nüfusuna oranla az olduğunu belirtti. Tatlıdil şöşle konuştu: “Başvuru sayısının düşük olmasında iki etken olabilir. Birincisi başvuru yapacak dek bir sorun olmaması diğeri de tarım toplumu içinde oluşan kadercilik. Türkiye’de bireyler yaşadığı sorunlara karşı sorumuluktan uzak kalmayı tercih ediyor. Örgütlü bir yaşam tarzına sahip olunmayışı başvuru sayısında azlığı göstermektedir.” Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’na en çok başvuru yapan kent olarak ilk sırada yer aldı ikayet edilen kurumlar arasında özel sektör başı çekerken, sağlık kuruluşları ve belediyeler ardından geliyor. OLUMLU GELİŞME İşçisi eylemde, binası devirde OLCAY AKDENİZ MİLAS TEKEL’e ait Milas Yaprak Tütün İşletmesi’nin işçileri Ankara’daki eylemlerini sürdürürken, kullandıkları bina ise okul olarak kullanılmak üzere mal müdürlüğüne bedelsiz devredildi. Bahçesindeki çıplak kadın heykeliyle dikkat çeken binanın 31 Ocak’a dek milli eğitim müdürlüğüne teslim edilmesi gerektiği vurgulanıyor. Piyasadan çekilen TEKEL’in Milas’taki binasına gelecek öğretim yılının başında Menteşe Anadolu Lisesi’nin taşınması planlanıyor. Milas’ta 2003 yılında bin 600 tona yakın tütün elde edilirken, 2006 yılında TEKEL’in aldığı tütün miktarı 239.5 tona düştü. Yine 2000’li yılların başında 30 dolayında işçi ve memur çalışan Milas Yaprak Tütün İşletme Müdürlüğü’ndeki personel sayısı 2 memur ve 8 işçiye düştü. Memurlar başka kurumlara aktarılmaya çalışılırken 3’ü kadın, 5’i erkek 8 işçi de “4C” mağduru olmamak için direnişlerini sürdürüyor. Yıllar itibariyle başvuru sayısında artış yaşandığını bunun olumlu bir gelişme olduğunu kaydeden Tatlıdil, yurttaşların alınan kararlarda kendilerini bulabilmesi için sivil toplum kuruluşlarına önemli roller düştüğüne dikkat çekti. İzmir’in ilk sırada yer almasında yurttaşlık bilincini etkin bir şekilde kullanılmasının yer aldığını anlatan Tatlıdil, şunları söyledi: “Bu durum İzmir’de yurttaşlık bilincinin etkin şekilde kullanıldığını gösteriyor. Gönüllü kuruluşların yer alması, çevreye karşı duyarlılık gibi çeşitli etkenler bu durumu tetikliyor. İzmirliler karar alma sürecinde demokratik kitle örgütlerini kullanıyor. Kentin geçmişten getirdiği katılımcı demokratik özellik var. Özel yaşama duyarlılık söz konusu.” ” ÇOK! ÇOK! ÇOK! ÇOK YAYINEVİ... ÇOK KİTAP... ÇOK İNDİRİM... ÇOK TAKSİT... ÇOK DAHA KOLAY kitap.cumhuriyet.com.tr C M Y B C MY B ”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle