10 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 MAYIS 2009 CUMA 5 D E N İ Z C İ Artık ‘şiddet uygulayıcısı’ olarak gündeme gelmeleri, toplumun patlama noktasına gittiğini gösteriyor Kadınlar da ‘şiddet’ derse... 'Kadınlar da silahlı kavgalara karışırsa hoşgörü, yumuşaklık ve sabır gösterecek, şiddeti durduracak pek kimse kalmamış demektir. Kadınlar işin içindeyse, çocuklar da öyledir.' ASUMAN ABACIOĞLU Genç bir kadının, sevgilisiyle konuştuğu için bir başka kadını bıçaklayarak öldürmesi, toplumumuzda giderek dozunu arttıran şiddetin son zamanlarda kadınlar arasında da yaygınlaştığını gösteren örneklerden biriydi. Daha çok erkeklere özgüymüş gibi algılanan “kıskançlık yüzünden cinayet işlemek” artık kadınlar için de geçerliydi. Bu durum, şiddetin toplumumuzda ulaştığı düzeyin son derece vahim bir noktaya geldiğini gösteriyordu. Gazetelerin üçüncü sayfalarında yer alan haberlerden biriydi; aslında çok da büyütülmemiş; küçük bir haber olarak yayınlanmıştı. Ancak, çok anlamlı görünüyordu; bir erkeğin kız yüzünden kavga çıkarıp adam öldürmesinden çok daha ürkütücüydü. Bir genç kadın, kıskançlık yüzünden başka bir genç kadını, hem de kendi evinin kapısında öldürüyordu; üstelik yanında, onu durdurmaya bile çalışmayan sevgilisi de vardı. Oysa, şiddetin ülkemizde en fazla su yüzüne çıktığı karayollarında, trafik kazalarının yılda 5 binden fazla can almasına, neredeyse alışmıştık. Direksiyon başında insangenişletiyordu. Önceleri liselerde birkaç gençlik olayı gibi başladı; sonra dikkat çekici bir şekilde liseli kızlar arasında yaralamayla sonuçlanan kavgaların görülme sıklığı arttı. Kızlar da bıçak taşımaya başlamışlardı. Oysa önceleri kadınlar çok zorunlu ve çaresiz kalmadıkça şiddete yönelmiyorlardı. Hatta onların durumu “kader kurbanları” deyimine uyuyordu daha çok. Ancak son zamanlarda yaşları “liseli” tanımını da aşan genç kadınları da kapsayan bir şiddet dalgasına dönüştü. Kadınlar, “şiddeti önlemek için” şiddet uygular durumdan, kendileri şiddetin uygulayıcısı olma durumuna geçtiler. Bu da toplumun artık patlama noktasına doğru gittiğini gösteriyor. Çünkü artık kadınlar da silahlı kavgalara karışırsa hoşgörü, yumuşaklık ve sabır gösterecek, şiddeti durduracak pek kimse kalmamış demektir. Kadınlar işin içindeyse, çocuklar da öyledir. Şiddete kim nasıl dur diyecek bilemiyorum. Ancak şiddetin nedenleri ortada. Türk toplumu, ömür boyu karşı karşıya kaldığı ve biriktirdiği adaletsizlikleri şiddet olarak yansıtıyor. Artık kimin gücü kime yetiyorsa şiddetin hedefini o belirliyor. Adaletin yerini şiddet aldı. Mardin’deki katliamın altında kanıksanmış şiddet yatıyordu. Toplumumuz, sorunlarının çözümünü sadece şiddet uygulamada buluyor. Çünkü, hak ve hukukun olmadığı yerde adalet olmuyor; düzeni orman kanunu ve şiddet sağlıyor. Balıkçı Selami ÜNAL BENLİALPER Deniz, aynı sevgi gibidir. O da emek ister, hem de öylesine çok ki, tutku ile sarılıp yürekten bağlanacaksın. Düşlerine sevdalar yazacaksın onun yokluğunda. Gözlerinden yaş olup akarken efsane kokulu suları ağlarının her bir düğümüne, işte o an,zaten üç beş tane kalmış karabataklardan birisi arkadaşlık edecek sana, emek dolu yorgun sandalının arkasından. Biliyorum sen ekmeğini dört mevsim, bütün zorlukları ve güzellikleriyle denizden çıkaran tam anlamıyla deniz emekçisi bir balıkçısın.Varın yoğun, sevgilin, can dostun, dert ortağın o masmavi tenli, sevgi dolu bakışlı denizin ve yedi metrelik ekmek teknen. Hele bir de içindeki patarlı dokuzluk pancar motorun var ya, o gerçek bir gariban dostu. Mazotunu koy, yağını tamamla, sonra da çevir volantı. Çalıştı mı asla seni yolda bırakmaz. Ne yağmur dinler ne de azgın dalgaların sularını. Küçük balıkçının vazgeçemediği ve en güvendiği yol arkadaşıdır. Gönüllerinde taht kurmuştur o sevimli görüntüsüyle. Gürültüsü bile ninni gibi gelir insana o cefakar emekçi dostu patarlının. İşte bizim Selami Uzunoğlu da geçimini denizden sağlayan bir kıyı balıkçısı. Sahip olduğu 7 metrelik teknesiyle yıllardır İzmir Körfezi'nden tuttuğu balıklarla geçimini sürdürüyor. Üstelik devlete vergisini de her tuttuğu balıktan ödüyor. Ama bugünlerde onu çok dertli ve üzgün, biraz da kızgın. İnciraltı’nda sohbetimiz ayak üstü başladı. Gırgırlar ve troller her yerde avlanırken, onlar gibi küçük balıkçılara, eğer liman kaydın İzmir ise başka hiçbir suda avlanma izni vermiyorlarmış. Foça’ya gitmiş yasak demişler. Oradan küçük teknesiyle saatte beş deniz mili giderek 30 saatte Çanakkale limanına ulaşmış. Burada da avlanmasına izin vermemişler. Her küçük balıkçı, bağlı bulunduğu liman bölgesinde avlanmak zorundaymış. Selami de bu bölgede avlanabilmek için Çanakkale Liman Başkanlığı'ndan yeniden denize elverişlilik belgesi çıkartmak zorunda kalmış. Ama bürokrasiden, “bugün git yarın gel”den bıkmış. Her liman bölgesi değiştirildiğinde küçük balıkçının kapı kapı dolaşmak zorunda bırakıldığını söyleyen Uzunoğlu, çıkarmassa cezaların yüksek olduğunu ve bu nedenle de 500 TL ödediğini dile getiriyor. Aynı sorunla karşı karşıya olan 12 bin balıkçı olduğunu belirten Uzunoğlu, kendi denizlerinde balık avlanamadığı için evine artık ekmek götürmekte zorlandığını söylemekte. Gittikleri her liman bölgesinde evrakların yeniden o liman başkanlığınca çıkarılmasına hiçbir anlam veremediğini ifade eden Uzunoğlu, bu uygulama yüzünden binlerce küçük balıkçının cezalarla mağdur edildiğini belirtiyor. Bu tür uygulamanın küçük balıkçıları yıldırdığını ve onların geçimlerini zorlaştırdığını vurguluyor. Dilerim, Selami ve onun gibi binlerce küçük balıkçıyı ilgilendiren böylesine önemli bir soruna, yetkili makamlar çözüm bulurlar. lar birden canavarlaşıyor; aşırı hız yapıyor, yanlış solluyor, içkili araba kullanıyor; bunlar da yetmezmiş gibi “yol vermedi, korna çaldı” gibi gerekçelerle birbirlerini öldürüyorlardı. Trafik, toplumumuzun güç gösterisine girdiği arenaydı sanki; insanlar bütün yetersizliklerini, bütün öfkelerini, bütün intikam duygularını yollarda dışa vuruyorlardı. Birinin yolunu keserek öne geçme; başkasının yol hakkını tanımama; kenara sıkıştırma, yoldan çıkarma gibi her türlü zalimliği yapıyor; bundan bir çeşit keyif alıyorlardı. Trafikteki bütün kusurlar, acelecilikler, öfkeler, toplumumuzdaki kişilik bozukluklarının yansımasıydı adeta. Halkın içinde biriken şiddet duygusu ortaya dökülüyordu. Burada hayatta kalabilmek için ya sabırlı olmayı ve pasif araba kullanmayı becerebilecek ya da bu öfke dalgasına kapılıp gidecektik. Artık bununla yaşamayı öğrenmiştik. Ancak, şiddet, uygulama alanını [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle