22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 KASIM 2008 CUMA 5 D E N İ Z C İ Reklamlar, ürünün tanıtılmasından çok sevgi, mutluluk gibi kavramlarla hayatımıza nüfuz ediyor ‘Mutluluğun reklama ihtiyacı yok!..’ ASUMAN ABACIOĞLU Televizyonda film ya da dizi izlerken reklam arası verildiğinde birdenbire sesin yükselmesinden siz de muhakkak rahatsızlık duymuşsunuzdur. Bundan yaklaşık 20 yıl önce Türkiye’de henüz tek bir televizyon kanalı varken, yurt dışına çıktığımızda karşılaşmıştık bu durumla. Haberlerde bile reklam arası verilmesine şaşırdığımız bir dönemdi o zamanlar. Reklamlar başlayınca sesin arttığına dikkat etmiştik bir de. Şimdi bu Türkiye’de de alıştığımız bir durum. Reklamlar başlayınca sesin yükselmesinden izleyiciler rahatsız oldukları için İngiltere’de buna kısıtlama getirileceği söyleniyor. Bu konu, reklamlardan duyulan rahatsızlığın sadece bir yönünü oluşturuyor aslında. Reklamlar, içerik olarak da gerçekleri yansıtmadığı için eleştiri alıyor. Penelope Cruz’un oynadığı bir maskara reklamı, ünlü yıldızın kirpiklerinin gerçek değil takma olduğu gerekçesiyle eleştiri almış hatta dava konusu bile olmuştu. Yani reklamda oynayan yıldızın kirpikleri söz konusu ürünü kullandığı için değil, takma olduğu için öylesine uzun görünüyorlardı. Tüketiciler, bu nedenle reklamı protesto ettiler. Ancak tüketiciler her yerde bu kadar bilinçli olmuyorlar. Bir çok insan reklamı yapılan ürünü kullandıklarında reklam yıldızı kadar güzel, ince ve zarif olacaklarını sanabilir. Hemen her şey bir ürünün tanıtımı için reklam konusu olabiliyor. Bir annenin çocuğuna duyduğu sevgi, yaşlılara gösterilmesi gereken saygı, arka Egelinin Limanı ÜNAL BENLİALPER Geçtiğimiz yıllarda satış tarihi dört defa değiştirilen İzmir Alsancak Limanı, bundan sonra 49 yıllığına GlobalHutchison Whampoa – Ege ihracatçıları Birlikleri Ortak Grubu tarafından işletilecek. Rakam ise 1 milyar 275 milyon dolar olarak belirlendi. İzmir Alsancak Limanı’nın yıllık geliri 100milyon doların üzerinde. Kârı ise 70 milyon dolar civarında. Anlaşılan burası altın yumurtlayan tavuk konumunda. Satış fiyatlarına bakıldığında ve yıllık geliri ile karşılaştırıldığında satışın daha fazla rakamlara ulaşması gerekmekteydi. Alsancak Liman Hizmetleri A.Ş., ihaleyi almak için çok yoğun bir mücadele vermiş olmasına karşın kazanamadı. Bana göre Alsancak Limanı İzmirlilerin elinde kalmalıydı. Yıllık kapasitesi 8 milyon ton olan Alsancak Limanı, aynı zamanda Doğu Akdeniz’in en büyük konteyner limanları arasında bulunmaktadır. Konteyner trafiğinin yüzde 55'i Alsancak Limanı’ndan gerçekleşmektedir. Türkiye ihracatının yüzde 25'i, ithalatının da yüzde 15'i buradan yapılmaktadır. Alsancak Limanı’nın yıllık kapasitesi 30 milyon tona yükseltilebilir. Ancak yeni yapılacak yatırımlarla aradaki açığın kapatılması mümkün müdür? İhaleyi kazanan firmanın liman için bir yılda yatıracağı 150 milyon dolar para yeterli olmayacaktır. Zaten limanın bu şartlarda bile yıllık geliri 100 milyon dolardır. Buna çayın taşı ile çayın kuşunu vurmak denir. Alsancak Limanı için artık kaybedecek zaman kalmamıştır. Ortak girişimci grup, kesenin ağzını biraz daha açıp çok hızlı davranmalıdır. Limandaki modernize çalışmalarına bir an önce başlanmalıdır. Ama sorun bununla bitmemekte, karadaki boyutuyla da devam etmektedir. En büyük şanssızlık ise arka bahçedeki genişlemenin çok sınırlı olmasıdır. Caddelerde uzun kuyruklar oluşturan tırlara ilişkin sorununun nasıl çözüleceği ise ayrı bir konudur. Denizde bekleyen gemiler, karada oluşan tır kuyrukları... Bakalım istenilen hedeflere ulaşılabilecek mi?.. Eğer umutlar boşa çıkarsa, istenilen kapasite artırımı gerçekleşmezse, tarihi Alsancak Limanı çok uluslu şirketlere peşkeş çekilmiş olacaktır. Benim yüreğim şartlar ne olursa olsun buranın Türk firmalarınca işletilmesinden yanadır. Alsancak Limanı’ndaki gelişmeler, çok sıkı takip edilecektir. Bu arada Çandarlı Limanı için de çalışmalar başlamalıdır. Burası İzmir Limanı’na alternatif olarak faaliyet gösterecektir. Çünkü Alsancak’ta yapılacak olan çalışmalar, koşullar ne olursa olsun sınırlıdır. ‘ Mutluluğunuz bu ürünü almanıza bağlı; çocuğunuzu iyi beslemek istiyorsanız şu ürünü kullanmalısınız; bu ürünle yemek yaparsanız kocanız sizi daha çok sever; şu arabayı kullanırsanız herkes size saygı duyar... daşlar arasındaki bağlılık, toplumsal saygınlık; yani insana ait olan her türlü duygu, reklamın bir unsuruna dönüştürülüyor. Çocuğunuzu iyi beslemek istiyorsanız şu ürünü kullanmalısınız; mutluluğunuz bu ürünü almanıza bağlı; sağlıklı ve enerjik olmak için bu gıdayı tüketin; şu ürünle yemek yaparsanız kocanız sizi daha çok sever; şu kremi kullanırsanız yaşlılığın belirtilerini yok edebilirsiniz; şu arabayı kullanırsanız herkes size saygı duyar... Reklam içerikleri abartılı olsa da bazıları acı verici bir şekilde gerçekleri yansıtıyor; yani eğer o arabayı kulla ’ nırsanız gerçekten saygı görüyorsunuz; belli bir markadan giyindiğinizde size daha farklı davranılıyor, Nasreddin Hoca’nın “Ye Kürküm Ye” fıkrasında olduğu gibi. Ama bazı reklam içerikleri var ki, gerçekten insanı isyan ettiriyor. Özellikle de gıda ile ilgili olanlarda. Bir zamanlar bir diyet uzmanı “Pakete giren ve rafa konulan her gıda ürünü katkı maddesi içerir, içermek zorunda; çünkü uzun süre dayanması gerek” demişti. Ancak reklamlarda bazı gıda ürünlerinin “tümüyle doğal ve katkısız” olduğu, en çok vurgulanan konulardan birisi. Bir diğeri ise, örneğin bardak bardak süt eşliğinde gösterilen küçük bir paket gıda maddesiyle çocuğunuzun süt gereksiniminin karşılandığının ima edilmesi. Reklam içeriklerinin yanıltıcı olması durumunda başvurulacak bir Reklam Denetleme Kurulu var, ancak bu sadece bilinçli tüketicilerin artmasıyla gerçek anlamda işlev kazanacak bir kurum olsa gerek. Öte yandan reklamların sürelerinin uzunluğu da izleyicileri bunaltan bir başka unsur. Bir arkadaşım bunu şu sözlerle tarif ediyor: “Film arası reklam değil, reklam arası film izliyoruz”. Reklamlar başlayınca televizyonunu kapatan çok kişi tanıyorum. Nasılsa reklam arası 20 dakika kadar sürüyor. Bu arada bulaşıklar yıkanıp, çamaşırlar asılabilir. Reklamların bunaltıcı etkisinden çok özendirici etkisi göz ardı edilemez tabii ki. Özellikle çocuklara yönelik ürünler söz konusu olduğunda, ebeveynler bu ürünlerin, süt içerdiği kadar aşırı kalori ve diş çürütücü etkileri de olabileceğini çocuklarına anlatmakta yetersiz kalabilirler. Ya da ebeveynler, çocuklarının “sağlık ve mutluluğu” için reklamını gördükleri ürünü kullanmanın “yeterli” olduğuna inanabilirler. “Tüketiciyi bilgilendirmek” adına reklam verilmesi kaçınılmaz bir durum. Ancak, sevginin, mutluluğun, sağlığın ve saygınlığın sadece “dayanıklı ya da dayanıksız” tüketim ürünlerine bağlı olduğu düşüncesinin giderek daha fazla toplum bilincinde yer etmesi de yanlış gelmiyor mu size? unalkaptan@hotmail.com C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle